Dr. Murat Özveri: Kıdem tazminatına etkili bir güvence getirilmeli

Dr. Murat Özveri: Orta vadeli programla yoksulluğun sosyal politikalarla giderilmesi gereken bir olay olduğunun üzeri örtülecek, patronlar üzerindeki kıdem tazminatı yükü kaldırılacak.

18 Eylül 2023 04:18
Son Güncellenme Tarihi: 18 Eylül 2023 21:06
Paylaş

Gözde MEYDAN
Kocaeli

Hükümetin açıkladığı orta vadeli programla gündeme gelen tamamlayıcı emeklilik sisteminin hedefinde kamusal emeklilik sistemi ve kıdem tazminatı var. Planla, yoksulluğun sosyal politikalarla giderilmesi gereken bir olay olduğunun üzerinin örtüleceğini, patronlar üzerindeki kıdem tazminatı yükünün kaldırılacağını söyleyen Çalışma Ekonomisi Doktoru Avukat Murat Özveri, “Kıdem tazminatına etkili bir güvence getirilmeli. Türkiye’nin artık yüksek sesle sosyal politikaları ve talepleri tartışmasının zamanı geldi ve geçiyor” diyor.

Mevcut kıdem tazminatı uygulamasının işleyişi ve eksiklikleri neler?

Ne zaman Türkiye’de özellikle bağımlı çalışanların cebinden alıp, sermayeye kaynak aktarmak gerekse ya da bir ekonomik kriz olsa hemen akla gelen şey kıdem tazminatı oluyor. Kıdem tazminatının getirdiği yüklerden bahsediliyor. Şu anki mevcut sistem içerisinde kıdem tazminatının güvencesinin bulunmadığını, çalışanların kıdem tazminatına ulaşamadıklarını, kıdem tazminatını hak edecek şekilde iş sözleşmesi sona erenlerin yüzde 80- yüzde 85’inin kıdem tazminatı hakkına ulaşamadığını dolayısıyla kıdem tazminatını daha güvenli ve ekonomi ile entegre içerisinde yeniden düzenlemek gerektiğini söylüyorlar.

Kıdem tazminatının bir güvence sorunu var evet, bakanlık verileri de doğru. Yani kıdem tazminatını hak edecek şekilde iş sözleşmesi sona erdirenlerin çok büyük bir kesimi; işverenin dayatmaları, arabuluculukta verilen ödünler, iş sözleşmesinin gerçek sebebin dışında kıdem tazminatını hak etmeyecek şekilde sona erdirildiğine ilişkin yapılan bildirimlerle tazminatı hakkından yoksun bırakılıyor. Bu yoksun bırakılmanın altında yatan asıl nedense 1950 yılında kıdem tazminatının hak ediş koşullarına ilişkin yapılan yasal düzenlemeler. Birkaç cümle ile hatırlayalım, 1936 yılında kıdem tazminatı ‘5 yıl işçilik kıdemi olan her işçinin iş sözleşmesi hangi nedenle sona ermiş olursa olsun; yani kendisi istifa etmiş olsun, işveren çıkarmış olsun, işverenle kavga etmiş olsun hatta işverene yumruk atmış ve işten çıkarılmış olsun; her durumda her bir yıl için 15 günlük ücreti tutarında ödenen bir tazminat.’

1950 yılında yapılan değişiklik ile kıdem tazminatında işçilik kıdem süresini 3 yıla düşürüp, hak edebilmek için iş sözleşmesinin işverence haklı bir neden olmaksızın ya da işçi tarafından haklı bir nedene dayanarak sona erdirilmesi koşulu getirdiler. Kısacası kıdem tazminatının hak ediş koşullarını iş sözleşmesinin sona ermesine ilişkin belli hallere indirgediler. Kıdem tazminatı işçilerin kafasının üzerinde Demokles’in kılıcı gibi kullanıldı. İşçilerin olumsuz iş koşullarına kıdem tazminatı için mahkum olmak zorunda bırakıldığı bir sistem haline getirildi. ‘Üç tane tutanak tutarım, seni kapının önüne koyarım. Beş kuruş tazminat ödemem gider mahkemelerde sürünürsün’ diye özetleyebileceğimiz bir anlayış hakim oldu. Zaten Türkiye’de işçilik alacaklarının güvencesi olmadığı için, kıdem tazminatının hem hak ediş aşamasında hem de diyelim ki mahkeme kararına bağlansa dahi iflas haciz hali gibi durumlarda ulaşılamayan işçilerin bir türlü elde edemediği bir hak haline dönüştü. Şu an uygulanan sistem içerisinde 1 yıllık kıdem yetiyor, iş sözleşmesi yine haklı bir neden olmaksızın işveren ya da haklı bir nedene dayanarak işçi tarafından sona erdirilmesi, askerlik, emeklilik, kadın işçinin evlendikten sonraki bir yıl içerisinde iş sözleşmesini sona erdirmesi, işçinin sağlık işinden kaynaklanan sağlık sebepleri halinde, geçici iş göremezlik süresinin ihbar önellerine eklenen 6 haftalık süreyi aşması hallerinde hak edilebilen bir tazminat haline dönüştü.

Aslında kıdem tazminatı işçinin rehin tutulan ücretidir. İş hukukunda temel kural, işçi önceden çalışmadan işçiye hiçbir hak verilmemesidir. Dolayısıyla kıdem tazminatının karşılığını işçi önceden çalışmıştır. İşçinin işyerine olan aidiyetini, hatta onların terminolojisine göre sadakatini sağlayabilmek için, kıdem tazminatının tutarı her yıl için yasaya göre işveren tarafından alıkonulmaktadır. Yani bu para işçinin parasıdır, bu nedenle de kıdem tazminatının fesih şekline tabi tutulması niteliğine, işçinin parası olma özelliğine aykırıdır. Bu aykırılık 1950 yılından bu yana da sürüyor.

DAHA ÖNCE "GÜNEY KORE MODELİ" DİYE ÖNÜMÜZE GELMİŞTİ

Peki mevcut kıdem tazminatı uygulaması yerine nasıl bir düzenleme yapmayı hedefliyorlar?

2019 yılında dönemin Maliye Bakanı Berat Albayrak tarafından da satır arasında Güney Kore modeli olarak adlandırılmıştı. Bir anda medya, kıdem tazminatında Güney Kore modelini önümüze koydu. Güney Kore’de daha önceki uygulamaya göre bizdekine benzer şekilde beşten fazla işçi çalıştırılan bir işyerinde çalışan her işçi bir yılı doldurması halinde 15 günlük ücreti tutarında kıdem tazminatı alıyordu. Ancak bir süre sonra kıdem tazminatı sistemini, takviye ikame bir emeklilik sistemi haline dönüştürdüler. Güney Kore, OECD ülkeleri içerisinde yaşlı yoksulluğu en yüksek olan ülke, 65 yaş üstü nüfusun yoksulluk oranı sıralamasında ilk sırada. İkincisi OECD ülkeleri içinde kamu emeklilik harcamalarının gayri safi yurt içi hasılaya oranı açısından baktığımızda yüzde 3 ile en düşük ülke. Yani kamu emeklilik sisteminden bilerek çıkmış, minimal düzeyde emeklilik sisteminde var ve bu sistem yoksulluktan başka bir şey getirmiyor. Bu sistemi iki şekilde düzeltebilirsiniz; emeklilik sistemini değiştirirsiniz, emekli aylıklarını yükseltirsiniz, aylık bağlama oranını yükseltirsiniz. Doğrudan emeklilere kaynak aktaran, emekli olmadan önceki yaşam standartlarını sürdürebilecekleri koşullar yaratırsın ya da dersiniz ki “Benden bu kadar bundan sonra başının çaresine bak, başının çaresine bakman için de sana yollar öneriyorum” Bu yollardan biri ikame emeklilik sistemi, yani yaşlılığın getirdiği riski kamu emeklilik sistemi içerisinde prim ödeyerek satın alacaksın; bu yetmeyecek yine para ödeyerek o yetersizliği ikame etmek üzere birtakım şirketlere, emeklilik sistemlerine kaynak aktaracaksın. Buna da tasarrufa zorlama diyorlar. Ben zaten çalışırken hayatımı idame ettiremiyorum, geleceğe yönelik olarak da bireysel emeklilik sistemleri üzerinden sermayeye para aktarmam bekleniyor. Sermayeye diyorum çünkü bireysel emeklilik sistemlerinin topladıkları paraları nasıl değerlendirdiğine baktığımızda gerçekten de sermayeye doğrudan kaynak aktarıldığı görülüyor. Aslında bu paraları nasıl değerlendiriyorlar diye sorduğumuzda bize söylenen üretime yönelmesi için sanayinin finansmanında kredi olarak kullanılacağı ama böyle kullanılmıyor. Bireysel emeklilik sistemleri de hazine garantili fonlara yöneliyorlar. Hazine garantili fonları satın aldığı zaman faiz alıyorlar, peki bu faiz ne oluyor? İç borçlar hanesine yazılıyor. Bu borcu kim ödüyor, yine ben ödüyorum. Doğal olarak benden alınan paralar doğrudan sermayeye kaynak oluyor. Bireysel emeklilik istemlerinde Almanya’da, Amerika’da sosyal güvenlik fonlarında biriken paralar bizim gibi ülkelere geliyor ve yüksek faizle garantili bir şekilde değerlendiriliyor yani onların kamu emeklilik sistemi paralarını değerlendirip dışardan eklemeler yaparken bizde ne oluyor? Tıpkı Amerikan ya da Alman emeklilik sisteminin faizlerin yüksek olmasını kendileri açısından bir gelir kapısına dönüştürdükleri gibi; bireysel emeklilik sistemleri de hazine garantili fonlar üzerinden yine benim ödeyeceğim parayı benim cebimden alıyor.

"BİREYSEL EMEKLİLİK SİSTEMİNİ HEDEF OLARAK KOYUYORLAR"

Kıdem tazminatı ile bu durumun ne alakası var diyorlar. Bu alakayı ben kurmuyorum, bakalım 11. kalkınma planı çerçevesinde Türkiye’nin makro ekonomik politikalarını şu şekilde yönlendireceğim diye hükümet ilan ediyor. Şimdi yine bu planda Kişilerin emeklilik gelirlerinin artırılmasını teminen kamu emeklilik sistemi dışındaki diğer emeklilik sistemlerine katılım teşvik edilecektir deniliyor. Bunun anlamı, kamu emeklilik sistemi yine minimal düzeyde ödemeler yapmaya devam edecek ancak bunun getirdiği yoksulluğu giderebilmek için bireysel emeklilik sistemlerine yönelmek zorunda kalacağım. Bugün emeklilere zam veriliyor ancak bu zammı hazineden doğrudan emeklilerin kök ücretlerini artırmak yerine 5 bin 500 lira olan emekli maaşını, 7 bin 500 yaptılar. Aradaki farkı da hazineden karşıladılar. Asla kök ücreti 7 bin 500 liraya getirmiyorlar. Emeklilik aylıklarını kamu desteğiyle ayakta tutmaya çalışıyorlar ve bunu geçici bir politika olarak sürdürüyorlar. Seçimlere endeksli, seçimlerden sonra ‘ben bu kadarını verebiliyorum, bu parayla yetinmek istemiyorsan güvenceli benim denetlediğim yasasını çıkardığım bireysel emeklilik sistemlerine cebinden para yatır. Oradan elde edeceğin gelirle de yaşlılıktaki yoksulluğunu ikame ettir’ bunu da bir hedef olarak koyuyorlar.

Yine 11. kalkınma planında yer alıyor: tamamlayıcı emeklilik kurumlarının kapsamı genişletilerek; sektör, işkolu veya meslek esaslı tamamlayıcı emeklilik kurumlarının güçlenmesi sağlanacak. Örneğin ben avukatım kamu emeklilik sistemi içinde bana verilen aylık hayat standardımı sağlamaya yetmiyor, o zaman biz avukatlar olarak bu mesleğe yönelik bireysel emeklilik sistemi yapalım. Siz buraya para kazanırken fona prim yatırın, buradan da sizin yoksulluğunuzu ikame edelim. Riskli işkollarında çalışanlar için ise ‘Siz uzun süre çalışamayacaksanız uzun süre primde ödeyemeyecekseniz. Fiili hizmet süresi zammı dediğimiz şey de kısmi bir iyileştirme sağlıyor. Kendinizi garantiye alın, işkoluna özgü olarak tehlikeli işkollarına özgü olarak kurulan sistemlere prim ödeyin’ bunu devlet hedef olarak ilan ediyor.

"YOKSULLUĞUN ESAS NEDENLERİ ÖRTBAS EDİLECEK"

Yine aynı planda ‘Bireysel emeklilikteki otomatik katılım sistemi, sistemde kalış süresi ve fon tutarını artıracak şekilde yeniden düzenlenecek ve bireysel hesaplara dair kurulacak kıdem tazminatı fonu ile entegre edilecektir’ yani kısacası bize kıdem tazminatını siz ancak ölürseniz, çok büyük bir hastalık yaşarsanız ya da emekli olmak isterseniz alabileceksiniz. Bu hallerde kıdem tazminatını alabilmek için de sistemde kalış süreniz uzatılacak, bu 10 yıl da olabilir 15 yıl da. Dolayısıyla bir yandan benim emeklilik maaşımı aşağı çekerek beni yoksullaştıracak, bu yoksullaştırmayı kendi cebinden çıkmadan yine benim kıdem tazminatıma el koyarak onu tamamlayıcı bir emeklilik sistemiymiş gibi ikame edecekler. Bu şekilde de Sosyal Güvenlik Kurumunun yoksullar yararına gelir dağılımının düzeltilmesi işlevini en aza indirmiş olacaklar; yoksulluğu inkar etmeyecek ve çözüm yolu olarak bu sistemi gösterecek. Yoksulluğun sosyal bir sorun olarak görülmesini yoksulların kişisel yetersizlikleri nedeniyle değil; sistemin sağlıklı işlememesi nedeniyle yoksul olduğu gerçeğini örtbas edecekler. Yoksulluğun sosyal politikalarla giderilmesi gereken çağın vebası niteliğinde bir olay olduğunun üzerini örtecekler, yine bizim cebimizden çıkan parayla yoksulluğu ikame etmiş olacaklar, işverenlerin üzerindeki kıdem tazminatı yükünü kaldırmış olacaklar.

Bu acı ilacı tatlandırmaya yönelik ufak bir ek olarak kıdem tazminatı reformunun sosyal tarafların mutabakatıyla gerçekleştirileceği belirtiliyor. Sosyal tarafların önüne konulan alternatifler neler? 5510 sayılı yasa ile emeklilik aylıklarını düşürecek bir düzenleme yaptılar. Emeklilik aylıkları aylık bağlama oranı ve güncelleme katsayısı ile hesaplanıyor. Prime esas kazançla, aylık bağlama oranı çarpılarak bulunuyor. Bir çarpım işleminde iki çarpanın ikisini de düşürürseniz sonuç da düşer. Daha önce yürürlükte olan yasaya kıyasla emekli aylıklarında yüzde 35 oranında bir düşüş var. Yani bu sistemle emekliler yüzde 35 daha yoksullaştırıldı. Enflasyon, olumsuz ekonomik koşullar nedeniyle daha da yoksullaştırılıyorlar. Giderek yaşlı yoksul nüfusu artan bir ülke olmaya doğru gidiyoruz. Bunun bir sorun olduğunun farkındalar ve çözüm olarak önümüze kıdem tazminatını koyuyorlar.

Her sınıf aleyhine yapılan düzenlemede olduğu gibi sınıfın birlikte davranmasını engellemek üzere de bugüne kadar sistemin içerisinde olanların kıdem tazminatlarına dokunmayacağız diyorlar. Sisteme yeni giren birinin ise sesini çıkarması ya mümkün değil ya da onun için güncel bir mesele değil, günlük gereksinimlerini karşılamaya odaklıdır. Bu bağlam içinde kalan bir insanın 20 sene sonra başına geleceklere yönelik tavır olması çok zor. Örneğin EYT’lilere bakalım, yasa çıktığında kimsenin sesi çıkmamıştı; ne zamanki onları etkiledi bir tepki vermeye başladılar.

"İŞÇİ TEMSİLCİLERİNİN DE YER ALDIĞI ETKİN BİR DENETİM MEKANİZMASI KURULMALI"

Şu anda tartışılan tamamlayıcı emeklilik sistemini geçmişte gündeme getirdiklerinden bir farkı var mı?

Yok. Israrlı bir şekilde politikayı hayata geçiriyorlar. Bunun karşısında bizimde bize ait olan parayı korumak için bir alternatif sunmamız gerekiyor.

Nasıl bir alternatiften bahsediyorsunuz?

Kıdem tazminatının ortaya çıktığı döneme yeniden bakmak. İlk olarak kıdem tazminatının her durumda ödenmesi sağlanmalıdır. Yani kıdem tazminatını düzenleyen 1475 sayılı İş yasasının 14.maddesi kıdem tazminatını feshin şekil şartlarına bağlı olmaksızın her durumda işçiye iş sözleşmesi sona erdiğinde ödenecek şekilde düzenlenmelidir. Yani kıdem tazminatı işçinin ücreti denmeli. İşçinin ücreti dediğimiz için de gelir vergisine tabii olacaktır. Gelir vergisi kanununa istisna getirilmeli ve kıdem tazminatından gelir vergisi kesilmez diye bir düzenleme yapılmalı. Kıdem tazminatı ve işçilik alacaklarını güvence altına alabilmek için icra iflas yasası ve iş yasasında değişiklikler yapılmalı. İşçilik alacaklarının tüm alacaklardan önce ödenmesi güvence altına alınmalıdır. Eğer aciz iflas hali söz konusuysa işçilik alçaklarının devlet tarafından ödenmesi, devletin işçiye halef olarak alacağını işverenden almasına yönelik bütünsellik taşıyan haklı ve mantıklı bir politikayı tekrar tekrar gündeme getirmemiz lazım. Türkiye’de işçi alacaklarının güvencesi yok. Şu anda Ticaret Kanunu’nda gemi alacağı için getirilmiş bir güvence kadar olsun, işçilik alacaklarına güvence istiyoruz demeliyiz. Kıdem tazminatı bir tazminat değildir. İşçinin karşılığını önceden çalıştığı işverenin el koyduğu ücretidir. İşçi karşılığını önceden çalıştığı 30 yıllık parasını işverende bırakıyor ve işveren bunu kullanıyor. Bunun karşılığında bir vergi ödenecekse de işveren ödemelidir. Dolayısıyla amaç gerçekten kıdem tazminatını güvence altına almak ise işçilik alacakları bütünü içerisinde kıdem tazminatı da güvenceye kavuşturulmalıdır. Bu büyük bir eksikliktir. 173 Sayılı ILO sözleşmesi de bize böyle bir yükümlülük vermektedir. Kıdem tazminatına etkili bir güvence getirilmesi devletin işçiye 80 senelik borcudur.

Diğer yandan tek başına dağ başında yaşıyor olsanız sosyal risklerle karşılaşmazsınız. Sosyal güvenlik dediğimiz şey insanların toplumsallaşmasının beraberinde getirdiği sosyal risklere dönük önlem almaya yönelik politikaları olan ve bunları hayata geçirecek kurumsal yapısı ve bu yapıyı harekete geçirecek kendine özgü hukuku olan bütünsel bir sistemdir. Prime dayalı bu sistemin içinde yaşlılığın getirdiği sosyal risk yaşlılık nedeniyle gelirsiz kalmaktır. O zaman yaşlılık aylığım da çalışırken sürdürdüğüm yaşam standardımı sürdürebileceğim şekilde düzenlenmelidir. Bunun finansmanını da kayıt dışı çalışmanın yani vergi ve prim kaçağının ortadan kaldırılması ile sağlayabilirler.   İşçilerin örgütlenmesinin önündeki engelleri ortadan kaldıracaksınız, işçiler örgütlenecek ve kayıt dışılık ortadan kalkacak. Sadece prim kaçağı üzerinden kurumun aktüeryal dengesini güncellemek mümkün olacak. Bir başka çözüm sosyal güvenlik kurumu benim primlerimi ve benim adıma işverenin yatırdığı primleri değerlendiren bir kamu kuruluşu ise özerk olmalıdır. Siyasi iktidarların seçime endeksli rüşvet niteliğindeki uygulamalarının hayata geçirilmesinin aracısı olmaktan çıkmalıdır. İşçi temsilcilerinin de yer aldığı etkin bir denetim mekanizması kurulmalı ve cezalar da artırılmalıdır. Prim aflarından vazgeçilmeli. Bir diğer finansman da servet vergisi, Türkiye OECD ülkeleri içinde en düşük servet vergisi alan ülke durumunda. Bizde toplanan vergilerin büyük bölümü dolaylı vergilerden oluşuyor, servet vergilendirilmiyor. Servet vergisi demek fonlarda, borsada parasını biriktirip paradan para kazanan, kent rantı üzerinden trilyonlara el koyanların vergilendirilmesi anlamına gelir. Servetin vergilendirilmesi yokuyla sosyal politikaların finansmanını sağlayacak kaynak transferi büyür. Bu çok kapsamlı bir sorun ve Türkiye’nin artık yüksek sesle sosyal politikaları ve talepleri tartışmasının zamanı geldi ve geçiyor.

ÖNCEKİ HABER

LGBTİ karşıtı mitinge karşı Büyük Hayat Buluşması: "Nefrete karşı hayata ses ver"

SONRAKİ HABER

Kirasını ödeyemeyen aile sokağa atıldı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa