Amerikan İç Savaşı'ndan İngiltere'ye gariptos ağaçlarının hışırtısı
Anavatanı Avustralya olan bu ağaç nasıl olmuş da Çukurova’nın sıtma yüklü topraklarına gelmiştir? Bu sorunun cevabı Amerikan İç Savaşının başlangıç tarihi olan 12 Nisan 1861’de saklıdır. Nasıl mı?
Adana Eski Baraj'da okaliptus ağaçları | Fotoğraf: Zeynel Cebeci/Wikimedia Commons (CC BY-SA 4.0)
Dilimizdeki bazı kelimeler çocukluğumuzun coğrafyasını çizer. Aradan on yıllar geçse de kelime ile aramıza mesafeler girse de duyduğumuz an sanki yakınsak bir mercekle o coğrafyaya ışınlanırız. Örneğin Fransızca geriye anlamına gelen en arrière sözcüğünün tınısından esinle geri vites anlamına gelen anarya kelimesi Adana coğrafyasının sınır taşlarından biridir. Ziyan olmak anlamına gelen araya gitmek fiili, özellikle plastik sürahiyi tanımlamak için kullanılan bocit kelimesi, cam anlamına gelen cıncık sözcüğü ya da üşenmek fiiline karşılık kullanılan zorsunmak kelimesi sadece Adana’nın hudutlarını belirlemekle kalmaz insanın anayurdunun da sınır taşlarını oluşturur.
İnsanın mekânsal ve zamansal anayurdunun biricik bekçileridir bu sözcükler. Adeta geçmişle bugünü kelepçeler. Örneğin çorba servisi yapılırken kepçe yerine çömçe sözcüğünün kullanılması benim için yerel bir sözcüğün cümle içerisinde kullanılmasından öte bir anlam taşır. O sözcük benim zihnimde çocukluğumun bir kış akşamında ailece oturulmuş akşam yemeği masasını sarıp sarmalayan mis gibi mahlûta çorbasının kokusudur.
Çocukluğumun sınır taşlarından bir diğeri de gariptos kelimesidir. Bu sözcüğün tınısı benim için çocukluğumun yazlarının geçtiği köy evidir. Zihnimde canlanan bu imgenin fon müziği de uzun sakalıyla bana bir şeyler anlatan dedemin sesi ile hafif bir esintinin taşıdığı gariptos ağaçlarının hışırtısıdır. Birçoğunuza için garip gelecek olan gariptos kelimesi aslında okaliptus ağacının Adanacasıdır. Okaliptus sözcüğüne dili dönmeyen Çukurova’nın insanı çözümü gariptos kelimesine sığınmakta bulmuştur. Gariptos kelimesini de yabancılayanların imdadına da okaliptusün Çukurova’daki diğer adı sıtma ağacı yetişmiştir.
Okaliptus ağacının sadece söylenişi değil bizzat kendisi de Çukurova’ya yabancıdır. Anavatanı Avustralya olan bu ağaç nasıl olmuş da Çukurova’nın sıtma yüklü topraklarına gelmiştir? Bu sorunun cevabı Amerikan İç Savaşı'nın başlangıç tarihi olan 12 Nisan 1861’de saklıdır. Nasıl mı? Anlatayım.
Köleliğin kaldırılmasına karşı çıkarak eyalet birliğinden çıkmak isteyen 11 Güney Eyaleti ile Amerika Birleşik Devletleri (ABD) arasında gerçekleşen iç savaş 4 yıl süresince ülkedeki tüm yaşamı sekteye uğratmıştır. Sekteye uğrayan alanlardan biri de Güney Eyaletlerinde kölelerin çalıştırıldığı pamuk plantasyonlarındaki üretimdir. İç savaşın başlaması ile ABD’nin pamuk üretimindeki bu düşüş dönemin en büyük kumaş üreticisi konumundaki İngiltere’yi hızlıca yeni çözüm yolları aramaya itmiştir. Böylece İngiltere ABD’ye alternatif olabilecek yeni pamuk üretim alanları geliştirmeye yönelik çalışmalara başlamıştır. Osmanlı İmparatorluğu ile temasları sonrasında Adana’nın İngiltere için gerekli pamuğu karşılayacak yerlerden biri olması planlanmıştır. Bu çerçevede Sultan Abdülaziz 1862 yılında Adana’da pamuk üretiminin teşviki amacıyla bazı yasal düzenlemeler yapmıştır. Yasal düzenlemeler yapmıştır yapmasına da Adana’da ne pamuk yetiştirecek yeterli tarım alanı ne pamuk işçiliği yapacak yeterli sayıda insan gücü ne de üretilen pamuğun İngiltere’ye hızlı bir şekilde ulaştıracak nakliye ağı vardır.
Osmanlı İngiltere’nin “ricası” ile tez elden yola koyulmuştur. Öncelikle pamuk yetiştirilebilecek tarım alanları için kolları sıvamıştır. İşte Adana’nın okaliptus yani namı diğer gariptos ağaçları ile tanışması bu döneme rastlamıştır. Okaliptus ağaçları Adana’nın bataklık bölgelerine dikilerek yeni tarım alanları oluşturulmuştur. Bataklıkların kurumasıyla sıtma yüklü sivrisineklerin azalmasıyla muhtemelen Adana’da sıtma yaygınlığının da düşüşe geçmesi okaliptus ağaçlarını yeni kimliğiyle tanıştırmıştır, sıtma ağacı. Bölgede bataklık kurutma amacıyla okaliptus ağaçlarının kullanımı Osmanlı sonrasında Cumhuriyet döneminde de devam etmiştir. Türkiye’deki ilk planlı okaliptus ormanı dikimine 1939 yılında Tarsus’un Karabucak bölgesinde başlanmıştır ve günümüzde bu bölgede 1200 hektarlık bir okaliptus ormanı bulunmaktadır.
İngiliz kumaş üreticilerine hammadde sağlanmasının ilk adımı tamamlandıktan sonra ucuz iş gücü sorununun çözümüne geçilmiştir. Gerçi Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın Osmanlı’ya isyanı sonrasında Adana yönetimini ele alan Kavalalı’nın oğlu İbrahim Paşa 1833-1840 yılları arasında tarım alanında önemli adımlar atmıştır. İbrahim Paşa bu dönemde Mısır’dan Adana’ya nitelikli tarım işçilerini yani fellahları getirtmiştir. Arapça çiftçi anlamına gelen fellahların Çukurova’ya getirilmeleri Adana’nın yeniden Osmanlı yönetimine girdiği 1840 sonrasında da sürmüştür. Ancak bu işgücü İngiliz sanayicilerinin ihtiyacını karşılamaktan çok uzaktır. Bu noktada Osmanlı gözünü göçerlere diker. Bölgede konargöçer olarak yaşayan Avşarlar, Ceritler, Tecirliler gibi aşiretleri yerleşik hayata geçirebilmek için zor kullanmaya karar vermiştir. Sultanın fermanıyla Derviş Paşa kumandasında bir ordu kurulmuş, ordunun halkla ilgili işlerini görmesi için de Ahmet Cevdet Paşa görevlendirilmiştir. Fırka-i İslâhiye adı verilen bu ordunun görünürdeki amaçları arasında göçerlerden yeni asker kaynakları temin etmek, bölgeyi itaat altına alıp güvenliği sağlamak, eşkıyalığa son vermek, düzenli vergi toplamak sayılsa da muhtemelen en önemli gerekçesi göçerleri yerleşik hayata geçirip İngilizler için yeterli miktarda pamuk üretimini sağlamaktır.
1865-1866 yıllarında Çukurova, Gâvur Dağları ve Kozan Dağlarında göçerlere yönelik harekâtta çok kan dökülmüştür. Ne Dadaloğlu’nun “Ferman padişahın dağlar bizimdir” haykırışı ne de göçerlerin Kirmani kılıçları ile taşı delen mızrakları Osmanlı ordusu ile baş edebilmiştir. Ölen ölmüş, kalan sağlar düze indirilmiştir. Osmanlı zorla toprağa bağladığı göçerlerin yaşadığı yerlere öyle isimler vermiştir ki, adeta kuşaklar boyu bu acının unutulmamasını sağlamıştır. Osmaniye, İslâhiye, Dervişiye ve Cevdetiye göçerlerin yerleştirildiği köy ve kasabalara verilen isimlerden bazılarıdır desem sanırım ne demek istediği anlaşılmış olur.
İş gücü sorununu Fırka-i İslâhiye ordusu ile çözerken, Osmanlı eş zamanlı olarak da üretilen pamuğun nakliyesi konusunda adım atmıştır. Pamuğun İngiltere’ye ulaştırılmasının en hızlı yolunun önce demiryolu ile Mersin Limanına oradan da gemilerle güneş batmayan imparatorluğun kalbine doğru nakledilmesi olduğu kararlaştırılmıştır. Bu amaç için Osmanlı 20 Temmuz 1883 tarihinde Adana-Mersin demiryolu inşası için ilk kazmayı vurmuştur ancak hızlı ilerleme sağlayamaması üzerine topu bizzat İngilizler almış ve demiryolu inşasını kaldığı yerden üstlenmiştir. İşte bizim gariptos ağaçları burada da yardıma koşmuş ve bedenlerini demiryolu traverslerine yatırarak demiryolunun hızla ilerlemesine hizmet etmiştir. Adana-Mersin demiryolu 2 Ağustos 1886 günü tamamlayarak hizmete girmiştir. Demiryolunun 1897 yılında Osmaniye’ye kadar uzatılması Mersin Limanına pamuk sevkiyatını artırmıştır.
Bu dönemde bir yandan demiryolu inşaatı sürerken diğer yandan da Mersin Limanına yanaşacak gemiler için iskele sayısının artırılması için çalışmalara başlanmıştır. 1850 yılında biri ahşap olmak üzere Mersin Limanında iki iskele varken 1874 yılında iskele sayısı beşe, 1892 yılına gelindiğinde da yediye çıkmıştır. Bu iskelelere yanaşan gemilerin en çok İngiliz bayrağı taşıması elbette tesadüf değildir. Örneğin Mart 1889-Şubat 1990 tarihleri arasında Mersin Limanına toplam 310 buharlı gemi yanaşmıştır. Bu gemilerden 96’sı İngiliz gemisiyken en yakın takipçisi 68 gemiyle Fransızlar olmuştur. Gemilerin yükü incelendiğinde de ilk sırayı pamuk balyalarının alması elbette tesadüf değildir.
Amerikan İç Savaşı'nın üzerinden çok sular aktı. O günden bugüne ABD sekteye uğrayan pamuk üretimini yeniden yoluna koyup dünya sıralamasında Çin ve Hindistan’ın ardından üçüncü, tekstil ihracatında da ikinci sıraya yerleşti. Oysa Adana’da işler pamuk üretimi açısından pek de iyi gitmedi. Pamuk üretimi günden güne azalarak ülkede üretilen toplam pamuğun %5’ine kadar geriledi. Adanaspor’un arması da olmasa Adana’da pamuk görmek pek mümkün olmayacak.
Evet Adana’da artık pamuğun esamesi okunmuyor ama o günlerden bize yadigâr bir Dadaloğlu’nun halen kulaklarımızda çınlayan “Ferman padişahın, dağlar bizimdir” haykırışı, bir de gariptos ağaçlarının hışırtısı kaldı.
- Vadedilmiş harfler 10 Ekim 2024 10:21
- Umut ayracı 26 Eylül 2024 10:24
- Fenike’den Marsilya’ya, uzodan rakıya… 12 Eylül 2024 12:41
- Bütün yollar Rom’a çıkar 29 Ağustos 2024 10:33
- Bitiş çizgisi 15 Ağustos 2024 04:54
- Çayın yolculuğu 01 Ağustos 2024 08:30
- Kafatası çağı 18 Temmuz 2024 10:00
- Çok kapılı oda 08 Temmuz 2024 10:44
- Yoldan sonra 28 Haziran 2024 09:23
- Bir “Yol” Hikayesi II 13 Haziran 2024 13:49
- Bir “Yol” Hikayesi 30 Mayıs 2024 13:20
- İçimizdeki İrlandalı 16 Mayıs 2024 12:53
- İşçiler marş söyleyerek sahneye girerler… 01 Mayıs 2024 10:10
- Emek bizim, söz bizim… 26 Nisan 2024 04:30
- Sol açık 18 Nisan 2024 11:30
- Kader kapıyı çalınca… 04 Nisan 2024 12:45
- Bir ihtimal daha var o da ölmek mi dersin 21 Mart 2024 04:30
- İkiyüzlü ahlak kumkumalığı 07 Mart 2024 13:48
- Elde kaldı hüzün… 22 Şubat 2024 13:32
- Tüfenk üçlemesi: Mavzer 01 Şubat 2024 10:47
- Tüfenk üçlemesi: Aynalı Martin 18 Ocak 2024 11:50
- Tüfenk üçlemesi: Filinta 04 Ocak 2024 13:45
- Gayrı döner oldum 21 Aralık 2023 14:58
- Kayyum rejimi 07 Aralık 2023 12:54
- Kimdi giden kimdi kalan 23 Kasım 2023 11:01
- Eni vici vokke 02 Kasım 2023 13:04
- Şeytanın ışıltısından insanlığın karanlığına 19 Ekim 2023 09:52
- Dayanışma ezilenlerin inceliği midir? 28 Eylül 2023 12:20
- Cehennemin kapısından Bakırköy’ün avlusuna… 31 Ağustos 2023 10:22
- Irgatın Türküsü 17 Ağustos 2023 11:32
- Yüksek Kaldırım’dan Leningrad’a bir şehrin faşizme karşı direniş senfonisi 03 Ağustos 2023 11:46
- Mississipi’den Feshane’ye derinlik ve güvenlik meselesi 20 Temmuz 2023 04:07
- Birimize bir şey olursa ne yaparız? 06 Temmuz 2023 11:31
- Mordan öte 22 Haziran 2023 12:22
- Hakikat bükücülüğü 08 Haziran 2023 11:11
- Umut yorgunluğu 25 Mayıs 2023 10:44
- “Winner” ceket mütevazı mutfağa karşı 11 Mayıs 2023 11:11
- Savaş naraları 27 Nisan 2023 10:10
- Bellek oyunları 13 Nisan 2023 10:50
- Maraş, bahtı gara Maraş 23 Mart 2023 10:48
- Aradığınız devlet bulunamadı 02 Mart 2023 12:22
- Deprem değil, binalar öldürürmüş (!) 16 Şubat 2023 08:42
- Katil uşak 02 Şubat 2023 11:01
- Suyun kokusu 19 Ocak 2023 13:45
- Timsah armudu 05 Ocak 2023 10:27
- Yılın sözcükleri 22 Aralık 2022 11:09
- Franco’dan bugüne Dünya Kupalarından elimizde kalanlar 08 Aralık 2022 11:45
- Şah mat 24 Kasım 2022 09:19
- “Gördük biz bu filmi” 10 Kasım 2022 10:54
- Hakikat yolcusu 30 Ekim 2022 11:20
- Anlatılamamış masallar 27 Ekim 2022 10:14
- "In vino veritas" diğer bir deyişle "Hakikat şaraptadır" 13 Ekim 2022 11:07
- Suskun notalar 29 Eylül 2022 11:12
- Güney Kutbunun yeniden keşfinin hüzünlü hikâyesi 15 Eylül 2022 11:09
- “Sen ben Lenin” Bir de Ahmet Abi. 01 Eylül 2022 10:39
- Börklüce’den günümüze Eyyamı Bahur ya da namı diğer Köpek Günleri 18 Ağustos 2022 10:59
- Dünyanın eksenini kaydıran Hindistan’ın küçük cevizi 04 Ağustos 2022 10:39
- Dünyanın tadı baharı 21 Temmuz 2022 08:40
- Menekşe kokusu 07 Temmuz 2022 04:24
- İnsan kokusu 23 Haziran 2022 04:12
- Tiryak-i 02 Haziran 2022 11:37
- Bahar karşılama 19 Mayıs 2022 06:26
- Hıdırellez ateşi 05 Mayıs 2022 01:05
- Yelkenler fora 21 Nisan 2022 05:20
- Sözün gücü 07 Nisan 2022 06:05
- Lombardiya’dan Ukrayna’ya kemanın tınısı 24 Mart 2022 05:34
- Zeytinin hükmü 10 Mart 2022 05:55
- Geççek 24 Şubat 2022 05:15
- Allasen söyle nedir aşkın aslı astarı! 09 Şubat 2022 23:45
- Erguvan kokusu 27 Ocak 2022 05:49
- (N)isyan 13 Ocak 2022 04:53
- Yaşamın ağırlığı 30 Aralık 2021 05:42
- Kuşaklar boyu insan hakları 16 Aralık 2021 05:03
- Savaşı Durduran Kadınlar: Lili ve Marlen 02 Aralık 2021 04:23
- Herkesin bir Ahmet Kaya’sı vardır 18 Kasım 2021 04:00
- Şaka mı, şeker mi, yoksa patates mi? 04 Kasım 2021 05:43
- Memeli Zeus 21 Ekim 2021 06:51
- Son Bakış 07 Ekim 2021 05:30
- Kırmızı 22 Eylül 2021 23:43
- Asuman’dan Antonis’e Ege’nin iki yakası 09 Eylül 2021 04:46
- Her ekalliyeti düşünüyorum 26 Ağustos 2021 04:04
- Dezenfektan aşkı 12 Ağustos 2021 06:12
- Nomadland’den Rosetta’ya Göçebe Ruhlar 29 Temmuz 2021 06:35
- Lavinia 14 Temmuz 2021 23:08
- Ruhumda Sızı* 01 Temmuz 2021 06:46
- “Y” 17 Haziran 2021 06:06
- Vurmayın öldüm 03 Haziran 2021 03:56
- Gözümün nuru 20 Mayıs 2021 06:11
- İmgenin suskunluğu 06 Mayıs 2021 05:56
- Ruhlar Mezbahası İyi Günler 22 Nisan 2021 03:34
- Şiirci Geldi Haaanıım… 08 Nisan 2021 00:00
- Ata Abi 25 Mart 2021 05:08
- “Yurtsama”dan “gündedün”e “nostalji”nin çağrıştırdıkları 10 Mart 2021 23:20
- Gönülçelen kelimeler atlasım 25 Şubat 2021 05:00
- Harfiyat 10 Şubat 2021 22:41
- Utanç ne yana düşer usta... 28 Ocak 2021 04:20
- “... Ve Herkes için Adalet” 13 Ocak 2021 23:15
- Yattığınız yer incitmesin… 31 Aralık 2020 04:38
- San(a)saryan’dan Su’ya Mahsus Mahaller 09 Aralık 2020 22:44
- Ölüm, adın kalleş olsun… 26 Kasım 2020 04:03
- Depremin ruhsal sarsıntısı 12 Kasım 2020 04:59
- Notaların savaşla hesaplaşması 29 Ekim 2020 05:11
- Hırsızlar mağarası 15 Ekim 2020 00:00
- İyi ki TTB var! 01 Ekim 2020 06:30
- Heybeliada Sanatoryumundaki Hayalet 17 Eylül 2020 00:02
- Otokinetik etki ve norm oluşturma 03 Eylül 2020 05:06
- Ödemişli Muzaffer’den Amerikalı Sherif’e 20 Ağustos 2020 00:51
- Uygun adım marş!… 06 Ağustos 2020 05:18
- ERK-EK 23 Temmuz 2020 04:57
- İçimdeki yangın 09 Temmuz 2020 05:18
- Dededen toruna “Barış”ın inşası 25 Haziran 2020 01:00
- Esaretten kaçan köleden hasta, kamçıdan tedavi üretmek 11 Haziran 2020 00:00
- Kerli ferli yalanlar ve sosyal uyum 28 Mayıs 2020 00:00
- Elma dersem çık… 14 Mayıs 2020 00:30
- Yaşam için ölüme yatanlar 30 Nisan 2020 02:08
- Bastırılan geri döner 16 Nisan 2020 00:00
- Miasmadan Covid-19’a sağlıkçıların salgından korunma önlemleri 02 Nisan 2020 02:49
- Şimdiki zamanda bir distopya: Covid-19 18 Mart 2020 20:30
- Şehitler tepesi 05 Mart 2020 00:30
- Özlerimize kıymayın efendiler! 20 Şubat 2020 00:30
- Acının tonu 06 Şubat 2020 00:00
- Başlarken… 29 Ocak 2020 23:20