İstanbul’a ağıt: Hanım
Hanım eski İstanbul özlemi çekilen anlatılar arasında sınıfsal ve kültürel bir uzlaşma sağlamasıyla ayrılır. Olcay ile Necip ayrı dünyaların insanlarıdırlar. Zaten bu sebeple yolları birleşmemiştir.
Haydar Ali ALBAYRAK
Halit Refiğ’in yönettiği, başrollerini Yıldız Kenter ile Eşref Kolçak’ın paylaştığı 1989 yapımı Hanım değişen İstanbul’a bir ağıt niteliğindedir. Kanser hastalığının son safhasındaki Olcay ile çatanasını son kez sefere çıkarmaya hazırlanan Kaptan Necip’in iç burkan öyküleri iç içe geçip kentin kaybolan değerlerini selamlar. Senaryosu Nezihe Araz ve Halit Refiğ’e ait filmi değerlendirmeye geçmeden konusunu kısaca aktaralım.
BİR KEDİYE YUVA ARAMAK
Olcay’ı (Yıldız Kenter) sepetinde kedisiyle kapı kapı gezerken tanırız. Kırmızı bir kurdele bağladığı güzel bir kedisi vardır. Olcay başına geleceklerden haberdar olduğu için tanıdığı tüm kapıları çalmakta kedisi Hanım’ı emanet edecek güvenli bir yuva aramaktadır. Kadın hayvan sevgisinden nasiplenmemişlerin hor bakışları altında oradan oraya yürürken ömrü de giderek kısalmaktadır. Deniz subayı olan eşi Kemal’i (Faruk Dilaver) gençken bir deniz kazasında yitiren Olcay’ın tek yakınları; kendisiyle ilgilenmeyen kızı Ülkü (Fatoş Sezer), damadı Agâh ve torunu Selçuk’tur. Olcay kedisine yeni bir ev bulamazken Kaptan Necip (Eşref Kolçak) de gözü gibi baktığı çatanasını gemi mezarlığına uğurlamak üzeredir. Artık son seferlerini yapan gemi, kaptanını hüzünlendirmektedir. Aynı mahallede oturan, yıllarını aynı muhitte geçiren Olcay ile Necip’in ortak noktaları ise yalnız bir yaşam sürmeleri ve İstanbul’a ağıt yakmalarıdır.
İSTANBUL’DA BİR HAYALET ZAMAN
Dış çekimleri büyük ölçüde Emirgan sahilinde geçen filmin Sarayburnu açıklarında ve Haliç’te de birçok sahnesi bulunmaktadır. Olcay’ın sahneleri ağırlıklı olarak İstanbul’un ahşap mimarisini henüz kaybetmemiş sokaklarında ve yaşadığı geniş bahçeli konakta geçer. Necip’in sahneleri ise çatanasının kaptan köşkünde çekilir. Çatana Sarıyer’de de görülür Galata Köprüsü’nün altından geçerken de. Karada tarihe yakın duran denizde ise değişen karaya yanaşmayan bu dış mekan tercihleri Halit Refiğ’in 1989 İstanbul’undan kaçınma çabasına yorulabilir. Yönetmen bir zamansızlık yaratır ve böylece filmin ana duygusunu nostaljiden uzaklaştırarak kendi gerçekliğini ve çatışmasını yaratır. Hanım’da kahramanlarımız dış dünyayla çatışmakta, özlemlerini bu çatışmanın bir sonucu olarak yaşamaktadırlar. Bir diğer deyişle yönetmen İstanbul’unu hem filmin geçtiği tarihten hem belirsiz geçmiş zamanlardan soyutlamış, özlemle anılan ve yokluğuna ağıtlar yakılan bir hayalet zaman yaratmıştır.
Refiğ zamandan uzaklaştırıp yoğunlaştırdığı mekanları aykırı değerlerin temsiliyetinde bir savaş alanına çevirmekten geri durmaz. Olcay başka bir şehrin başka bir dünyanın insanıdır. Ölen kocasıyla ölmüştür. Yakında madden de ölümü yaşayacak ve kocasına belki zamanın donduğu o ana kavuşacaktır. Bu sebeple onu anlayan pek az kahraman izleriz. Piyano dersi verdiği Canan’a Adnan Saygun’un bestelerini çaldırır. Bazen “karanlık” parçalar öğretir. Kedisi Hanım’ı kapı kapı gezdirse de sonuç alamaz fakat bu esnada gördüklerimiz bize insanlığın ölümüne, Siranuş (Ani İpekkaya) gibi insan kalmaya direnenlerin ise yalnız bırakılarak iyice köşeye sıkıştırıldığını gösterir. Bakkalı, kasabı, genci yaşlısı... Sıradan insanlar dönemin İstanbul’undandır, Olcay’ın zamanına uygun düşmezler. Onun kadar geçmişi anan Necip ise doğrusu aynı duyarlılığı paylaşmaz. Necip, şehrin deviniminden Olcay denli değildir fakat o da gemisinin dümenine dört elle sarılmıştır. Ömrü boyunca çatanasına bağlı kalmış, Olcay’ın sevdasını bağrına basmıştır. Gemisinin “Jilete gidecek olması” onun da duygularını harekete geçirir. Bir gün sahilde rastladığı Olcay’ı geminin veda turuna davet eder. Birlikte geçerler son kez Boğaz’ı, yalıları selamlarlar. Necip İstanbul’u en iyi bildiği şekliyle gemiler üzerinden hatırlar ve gemilerin artık züppeliğe hizmet etmesinden yakınır. Eskiden efendi insanları taşıyan ve gerçek bir amaca hizmet eden gemiler artık tamamen özel mülkiyete geçmiş, şımarıkların elinde eğlence olmuştur.
DEĞİŞİMİN KÜLTÜREL TEMELİ
Hanım eski İstanbul özlemi çekilen anlatılar arasında sınıfsal ve kültürel bir uzlaşma sağlamasıyla ayrılır. Olcay ile Necip ayrı dünyaların insanlarıdırlar. Zaten bu sebeple yolları birleşmemiştir. Necip Olcay’ı hep ulaşılmaz görmüştür. Evinin duvarlarında paşa resimleri asılı olan Olcay’ın genç yaşta yitirdiği eşi ise bir subaydır, tüm mahallenin gurur duyduğu bir gençtir. Necip de “Biz gemiciler arasında Yüzbaşı Kemal aziz mertebesindedir” diyerek hakkını teslim eder. Olcay bir konakta kıt kanaat geçinirken tek geçim kaynağı verdiği derslerdir fakat giyiminden kedisine gösterdiği özene değin kentin yoksulluğunu kavurucu bir biçimde hissetmediği anlaşılmaktadır. Buna karşın Necip Kaptanîn ise tek lüksü sigarası ve şarabıdır. Kaptan arada bir arkadaşıyla meyhanede demlenen, hep aynı ceketle gezip izbe bir ahşap evde ikamet eden kendi halinde bir adamdır. Mütevazı bir yaşantıya sahiptir. Hanım konak ile Necip’in evini aynı çizgide birleştirir. Bu meskenler, bu yaşam biçimleri eski bir İstanbul’a dairdir ve kullanılan nesneler ilişkiyi kurar. Olcay’ın evindeki ayna ile Necip’in dağınık masası aynı mesajı vermek içindir. Bir uyumsuzluk sezilir bu eşyalarda, nesnelerde, tutumlarda. Belki bir çeşit yabancılaşma... Mevcut yaşama ayak uyduramayışın izi aynalarda silüete, tablolarda toza ve dağınık masalarda ise pasa düşmüştür. Halit Refiğ iki ayrı dünyayı aynı uğurda ustaca birleştirir.
Öte yandan yeni İstanbul’a dair net karakterler kullanır yönetmen. Necip’in ve Olcay’ın kavga ettiği her karakteri değişime bir ucundan iliştirmeyi başarır. Kaptanın şarabını stokunda bulundurmayan bakkal, Olcay’ın öğrencisi Canan’ın işleri dolayısıyla beş dakika olsun bir kapıda bekleyemeyen babası, hele kızı Ülkü’nün popçu sevgilisi (Cem Özer) kültürel değişimi çok yönlü bir biçimde sergilerler. Refiğ başka bir yönetmenin elinde çok fazla didiklenip harcanabilecek popçu karakterini geri planda tutarak değişimin kendisini düşmanlaştırmaz ama asıl sorumluluğu da Ülkü’ye vermekle bir bakıma eski değerlerin yeni kuşaklara aktarılamadığını vurgular ve üstü kapalı bir öz eleştiri getirir. İstanbul değişmiştir. Unutarak, sevmeyerek, sakınarak... Yozlaşarak ve sesini gitgide yükseltip gürültüye çevirerek...
Olcay bu yeni İstanbul’a o derece uzak kalır ki bir süre sonra ölen eşi Kemal’in hayaline tutunur ve kendisini hayata bağlayan tek varlığın o olduğunu söyler. Olcay bir hayalete bağlanacak kadar yalnızdır. Bu yalnızlık beklenen sona varır ve Olcay bir hayalet gibi dolaştığı sokaklardan bir hayale dönüşür. İnsanı düşünmeye yönelten karanlık parçalar susar, ağıt son bulur.
**
Finalde Necip Kaptan yağmurlu bir gecede kederle yürürken Olcay’ın sokağa atılan kedisini fark eder. Kadının bahçesine girer ve kucaklayıp götürür kediyi. Bu son hamle ne Olcay’ı geri getirir ne İstanbul’u kurtarır sevgisizlerin elinden ama “nankörlük” de Necip’e kalmaz çünkü o arkadaşı Payidar’ın tavsiyesine uymuş, gönül gözünü kapatmamıştır.
Evrensel'i Takip Et