Bir olay: Orta Vadeli Program | Bir kavram: Kemer sıkma politikası
Emekçi sınıflar hem temel ihtiyaçlarını karşılayacak kaynaklardan yoksun bırakılırken, emekçi sınıfların parası, sermayenin çıkarları için kullanılıyor.
Kaynak: Freepik
BİR OLAY: ORTA VADELİ PROGRAM
6 Eylül’de iktidar kanadı, 2024-2026 dönemine ilişkin enflasyon, istihdam, büyüme gibi ekonomik hedeflerini içeren Orta Vadeli Program’ı (OVP) duyurdu. Enflasyon tahmini yüzde 65’e çıktı, 2024 büyüme hedefi %4’e düşürüldü. Merkez Bankası’nın %58 olan enflasyon hedefi ile 2024 için söz edilen %5,5’lik büyüme hedefine ulaşılamayacağı kabul edildi. Nitekim esnek çalışmanın, özelleştirmenin, vergi zamlarının arttırılmasına yönelik “hedefler” de programda yer aldı. Kimi iktisatçıların “gerçeğin kabulü” gibi söylemlerle takdirini bile toplayan emek düşmanı programa karşı muhalefet partilerinden de tepkiler geldi. Üzerinde uzlaşılan şey ise, programın bir kemer sıkma politikası olduğu yönünde oldu.
BİR KAVRAM: KEMER SIKMA POLİTİKASI
Siyaset ve ekonomi terminolojisine 1910’larda ABD “koruması” altındaki Haiti ve ‘20’lerde Mussolini İtalya’sı ile giren kemer sıkma politikası, özü itibarıyla kamusal hizmetlere ayrılan bütçenin kısılması ya da vergilerin arttırılması ile bütçe açıklarının kapatılmasını ve (genelde) enflasyonun düşürülmesini hedefler.
Kemer sıkma politikası yavaşlayan büyüme, aşırı ısınan ekonomi, artan enflasyon vb. sorunları yüksek faiz ve yüksek işsizlik ile çözmeye gayret ederken enflasyonun sebebini aşırı talep veya yüksek alım gücü ile açıklayan ortodoks ekonomi teorilerine yaslanır. “Hiç kimse bir şey alamazsa fiyatlar da artamaz.” Neo-liberal politikalar ile reel ücretler ve alım gücü, şok etkisi yaratacak bir hızda düşürülür. Aynı sebepten gerçekleşmiş olmasalar da kemer sıkma politikası, tıpkı Türkiye’de pandemi dönemindeki enflasyon trendi ve hükûmetin kamçıladığı enflasyonist büyüme ve ihracat politikalarının bileşimiyle deneyimlediğimiz gibi emekçi sınıfların ani yoksullaşması ile sonuçlanır.
Her şeye rağmen kemer sıkma politikası, sıklıkla, seçimden önce muhalif iktisatçılarca da bir zorunluluk olarak lanse ediliyor ve “Dost acı söyler” gibi ifadelerle kamuoyu yaratmaya gayret ediliyordu. Günümüzde de Orta Vadeli Program ve Mehmet Şimşek’in basın demeçleriyle uygulanacağı tescillenen kemer sıkma politikası elbette yeni bir icat değil. Batı’da da Britanya’nın eski Başbakanı M. Thatcher ile özdeşleşen politika, ‘82’de Arjantin ile Britanya arasında yaşanan Falkland Savaşı’nın ekonomiye vurduğu darbenin ardından uzun vadede uygulanmıştı.
Neo-liberal iktisatçılarca müsriflik olduğu ileri sürülen kamu harcamalarının kısıtlanması ile bütçenin büyümeyi artırmak veya halihazırda sermaye ihtiyaçları için alınmış borçların ödenmesi için kullanarak ekonomiyi iyileştireceği iddia ediliyor. (Burada müsriflikle itham edilen harcamaların savaş ve rant harcamaları değil, ücretsiz eğitim ve sağlık hizmeti gibi insani değerler olduğu da unutulmamalı.) Bu, halk düşmanı politika sıklıkla “trade-off” olarak sunulurken, hem makroekonomik ölçekte bir “fayda” sağlayacağına hem de emekçi sınıfların yaşamında bir yıkıma yol açmayacağına dair bir güvence yok. Peki, bu politika gerçekte ne ifade ediyor?
TARİHTEKİ UYGULAMALARI VE SONUÇLARI
Ne kemer sıkma duayeni Thatcher döneminde İngiltere’de ne de Shinzo Abe döneminde Japonya’da iddia edildiği gibi “Kısa süreli bir zorluk, ardından da gelen refah ve ekonomik canlılık” elde edilmedi. Japonya da dahil olmak üzere pek çok ülke, 2019 öncesinde dünyadaki deflasyon trendi ile mücadele ediyordu. Nitekim Abe de bu mücadelede payına düşeni kemer sıkma politikalarıyla, büyük bir bütçe elde ederek ve bu bütçeyle ekonomiyi ısıtıp büyümeyi hızlandıracak bir ortam yaratarak çözmek istedi ancak Japonya, 2008’den 2014’e kadar 4 kere resesyona girdi. Bu oldukça başarısız bir ekonomi yönetimini tartışmaya kapalı bir biçimde ortaya koyuyor.*
Thatcher’a geri dönecek olursak, The American Economic Review’da ortaya koyulduğu üzere Britanya’da 1979’da %4,7 olan işsizlik 1988’de %8,5 olmuş; yine 1979’da %13,2 olan yıllık enflasyon 1988’de %5,6’ya düşmüş.** İşsizliği neredeyse iki katına çıkarmanın bedeli enflasyonu yalnızca 8 puan indirmek, ki enflasyondaki bu azalma yalnızca Britanya politikaları ile de ilgili olmayıp dünya ekonomisinin bir eğilimiydi. Bunun yanı sıra Britanya’da işçi verimliliğinde de Kıta Avrupa’sına kıyasla gözle görülür bir artış vardı. Verimlilik denilen şeyin kendisi ise aynı çalışma süresinde iş yoğunluğu artışıdır. Bu yoğunluk artışı maaşlara yansımadığı takdirde ücretlerin düşmesi ve ödenmeyen emeğin oranının artışı, dolaylı olarak da emekçi nüfusun yoksulluğunun artışı demektir. “Başarılı” bir ekonomi politikasında hedeflenen de üstü kapalı bir şekilde bu oluyor.
TOPLANAN VERGİLER NEREYE HARCANACAK
Vergilerin artırılmasının zorunlu sonucu alım gücündeki düşüştür. Alım gücündeki bu düşüş, kâğıt üzerinde her vatandaş için aynı oranda olsa dahi yaşam koşullarını etkileyiş biçimi farklılaşmaktadır. Burjuvazi için yaşam standardında gözle görülür hiçbir değişiklik yaratmayacak olan alım gücündeki -örneğin yüzde 10’luk- bir düşüş, emekçi sınıflar için temel tüketim araçlarına, barınma, beslenme vb. erişimin kısıtlanması anlamına gelebilir. Emeğini satarak geçimini sağlayan halk tabakasının -işçi sınıfı- vergilerinin kamusal eğitim ve sağlık harcamalarından kaydırılacağı yer, sermayenin büyümesini teşvik edecek alanlar olacak.
Emekçi sınıflar hem temel ihtiyaçlarını karşılayacak kaynaklardan yoksun bırakılırken, emekçi sınıfların parası, sermayenin çıkarları için kullanılıyor. Emek-sermaye arasındaki çatışmada açıkça bir taraf tutuluyor, işçi sınıfına karşı kapitalist sınıfa bir nevi servet aktarımı yapılıyor. Devletin, kâğıt üstündeki, sınıflar üstü konumunun bir illüzyon olduğu kanıtlanarak hangi sınıfının hizmetinde olduğu ortaya koyuluyor. Bunların hepsi de toplumun nüfus ve oran olarak çok küçük bir kesimi olan bir sınıfın çıkarlarını, bütün toplumun çıkarlarıymış gibi göstererek yapılıyor.
*Another austerity victim: Japan falls back into recessionThe Washington Post
**The Thatcher Miracle? - R. Layard, S. NickellThe American Economic Review, Vol. 79, No. 2, May, 1989