Umuda yolculuk sorunları çözmüyor
Yurt dışına göç etmek, son zamanlarda özellikle genç işçiler arasında baskın bir eğilim halinde. Genç işçiler “daha iyi bir yaşam” umudu taşırken Yücel Özdemir, bunun böyle olmadığını söylüyor.
Görsel: Pixabay
Hilal TOK
İstanbul
Ernst Bloch, Umut İlkesi kitabında, iyi ve güzel olanı gelecekte yaratma uğraşından, bireyin değişim için mücadele ederek umut ettiklerinin gerçekleşebileceğinden bahseder. Umuda ve cesarete en çok ihtiyaç duyulan coğrafyalardan birinde, Türkiye’de, umudu bu toprakların çok ötesinde arayan milyonlar var. Umudu sadece giderek, vazgeçerek, terk ederek arayan milyonlarca insan, işçi ve emekçi gidiş yollarının nasıl mümkün olacağını sorguluyor her gün. Petrokimya işçisi, tersane işçisi, tekstil işçisi, hemşire… Artık her dokunuşta, yaş ve iş kolu fark etmeksizin ‘gitmek isteyenlere’ çarpıyor elimiz. Avrupa’ya, Amerika’ya giderek bir sihirli değneğin hayatlarını değiştireceğini umut edenler, diğer yandan bu motivasyonlarına karşılık, bu toprakların ötesine giden işçileri bekleyenler...
"KURTULUŞ GÜNÜ"
Feyyaz, 35 yaşında. 10 senedir İstanbul Tuzla’da bulunan, Petrol-İş’in örgütlü olduğu 800 işçinin çalıştığı Mutlu Akü’de işçi. Aylık eline geçen ücret 13 bin 400 lira. Ücretleri yetmediğinden dolayı işçilerin fazla mesaiye kaldığı ya da ek iş yaptığı Mutlu Akü’de yıl sonunda sözleşme süreci başlayacak. En az yüzde 200 zam istediklerini, öncesinde ek zam istediklerini, bunun için ara ara fazla mesaiye kalmama eylemi yaptıklarını söylüyor.
Bunları istiyor istemesine ama bu talepler için mücadele etse de yalnız kalacağını düşüneceğinden de adım atmıyor. Şikayet ettiği ancak düzelmesi için uğraş vermeyi tercih etmemesini “Kimseye güven olmaz, yarın çıkarsın bir bakarsın tek kalmışsın, arkanda kimse yok” diyerek açıklayan Feyyaz’ın tek umudu Kanada. Çoluğu çocuğu bir de tazminatını alıp, tası tarağı toplayıp Kanada’ya gideceği günü “kurtuluş günü” olarak görüyor.
"İLERİSİ PARLAK DEĞİL"
“Bıraksam bugün bırakacağım işi ama tazminatım var içeride. O benim ve ailemin gidiş bileti. Yıllardır emek verdim. Bu ücretlerle yaşayabilmek mümkün değil. Mücadele diyorsun… Mücadele toplu birliktelikle yapılır, nerede o toplu birliktelik? Bugün çıksan ortaya, anında satılıyorsun. Eskiden birlik beraberlik vardı. Şimdi yok. Herkes kendini düşünüyor. İşçileri ayrıştırdılar. İşçinin hevesi kalmadı. İleriye dönük parlak bakmıyorum. Üç çocuğum var, onların geleceği için… Buranın yaşam tarzı bana da çocuklarıma da uygun değil. Her şeyi satıp, tası tarağı toplayıp yurt dışına gideceğim. Umuda yolculuk işte. Burada bir şeylerin değişeceğine, birlik beraberlik olacağına inancım kalmadı. Ben mücadele edersem, ‘Sesi çok çıkıyor’ deyip yerimi değiştirirler, daha zor bölümlere atarlar, o yüzden kimse bana karışmasın diyorum. Durum içler acısı ama yapacak bir şeyimiz de yok. Bu sistem değişmez. Sistem böyle yürüyorsa sisteme ayak uyduracaksın. Bu zamana kadar çok mücadele verdim, çok emek verdim, sağlığımdan oldum. Tazminatı aldım mı vın. Kanada’ya yerleşeceğim, güzel bir hayatım olacak. Kafaya koydum. Tam kurtuluş. Benim gibi düşünen çok işçi var” diyor.
"KAÇMAK BU, BENCİLLİK, BİLİYORUM AMA…"
28 yaşındaki Ekrem ise 120 işçinin çalıştığı Neşe Plastik’te çalışıyor. Burası da sendikalı, Petrol-İş örgütlü. İşçilerin eline geçen çıplak ücret 12 bin lira. Bu yıl sonu onların da sözleşme süreci başlayacak. Fabrikada şimdiden bir hareketlenme var, işçiler sürekli sözleşmede ne isteyeceklerini tartışıyor. Ücretlerin yetmediği, koşulların değişmesi gerektiği üzerine tartışmalar sürüyor… Ekrem de Feyyaz gibi, Türkiye’de diğer şehirlerdeki işçi eylemlerini takip etmiyor. O da “Artık ülkede çözüm göremediği” için Almanya’ya gitmek için belgelerini hazırlıyor şu sıra.
Ekrem şunları söylüyor: “Asgari ücretle geçinemiyorum, bu şartlarda bir ailem bile olamaz. Bu ülkede hayalim umudum yok, yurt dışına gideceğim. Almanya’ya. Bugüne kadar Türkiye’yi sevdiğim için gitmemiştim, ama son seçimden sonra kararımı değiştirdim. Buradaki düzenin tek kurtuluşu insanların sokağa çıkması, mücadele etmesi, biliyorum. Örgütlenmeden olmaz. Bu benim yaptığıma kaçmak deniliyor aslında, kendini kurtarmak… Ama yoruldum artık. Ben de mücadele verdim ama olmayınca insan biraz bıkıyor. Hukuk, demokrasi yok. Hakkını savunan bir sistem yok. Tek çare sokaklar, ama… Nasıl olacak bilmiyorum, örgütlenmek çok zor. Bu biraz bencil tavır farkındayım. Bir taraftan mücadele ediyorsun ama bir taraftan da o mücadele sonuç vermedikçe hayat akıyor bir yandan. Ülkenin şu durumunda bir şeylerin değişmesi zor. Yurt dışında da benzer sorunlar yaşayacağım, ama daha iyi olacağını düşünüyorum, en azından ekonomik olarak daha rahatsın, kişisel özgürlükler konusunda daha rahatsın.”
"EN AZINDAN DEĞER GÖRÜRÜZ"
45 yaşında tekstil işçisi bir kadın da Almanya’ya akrabalarının yanına yerleşmek istiyor. “Burada yaşanmıyor artık” diye açıklıyor gitme isteğini, tüm yaşamı burada sürmüş olmasına rağmen. Almanya’da çok rahat yaşayacağını düşünüyor.
19 yaşındaki bir tersane işçisinin hedefinde de yurt dışına gitmek var, temel motivasyonu, “Yaptığım işin aynısını yapıp daha çok kazanırım” oluyor: “Tersanede aldığımız neye yetiyor ki aileme daha çok para gönderirim.”
25 yıllık hemşire bir kadın da dil kursuna başladığını, Almanya’ya gitmek için kolları sıvadığını söyleyerek, “Artık bu ülkede hiçbir değerimiz yok, en azından gider değer görürüz” diye açıklıyor gitme isteğini.
"TÜRKİYE’DE KOŞULLAR AĞIR AMA BURASI DA CENNET DEĞİL"
2022 yılı uluslararası göç istatistiklerine göre Türkiye’den yurt dışına göç edenlerin sayısı bir önceki yıla göre yüzde 62.3 artmış durumda. Almanya ise Türkiye’den Avrupa’ya göç etmek isteyenlerin birinci durağı olmaya devam ediyor. Çıkardığı göç yasalarıyla kalifiye ve nitelikli iş gücüne kapılarını açan Almanya’da yaşayan Evrensel Yazarı, Gazeteci Yücel Özdemir, ‘umut kapısı Almanya’nın’ ucuz iş gücü ile göçmenler için nasıl bir sömürü cennetine dönüştüğünü anlatırken bu göç ve talebin hem Türkiye hem Almanya işçi sınıfının kazanımları açısından oluşturduğu tehlikeleri aktarıyor.
Özdemir, Türkiyelilerin Almanya’daki maaşlarla Türkiye’dekini karşılaştırdığını, bir hayale bile yanlış yolla başlandığını söylüyor: “Mesela Almanya’da 3 bin avro geliriniz varsa, hemen Türkiye’deki döviz karşılığıyla, 30 ile çarpıyor. 90 bin lira da çok cazip geliyor. Ayda 15 bine çalışan insan birden 90 bine odaklanıyor. Ben ilk kuşak işçilerle çok röportaj yaptım; burada en alttaki işleri yapan, en kötü koşullarda çalışan ve en ucuza çalışan işçilerdir göçmen işçiler. Şimdi Almanya’ya gideyim hayatım kurtulsun diye bakıyorlar. Evet akademik bir pozisyonda olacaksa, bir şirkette yöneticilik yapacaksa uygun ama Almanya’nın ihtiyaç duyduğu iş gücü özellikle sağlık sektörü, yaşlı bakım sektörü ve yüksek teknoloji alanında. Almanya’da eğer gelip bir asgari ücretle çalışacaksanız -ki bu çok yaygın- Almanya’da brüt asgari ücret 40 günde 40 saat çalıştığınızda 2 bin 80 avro. Bunun da neti bin 500 avro, yani cebinize girecek para bu. Bu ücretin en az 800 avrosunu kiraya vereceksiniz çünkü burada kiralar yüksek. Geri kalan yarısı ile yaşamaya çalışacaksınız. Öyle gösterildiği gibi, ‘Gideyim Almanya’da çok iyi bir hayat beni bekliyor’ diye bir şey yok. Sağlık alanında ise bir hemşirenin ortalama ücreti net bin 800 avro. Kalifiye ise daha çok alır ki bunu belgelemeniz lazım, belli puan sistemleri var, orada 20 yıllık hemşire direkt burada kalifiye sayılmıyor. Genelde Türkiye, Arnavutluk gibi yerlerden gelen doğu Avrupalılar alt ücret grubunda çalıştırılıyor. Almanya’dakiyle gelip aynı maaşı almıyorsun ve daha ağır koşullarda çalışıyorsun, personel yetersizliği gerekçesiyle de fazla mesailerle çalışma saatlerini artırıyorlar. Türkiye’de koşullar ağır ama burası da cennet değil. Hiç Almanya’da çalışmasanız bile sosyal yardım alacağınızı söyleyenler oluyor. Oturum almak için çalışmak zorundasın. Diyelim ki öyle bir dert yok, sosyal yardım 502 avro. Onunla da anca gıdanı, faturalarını ödeyebilirsin, kiranı bile ödeyemezsin. Bu, buradaki yaşam koşulları için çok az bir ücret.”
"SADECE AYAKTA DURMA MÜCADELESİ VERİYORLAR"
Almanya’nın bu kadar reklamının yapılmasının, göç yasalarının çıkarılmasının nedenlerinden birinin de nitelikli iş gücünü ucuza çalıştırmak olduğunu söyleyen Özdemir, gerçek çözüme işaret ediyor: “Yurt dışından bir doktoru getirmenin maliyeti, Almanya içinde bir çocuğa yatırım yapıp doktor eğitimi aldırmaktan çok daha ucuz. Diğer ülkelerin yetiştirdiği nitelikli iş gücünü kapitalist ülkeler böyle ucuza satın alıyorlar aslında. Bir ülkede sıfırdan başlamak kolay geliyor ama kolay değil. İlk kuşak işçilerde biz uzun süre sınıfın parçası olamadıklarını gördük. Bu yüzden burada değiştirici özne olamıyorlar. Çünkü sadece ayakta durma mücadelesi veriyorlar. Bir çözümsüzlük taşınıyor aslında oradan oraya. Türkiye’de dönüştürme gücü ve umudunu yitiriyor, değişimin olmayacağına inanlar Almanya’ya geliyor ne oluyor peki? Kendi ülkesinde kendisine gidici olarak baktığında, geçici bir duygu sarmalı içinde; mücadele içine girme, iş yerindeki çalışma koşullarının düzeltilmesine karşı da pasifleşiyor. Bu sefer de geldiği ülkede mücadelenin bir parçası olamıyor. Almanya’da da sosyal devlet anlayışında çok erozyon yaşandı, işçilerin kazanımlarına el konuldu ama yine de kısmen kırıntılar var. Bunlar da işçi sınıfının mücadele tarihine dayanıyor. Büyük bedellerle kazanıldı, bu kazanımlar ve kısmen de verilen mücadelelerle korunuyor. Sermayenin kendiliğinden bir şey verdiği yok ve bunları yok etme hedefinde. Ucuz iş gücü göçmenlerle, geçici oturumlarla iş gücü takviyeleri yaparak mücadele tabanını ve bu kazanımları da yok etmek istiyorlar, çünkü göçmenler en ucuza, en kötü koşullara mecburen razı oluyorlar. Gittikleri ülkede çok ayrımcılık ve dışlanma ile de karşılaşıyor ve daha büyük bir mutsuzluk içinde olduklarını görüyorum gelenlerin. Yerini yurdunu terk etmektense, yeni bir ülkeye gitmektense yaşadığı ülkeyi, eğer Almanya’ya özeniyorsa -ki Almanya’da bütün sorunların çözüldüğü bir tablo yok- ona benzetmek için uğraşabilirler, insanca bir yaşam istiyorsak yaşadığımız ülkeyi yaşanılabilir bir noktaya getirmek için mücadele asıl çözüm olur.”
"UMUDA YOLCULUK HAYALLERİNE DEĞİL, BİRLEŞMEYE İHTİYACIMIZ VAR"
Emek Partisi İstanbul Milletvekili İskender Bayhan ise daha iyi bir yaşam umuduyla gerçekleşen emek gücü göçünün her dönem Türkiye’nin gündeminde olduğunu, bunun son yıllarda gittikçe ağırlaşan ekonomik koşullar ve artan politik baskılar ile arttığına işaret ediyor. Bayhan, “İşçi ve emekçiler içiresinde yürüttüğümüz çalışmalarda özellikle belli bir yaş kuşağından, başta gençler olmak üzere işçiler arasında da bu eğilimin gittikçe arttığına tanık oluyoruz. Bunların bir kısmı yurt dışına gidip, çalışıp belli bir ekonomik birikim yapıp geri dönme şeklinde dile getiriliyor. Çoğunluk kısmı ise gidip dönmemek ve hayatını artık yurt dışında sürdürmek istiyor. Bu konuda özellikle Batılı kapitalist ülkelerdeki iş gücü talebi üzerinden yapılan çağrılarda etkili oluyor” diyor.
İşçiler arasındaki bireysel kurtuluş arayışlarının vardığı en ileri noktanın bu eğilim olduğunu söyleyen Bayhan şunları söylüyor: “Bu eğilim çok az sayıda işçi ve emekçi kardeşimiz için gerçeğe dönüşebiliyor. Kaldı ki onların bir kısmı da gittiği ülkelerde hayal ettiği yaşamı kuramıyor. Ya geriye dönüyor ya da gittikleri ülkelerde ucuz emek gücü olarak sömürülmeye devam etmek zorunda kalıyor. Gittikleri için memnun olanların sayısı toplam içerisinde oldukça az. Onun için yurt dışına gitme seçeneği bireysel kurtuluş açısından bile işçileri, emekçileri gerçek kurtuluşa kavuşturmaktan oldukça uzak bir seçenek.”
İşçilerin, emekçilerin milyonlar halinde bir sınıf olarak sömürüldüğüne dikkat çeken Bayhan, işçilerin çözüm arayışı için nereye bakmaları gerektiği noktasını ise şöyle işaret ediyor: “İşçilerin, emekçilerin içinde bulundukları kötü çalışma ve yaşam koşulları bireysel olarak yaşadıkları bir sorun değil, bir sınıf olarak yaşadıkları bir sorun. Kapitalist sömürü sisteminin ve onun koruyucusu, sürdürücüsü olan sermaye hükümetlerinin izlediği politikaların ağırlaştırdığı bir sorun. Bu sorunla ancak sınıf olarak birleşirlerse baş edebilirler. Kendi bireysel yaşam koşullarını ancak bir sınıf olarak birleşip mücadele ederlerse değiştirebilirler. Bunun dışındaki her türlü çözüm arayışının sonu, en kötüsünden biraz daha az kötü olan için ömrünü vermekten öteye gitmemiştir, gitmeyecektir. Umuda yolculuk hayallerine değil; birleşmeye, sınıf olmanın özgüveniyle mücadele etmeye ve koşulları değiştirmeye ihtiyacımız var. Hem işçi ve emekçilerin hem de Türkiye’nin çıkarına olan da budur. Dahası gerçekçi olan çözüm yolu da budur.”