evrensel.net
PAYLAŞ

Yılmaz Güney kimdir?

DETAYLAR
'Çirkin Kral Efsanesi' belgeseli basın görseli
AŞAĞI KAYDIR

Sinemanın "Çirkin Kral"ı Yılmaz Güney kimdir?

Sinema oyuncusu, yönetmen, senarist ve yazar Yılmaz Güney, (asıl adı Yılmaz Pütün) Adana’nın Yenice köyünde 1 Nisan 1937’de yoksul bir aile olan Hamit ve Güllü Pütün çiftinin çocuğu olarak dünyaya geldi.

İlk ve orta öğrenimini Adana'da tamamlayan sanatçı, harçlığını çıkarmak üzere, çobanlık, pamuk işçiliği ve simitçilik yaptı. Güney, verdiği bir röportajda çocukluk yıllarını şu sözlerle açıklamıştı:

"Adım, zorluklar karşısında eğilmez, umutsuzluğa kapılmaz, yılgınlığa düşmez ve baş eğmez anlamına gelir. Soyadım Pütün ise bir dağ meyvesinin kırılmaz çekirdeği demektir. Annem dindardı ve okuma yazma bilmezdi. Babam ise okuma yazmayı askerde öğrenmişti. Annem gibi o da hiç okula gitmemişti. Dokuz yaşımdan bu yana hayatımı çalışarak kazandım. İlk işim dana gütmekti."

SİNEMAYA İLK ADIM

Henüz 13 yaşındayken bisikletiyle sinemalara And Film ve Kemal Film’in 16 milimetrelik film bobinlerini taşıdı, sırtındaki panoda ise film afişlerini sergileyerek sinemaya ilk adımını attı. Lise yıllarında edebiyat alanına ilgisi vardı. Kemal Film’in Adana Bölge Müdürü A. Mithat Konuklar’ın maddi katkı sağladığı “Doruk” dergisinin çeşitli sayılarında hem yazar hem sekreter olarak çalıştı. “Onüç”, “Yeni Ufuklar”, “Pazar Postası”, “Bir…” adlı bazı dergilerde öyküleri yayımlanan Yılmaz Güney, liseyi (Adana Erkek Lisesi) gecikmeli olarak 1956 yılında bitirdi. Liseyi bitirdiği sıralarda arkadaşlarıyla Püren ve Doruk dergilerini çıkardı. Aynı yıl Ankara Hukuk Fakültesine kaydını yaptırdı, devam sorunu olmadığı için daha çok Adana’da kaldı. O yıllarda “Yeni Ufuklar” dergisi sorumlularından Vedat Günyol’la mektuplaşan Güney, derginin Adana’da dağıtılması için de çaba harcadı.

İLK SORUŞTURMA VE BEYAZ PERDEYLE TANIŞMA

Ankara’daki üniversite öğrenimini yarıda bırakan Güney, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'ne kayıt oldu ama şehre gelmesindeki asıl amaç edebiyat ve sinemaydı. Yazarları, yayıncıları bulmaya çalışan Güney, onların gittiği pastanelere, onların gittiği meyhanelere gidiyordu. Bu süreçte "Üç Bilinmeyenli Eşitsizlik" adlı öyküsü nedeniyle hakkında soruşturma açıldı, bir yandan da bir film yazıhanesinde çalışmaya devam etti. Aynı günlerde mahkeme sonuçlandı, “komünizm propagandası yapmaktan” 18 ay ceza, 6 ay sürgün cezası alan Güney, hapishaneye girecekken, temyizi beklemesi salık verildi. Ancak olayı duyan firma sahibi tarafından işten atılarak, beş parasız kaldı. Bu süreçte kameranın karşısına ilk kez geçen Güney, 1959 yılında Atıf Yılmaz'ın yönettiği “Bu vatanın çocukları” filminde oynadı. Yine Yılmaz'ın yönettiği "Alageyik" filminin de oyuncu kadrosunda yer alan Güney, bu filmlerin senaryolarına da yardım etti. Güney o günleri şu ifadelerle anlatıyor:

“Bir dayanışma örneği olarak; Atıf Yılmaz bana ‘Sen bize senaryoda yardım edersin’ dedi. Yaşar Kemal de çıkardı 500 TL verdi hemen. Bunlar olumlu şeyler. Ve Yaşar Kemal’in 500 TL’si, Atıf Yılmaz’ın desteği; ben birden sinemaya senaryo yardımcısı olarak girdim. Hemen adımı da değiştirdim. O zamana kadar adım Yılmaz Pütün. Sinema ilişkisine girince dedim ki: ‘Benim adım Yılmaz Pütün değil, Yılmaz Güney.’ Yılmaz Güney orada bir girdi, kaçak adı olarak kaldı.”

Çok geçmeden temyize giden dava sonuçlanır, Güney, 1961 senesinde 1,5 yıl hapis, 6 ay da sürgün cezası alır. 1962 Aralık ayında cezası biten ve 6 aylık sürgün cezasını çekmek için Konya’ya gönderilen Güney eğitimini yarıda bırakmak zorunda kalsa da İstanbul’a dönerek kaldığı yerden sinema çalışmalarına devam etmeye başlar.Güney, 1966'da "At avrat silah" filminde ilk kez yönetmen koltuğuna oturur. Oyuncu, yapımcı, yönetmen ve senaryo yazarlığını üstlendiği "Seyit Han" filmiyle 1968’de Adana Altın Koza Şenliği'ne katılan Güney, "En İyi Erkek Oyuncu" ödülünü aldı. Ayrıca Seyit Han, Güney’in ilk reji denemesi yaptığı film oldu. Bir Çirkin Adam ile 1970’te Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Film ödülü alan Güney, En İyi Erkek Oyuncu ve En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu dallarında da ödül kazandı. 1971’de Ağıt, Acı ve Umutsuzlar olmak üzere üç filmi birden Adana Altın Koza Film şenliğinde dereceye girdi. Umut filmiyle Grenoble Film Şenliğinde Büyük Jüri Özel Ödülü’ne de layık görülen Güney’in, Türk Sinema Derneği'nin 1971-1972 yılları en iyi 10 film sıralamasında “En İyi Film” seçilen Ağıt adlı filmi 1972’de Venedik’te Türkiye’yi temsil eden ilk film olma özelliğini taşıyor.

CEZAEVİ YILLARI VE ROMANLARI

Siyasi düşüncesi, yazdığı senaryolar, çıkardığı dergilerle devrimci hareketin bir parçası, sembol isimlerinden biri olan Güney, 1971 muhtırasında bir kez daha birçok aydınla birlikte gözaltına alındı, bir haftalık gözaltından sonra bu kez üç ay Nevşehir’e sürgüne gönderildi.

Daha sonra yeni senaryolar ve çalışmalarla tekrardan İstanbul’a adım atan Güney, sürgünde yazdıklarını, düşündüklerini hızlıca hayata geçirdi. 70’li yıllardan da payına düşeni alan Güney, 1971 yılında THKP-C Lideri Mahir Çayan ve arkadaşlarını evinde sakladığı gerekçesiyle 2 yıl hapse ve sürgüne mahkum edildi.

Edebiyat alanından da hiç kopmayan Yılmaz Güney'in Boynu Bükük Öldüler romanı 1971 yılında Dost Yayınları tarafından yayımlandı, 1972 yılında da Orhan Kemal Roman Ödülü’nü kazandı. Salpa, Hücrem ve Sanık isimli üç roman daha yazan Güney'in son romanı “Soba, Pencere Camı ve İki Ekmek İstiyoruz” başlığını taşıdı.

Bülent Ecevit başbakanlığındaki 37. Türkiye Hükûmeti tarafından çıkarılan genel af sonucu 20 Mayıs 1974'te mahkumiyeti sona eren Güney, aynı yıl Arkadaş filmini çekti. Yine aynı yıl Çukurova'da çekimlerine başladığı "Endişe" filmi sırasında cinayet suçlamasıyla tutuklandı. Olaya tanıklık eden  Yönetmen Ali Özgentürk, Yılmaz Güney’in Yumurtalık Savcısı Sefa Mutlu’yu eşine küfrettiği için öldürdüğünü belirtiyor. Endişe (1975 Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde ödülü) filmini tamamlayamayan Güney, tekrar tutuklandı.

"YOL", FİRAR, SÜRGÜN

12 Eylül 1980 darbesini ve sonrasında yaşananları içeriden takip eden Güney'in, bu dönemde senaryosunu kaleme aldığı "Sürü" filmi, yönetmen Zeki Ökten tarafından beyaz perdeye aktarıldı. Türkiye sinemasının dönüm noktalarından biri olarak görülen ve 1982’de Cannes Film Festivali’nde Costa Gavras’ın Kayıp (The Missing) filmiyle Altın Palmiye ödülünü paylaşan Yol filminin senaryosunu da Nihat Behram’a cezaevinden anlatıyor ve filmin nasıl gerçekleştirileceği konusunu enine boyuna açıklıyordu. Şerif Gören’in yönetmenliğini üstlendiği film 1981 yılında yayınlandı ancak 1999’a kadar Türkiye'de gösterimi yasaklandı.

Bu arada aynı yılın ocak ayında özel izinle dışarı çıkan Güney, bir daha cezaevine dönmedi. Önce Antalya’ya giden Güney oradan Yunanistan’ın Meis Adası'na daha sonra da Fransa'ya geçti.

Cezaevindeyken senaryosunu yazdığı ve Belçika devlet televizyonu için sinema, siyaset ve kadın üzerine röportaj yapan gazeteci Nazım Alfatlı ile röportaj yapan Güney, Yol’un çekildiği zamanlarda Türkiye’de şartların çok kötü olduğunu, sinemaların bombalandığını, sinemacıların tehdit edildiğini söylüyor. Güney, bütün bu kötü şartlara rağmen film yapılabileceğinin mesajını vermeye çalıştığını ve sinemanın tek başına ne devrim yapacağını ne de demokrasi mücadelesini zafere ulaştıracağını ifade etmişti. 1982'de Cannes Film Festivali’nden Altın Palmiye ödülüyle ayrılan film, Kürt meselesine ve 12 Eylül'e değindiğinden dolayı 1999’a kadar Türkiye'de gösterimi yasaklandı. Türkiye’nin “mucbir sebepler” gerekçesiyle yasakladığı film dünyanın en iyi filmleri arasında gösteriliyor.

Bu süre zarfında, Türkiye vatandaşlığından çıkarılan Güney, Fransa’da yeni bir filmin çekimine başladı. “Duvar” filminin çekimleri başladığında Yılmaz Güney’in kanser olduğu öğrenildi. Varlığı ve eserleriyle devrimci mücadelede sembol olan Güney, 1984 yılının 9 Eylül gününde Paris’te sürgünde yaşamını yitirdi. Güney hayatı boyunca, 114 filmde oyuncu, 26 filmde yönetmen, 15 filmde yapımcı, 64 filmde ise senarist olarak yer aldı.

12 Eylül darbesinin yasaklılarından ve vatandaşlıktan çıkarıldığı için Paris’te toprağa verildi. Ama o hep doğduğu toprakların insanlarının taht kurduğu gönlünde yaşadı, ölümsüzleşti. O bu toprakların yüce gönüllü “Çirkin Kral”ı oldu.

İLGİLİ HABERLER
DİĞER HABERLER