02 Ekim 2023 04:04

İki Almanya'nın birleşmesinin 33. yılı: Birleşmenin Doğu Almanya’ya mirası aşırı sağ

Almanya’nın birleşmesi 3 Ekim 1990’da gerçekleşti. Başından itibaren Doğu Almanya’da özel bir politika uygulayan devlet, zamanla antifaşist geleneği zayıflatmayı başardı.

Fotoğraf: Yücel Özdemir/Evrensel

Paylaş

Yücel ÖZDEMİR
Köln

Berlin Duvarı’nın 9 Kasım 1989’da yıkılmasından sonra Federal Almanya Cumhuriyeti’nin (BRD) Demokratik Almanya Cumhuriyeti’ni (DDR) tasfiye etmek için başlattığı resmi prosedür yaklaşık 11 ay içinde tamamlandı ve 3 Ekim 1990’da resmi birleşmenin altına imza atıldı. Tam 33 yıldır her 3 Ekim’de iki Almanya’nın birleşmesinin bayramı kutlanıyor. Bu yıl kutlama etkinliklerinin merkezi Federal Eyaletler Meclisi (Bundesrat) dönem başkanı olduğu için Hamburg eyaleti olacak. Bu yıl da Birleşme Bayramı dolayısıyla pek çok etkinlik yapılacak, birleşmenin Almanya’ya katkıları anlatılacak. Sorunlar ise her zaman olduğu gibi halının altına süpürülecek.

Ne var ki, 33 yılda Doğu ve Batı Almanya’nın ekonomik, siyasi, kültürel gibi pek çok açıdan hâlâ birleşemediği bir gerçek. Bunun göstergelerinden biri de aşırı sağcı, faşist örgütlerin bölgede sürekli güç kazanması. 1990’lı yılların başından itibaren Doğu Almanya’da milliyetçiliğin, ırkçılığın, kapitalizme hayranlığın gelişmesi için sürekli kaynak ayıran, özel bir politika uygulayan devlet, zamanla antifaşist geleneği zayıflatmayı, aşırı sağı güçlendirmeyi başardı.

Denilebilir ki, son 33 yılın Doğu Almanya’daki özeti aşırı sağın istikrarlı bir şekilde yükselmesidir. 34. yıl ise bunun zirve yapacağı bir yıl olarak önümüzde duruyor. 2024’te Thüringen, Brandenburg, Saksonya eyaletlerinde yapılacak parlamento seçimlerinde aşırı sağ-faşist Almanya için Partisinin (AfD) birinci çıkacağı bugünden açık olarak görülüyor. Keza bu yıl bazı kasabalarda kazanılan belediye başkanlığı ve valiliklerin sayısının artacağı da anlaşılıyor.

33. YILINDA TÜHRİNGEN ÖRNEĞİ

Dolayısıyla, Doğu Almanya’da AfD ile mücadeleden söz ettikçe AfD’nin güç kazanmaya, özellikle bölgede ‘normal’ bir parti olarak algılanmaya devam edeceği görülüyor. Bunu özellikle Thüringen eyaletindeki gelişmelerden görmek mümkün.

5 Şubat 2020’de FDP’li Thomas Kemmerich, CDU, FDP ve AfD’nin oylarıyla Sol Partili Bodo Ramelow’a karşı eyalet başbakanı seçildi. CDU ve FDP’nin AfD’nin Faşist Grup Başkanı Bjön Höcke ile yaptığı bu iş birliği ülke genelinde büyük bir tepki topladı. Faşist bir partinin oylarıyla başbakanlık koltuğuna oturan Kemmerich, ancak bir ay bu görevde kalabildi. 4 Mart 2020’de istifa etmek zorunda kaldı. Geniş kesimlerin tepkisinin sonucu olarak Kemmerich istifa etse de aslında eyalette CDU-AfD-FDP potansiyel koalisyonunun kendisini her fırsatta hissettirdiği 14 Eylül 2023’te bir kez daha gösterdi. CDU tarafından önerilen, eyalette emlak vergisinin yüzde 6.5’ten yüzde 5’e düşürülmesi teklifi AfD’nin oylarıyla 42’ye karşı 46 oyla mecliste kabul edildi. Böylece iyi ve orta gelirlilere kıyak yapılırken, eyaletin kasasına 48 milyon avro az para girmesini hep birlikte onaylamış oldular.

Böylece, CDU ve FDP, Anayasayı Koruma Teşkilatı tarafından aşırı sağ olarak ilan edilen Thüringen’deki AfD ile açıktan bir iş birliğine girmiş oldu. Benzer bir tablonun önümüzdeki yıl yapılacak parlamento seçimlerinden sonra da yaşanması muhtemel. Zira bugünden yapılan anketlerin çoğunda, seçimlerden birinci çıkması beklenen AfD’li Höcke’nin başbakanlık koltuğuna oturmaması için, CDU-Sol Parti-SPD arasında bir ortaklık yapılması gerekiyor. Sol Parti ya da AfD’nin dahil olmadığı ve salt çoğunluk sağlayan başka bir olasılık bulunmuyor. Bu tablo karşısında CDU ve FDP’nin faşistlerle mi yoksa demokratlarla mı hareket edeceğini ilerleyen zaman gösterecek. Ancak bugünden görünen, birçok konuda AfD’nin CDU ile aynı politikaya sahip olduğu, bu nedenle ortaklık kurmalarının pek zor olmayacağı. Pek çok muhafazakar politikacı ve medya organının, CDU tarafından sunulan öneriye meclisteki AfD’li milletvekillerinin destek vermesini olağan ve sıradan bir durum olarak göstermek istemeleri dikkat çekti.

Benzer bir tablonun Doğu Almanya’da bulunan diğer eyaletlerde de ortaya çıkması kuvvetle muhtemel. Çünkü, izlenen politikalar AfD’nin zayıflamasına değil güçlenmesine yol açıyor.

AŞIRI SAĞIN DOĞU’DA YÜKSELMESİNİN NEDENLERİ

Bugün burjuva siyasetçileri ve aydınlarının biraz da şaşkınlık içinde izlediği aşırı sağın Doğu Almanya’da sürekli yükseliş içinde olmasının elbette maddi bir zemini bulunuyor. Bunları şu şekilde sıralamak mümkün:

  • Birinci ve asıl neden ekonomik sosyal sorunlardır. İki Almanya’nın birleşmesinin üzerinden 33 yıl geçtiği halde ücretler ortalama olarak halen Batı Almanya’dan yaklaşık yüzde 15 daha düşük. Sendikaların ücretlerin aynılaştırılması için verdiği mücadele de sonuç getirmedi. Bu nedenle Doğu Almanya’da işsizlik ve yoksulluk başından bu yana Batı Almanya’nın iki katı oldu. Alman Sendikalar Birliği (DGB) tarafından verilen bilgiye göre, bölgede çalışanların sadece yüzde 45’i toplu sözleşme kapsamında. Bu oran Batı Almanya’da yüzde 56. Bu da emekçilerin daha ucuza çalıştırılmasının önünü açıyor. Yine Doğu Almanya’daki emeklilerin yüzde 44’ü asgari ücret düzeyinde bir aylık gelire sahip.
  • DDR dönemindeki devlet şirketlerinin tümü ya Batılı kapitalistlere kelepir fiyata satıldığı ya da kapatıldığı için bölgede üretim Batı’ya göre oldukça düşük. Çalışacak bir iş bulamayan insanlar ya göç ediyor ya da yoksulluk, işsizlik içinde yaşıyor.
  • Doğu Almanya’nın altyapısı yerinde sayıyor. Bir süre önce Bertelsmann Vakfı tarafından yayımlanan “Kommunalen Finanzreport 2023” (yerel mali rapor 2023) belediyelerin borç içinde kaldığı, bu nedenle toplu taşıma, yol, su, enerji, konut gibi alanlara yatırım yapamayacağını ortaya koydu. Bazı yerler viraneye dönmüş. Otobüslerin gitmediği, okulların açılmadığı köyler var. İşletme sayısı az olduğu için belediyelerin gelirleri arttırma imkanı da bulunmuyor.
  • Jena Üniversitesinden Prof. Klaus Dörre verdiği röportajlarda bu sorunlar konusunda bugüne kadar eyaletlerde işbaşına gelen partilerin sorunları çözemediğini, bu nedenle seçmenlerin AfD’ye şans tanıma eğiliminde olduğunu söylüyor. Daha önce bölgede diğer partilere alternatif görünen Sol Partinin de koalisyon ortağı olduğu için durumu değiştirebilecek parti olma özelliğini yitirdiğine dikkat çekiyor.
  • Ekonomik ve sosyal sorunlar nedeniyle gelecek korkusu içinde olan insanların yaşadığı bölgede mülteciler, göçmenlere karşı ön yargı ve düşmanlığın yüksek olmasının temel nedenini de bu maddi temel oluşturuyor. Kendilerine yetmeyen altyapı ve maddi desteğin bir bölümünün yabancılara verilmesine bu nedenle ülke ortalamasından daha fazla tepkililer. AfD’ye oy verenler arasında kentlerde değil de taşrada yaşayanların yüksek olması ayrıca dikkat çekici.
  • Aşırı sağ, faşist hareketler Doğu Almanya’ya gökten zembille inmedi. Devletin sola karşı Neonazi örgütleri desteklediği, örgütlediği pek çok belgeyle ortaya çıktı. AfD ise asıl olarak 1990’lı, 2000’li yıllarda ekilen tohumları biçiyor. Görünen ya da görünmeyen kadrolarının önemli bir kısmının geçmişinde bu Neonazi örgütler içinde yer alanların olduğu da biliniyor.

33 yıl içinde olanlar Doğu ve Batı arasındaki ekonomik-sosyal uçurumun, çelişkilerin kolay bir şekilde ortada kalkmayacağını bir kez daha gösterdi. AfD’nin hükümet olması durumunda da bu sorunların olduğu gibi devam edeceği anlaşılıyor. Zira, neoliberal bir programa sahip, özellikle sermayenin bir kesiminin temsilcisi haline gelen bu partinin zamanla diğer düzen partilerinden birisine dönüşebileceği açık.

ÖNCEKİ HABER

Siyaset Bilimci Wiegel: Almanya’da sağın yükselişi neoliberalizmle el ele gidiyor

SONRAKİ HABER

Kılıçdaroğlu'ndan Erdoğan'ın "yeni anayasa" çağrısına yanıt: Önce Anayasa'ya uyması lazım

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa