Yeni anayasa ve üretim ilişkileri
Patronlar kısıtlı haldeki emekçilerin haklarına tahammül gösteremezken ‘yeni’ anayasa yapım süreci sermayenin daha fazla talep ve temennisine göre biçimlenecek.
Fotoğraf: Pexels
Kansu YILDIRIM
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Nahçıvan gezisinden dönüşü sırasında uçakta gazetecilere “yeni anayasayı yapmakta kararlı olduklarını”, 1 Ekim’den itibaren gerekli adımları atacaklarını söyledi. Medya ve hukuk alanındaki liberal söylemin hakimiyeti nedeniyle “yeni anayasa” denildiğinde akla genellikle soyut bir demokrasi ve sivil siyaset alanını ilgilendiren konular geldiği için anayasa metinlerinin temel özelliği ve gereksinimi unutuluyor.
Anayasa metinleri, ulusal ölçekte egemen olan ideolojik yapının ve üretim ilişkilerinin normatif ifadesidir. Marx’ın ifadesiyle üretim ilişkileri, maddi üretici güçlerinin belirli bir gelişme evresine karşılık gelir. Üretim ilişkilerinin tümü, toplumun iktisadi yapısını, belirli toplumsal bilinç şekillerine tekabül eden hukuki ve siyasi üstyapının üzerinde yükseldiği somut temeli oluşturur. Üretim ilişkileri sadece iktisadi alanla sınırlı olmayan, bir toplumsal oluşumun yapıtaşlarını belirleyen ilişki biçimleridir.
Bu açıdan hukuk, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’da yer aldığı şekilde, hakim üretim biçiminden ve ilişkilerinden bağımsız değildir; her üretim biçimi kendine has hukuksal kurumlarını ve yönetim tipini yaratır. Anayasa metinleri de kurucu niteliğe sahip olarak, devlet kurumlarının ve bürokrasinin yapısını, devlet ve sermaye ile sermayenin kendi arasındaki ilişkileri, devlet ve yurttaşlar arasındaki ilişkileri, piyasanın işleyişini, üretimin ve bölüşümün organizasyonunu, kamu hizmetlerinin içeriğini ve niteliğini düzenler. Uluslararası metinlerden esinlenmeler veya çeşitli yasa maddelerinin doğrudan transferleri olsa bile, nihai karakterini ideolojik yapı ve üretim ilişkilerinin yapısı belirler.
Tarihsel olarak, 24 Ocak kararları ve 12 Eylül darbesinden sonra hızlıca yeni anayasanın yürürlüğe girmesinin nedeni, herkesin bildiği üzere, burjuvazinin önderlik bunalımını sona erdirerek, Türkiye’deki devlet ve piyasa ilişkilerini -Türk-İslam sentezi eşliğinde- neoliberal kodlara uygun biçimde düzenlemek; zorla zırhlandırılmış hegemonya eşliğinde kalıcı dönüşümü başlatmaktı.
AKP’li yılların en büyük eksikliği uzun süredir gerçek anlamda “yeni” anayasadır. Ancak bu liberal amentünün Godot’yu bekleme hikayesine dönüşen, her “Yeni anayasa yapıyoruz” dediklerinde sıraya girdikleri türden Batı burjuva demokrasisine yedeklenmiş haklar ve özgürlükler alanındaki “yeni”lik arayışı değildir.
Türkiye parlamenter siyaseti hem iktidar hem de ana muhalefet tarafından ABD tipi (filler ve eşekler) siyasi profile itilirken de siyasal İslam’ın kurumsal egemenliği kuruculuk bağlamında tanımlanırken de “yeni” anayasa gereklidir. Cumhur ya da Millet adı altında ittifakların işlevi de burada açığa çıkmaktadır: Düzen içerisinde kutup dışında kalma potansiyeli bulunan ya da ileride üçüncü bir kutup oluşturma ihtimali olan partileri vekillik, koltuk, makam, ihale, belediye rantıyla çeken mıknatıs işlevidir.
Temel neden ise başkadır. Başkanlık sisteminin devletin ve gündelik hayatın tüm alanlarında hukuki kodifikasyonunu tamamlayacak ve Türkiye kapitalizminin ihtiyaçlarına doğrudan cevap verecek “yeni” kurucu perspektif arayışıdır. Kuşkusuz bu arayış hakim ideolojiye uygun olarak biçimlenecektir.
Ülkenin her yeri mahalle arası merdiven altı atölyelerden yeni kurulan organize sanayi bölgelerine dek üretim üssüne dönüştürülürken ve üretimi sürdürmek için daha fazla agresifleşirlerken hem kurumsal meşruiyet hem de sermayenin sınırsız tahakkümü için referans metne ihtiyaçları vardır.
İstanbul Sanayi Odası (İSO) tarafından açıklanan Türkiye’nin 500 büyük sanayi kuruluşu araştırması 2022 yılı sonuçları bu konuda sağlama olacaktır. Türkiye’nin tekelci burjuvazisini oluşturan İSO 500’de üretimden satışlar 2022 yılında yüzde 119 oranında artarak 2 trilyon 48 milyar liradan 4 trilyon 485 milyar liraya çıktı. İlk 50 şirketin net üretimden satış içindeki payı yüzde 52, ilk 100 şirketin payı yüzde 65 oldu. 2022 yılının verileri yıl sonu tüketici enflasyonu ile arındırıldığında üretimden satışlar reel olarak 2021 yılına göre yüzde 33.3 arttı. İSO 500’ün ihracat artışı, Türkiye genelinin 1.2 puan üzerinde gerçekleşti ve sanayi ihracatı içindeki payı yüzde 40’lar civarında seyretti.
TÜİK’in 2022 sektör bilançoları da sağlamanın diğer bir boyutunu oluşturuyor. Sektör bilançoları kapsamında bulunan tüm firmaların toplam net satışları 31 trilyon 466 milyar 768 milyon TL, toplam faaliyet kârı ise 2 trilyon 370 milyar 48 milyon TL olarak gerçekleşti. 17 sektörün toplam aktif büyüklüğü yıllık bazda yüzde 69 artışla 26 trilyon 351 milyar liraya, net satışları yüzde 113 artışla 31 trilyon 466 milyar liraya, toplam net dönem kârları ise yüzde 423 artışla 1 trilyon 511 milyar liraya ulaştı. 17 sektörden 15’i 2022 yılını net kâr ile kapatırken, 2 sektörün yılı zararla tamamladı.
Türkiye kapitalizmi ticaret bakanının zikrettiği “tek yol ihracat” paradigmasına göre büyüme eğilimini sürdürürken, üretimin ve ihracatın mekansal ölçeği genişleyip hacmi artarken, bu tempoyu engellemeye dönük her türden harekete (işçi eylemleri, grev, direniş, yargı ve dava süreçleri) müdahale edecekleri aşikardır. Sermaye sınıfı gelecek döneme yatırım yapmaktadır: Başta Avrupa ülkelerinin küresel tedarik ve meta zincirinde emek ve enerji maliyetinin daha düşük olduğu ülkelere yönelmesi ile talepteki daralmadan kaynaklı siparişlerin azalması, mevcut kârların azalması anlamına gelmektedir. İSO’nun ihracat iklimi endeksi verilerine göre ihracatın büyümeye katkısı 2021 genelinde ve 2022’nin ilk yarısında yüksek seyrederken, 2022 yılı ikinci yarıda azalmaya başlamış, 2023 ağustos itibarıyla 50 eşik değerinin altına düşerek daralma bölgesine girmiştir. İSO Türkiye imalat PMI’ın yılın ikinci yarısıyla birlikte daralma bölgesine düşmesi ise şimdiki tablonun bozulması anlamına geliyor. Bu nedenle üretim temposunu ve kâr oranlarını korumak için her türlü müdahale alanının tanımı ve araçları çeşitlendirilecektir. 15 Temmuz’dan sonraki OHAL dönemi ve salgın aylarında ilan ettikleri grev yasakları çarpıcı birer örnekti. Anayasa’nın 54. maddesinde yer alan “Grev hakkı ve lokavt iyi niyet kurallarına aykırı tarzda, toplum zararına ve milli serveti tahrip edecek şekilde kullanılamaz” ifadesine dayanılarak onlarca grev yasaklandı. Örneğin “yeni” anayasada bu maddenin korunması, hatta kapsamının genişlemesi muhtemeldir. Patronlar kısıtlı haldeki emekçilerin haklarına bu denli tahammül gösteremezken “yeni” anayasa yapım süreci sermayenin daha fazla talep ve temennisine göre biçimlenecek, emeğin anayasal hakları daha fazla törpülenecektir.
Siyasi partiler ve sendikalar açısından yeni anayasa tuzağına düşmemek ilk atılacak adımdır.