Zenon paradoksu ve Kürt sineması
Sinema Yazarı Şenay Aydemir, bu yıl 27 Eylül-1 Ekim tarihleri arasında 8’inci kez düzenlenen Film Amed Belgesel Film Festivali'ne dair izlenimlerini yazdı.
Görsel: Dartaş belgeselinden bir sahne
Şenay AYDEMİR
Politik belirsizlikler, maddi olanaksızlıklar ve pandemi nedeniyle üç yıl ara verilen Film Amed Belgesel Film Festivali, 27 Eylül-1 Ekim tarihlerinde 8’inci kez sinemaseverlerle buluştu. Amed Şehir Tiyatrosunun merkez olduğu dört farklı mekanda gerçekleştirilen gösterimlerde Kürdistan coğrafyasının dört parçasından ve Türkiye’den yapımlar yer aldı.
Ben de üç günlüğüne festivale katılma fırsatı buldum. Festival boyunca edindiğim gözlemleri aktarayım kısaca. İzlediğimiz belgesellerin çoğu Kürt coğrafyasının kadim ve yakın can yakıcı sorunları üzerinden şekillenmeye devam ediyor. Sınırlar, kayıplar, ölüm, dil ve yas…
Biçimsel denemelerden çekinmeyen Mozhgan Kavoosi’nin “Hîwa” adlı filmi, belgesel ile deneysel kısa arasında bir yerde salınırken bir çocuğun dil ile kurduğu ilişkiyi rüyalar, geleneksel motifler ve kaygılar üzerinden temsil ediyordu. “13’ê Gulanê” ise Halepçe katliamının ön gününe götürdü seyircileri. Ama katliama yeni bir yorum getirmekten çok, olan bitenin perde arkasını biraz da haber belgeseli tadında ele alıyordu. “Çiya, Bi Nêrîna Jinan” filmi eşleri sınır ticareti yapmak zorunda kalan kadınların endişelerini taşıyordu perdeye. Dilan Engin’in dört dakikalık filmi “Eve Dönüş”, heyecan verici bir deneme olarak dikkat çekti. Deneysel kısa/ videoart gibi alanlarla flört eden film yeni kuşağın yeni arayışlarla birlikte Kürt sinemasına dahil olacağını müjdeliyordu adeta. Engin ile kısa sohbetimizden bu çabanın devam edeceği izlenimini de edindim.
“Jiyana Rewsenbîrekî Kurd: Casimê Celîl” (Özlem Diler- Celil Badikanlı) ve “Wergerandina Ulyssesê” (Aylin Kuryel- Fırat Yücel) ise Avrupa’da yaşayan iki Kürt entelektüelin ülke, dil ve geçmiş ile kurduğu ilişkinin izini sürerek Kürtçe ile düşünmenin, söylemenin olanaklarını, sınırlarını ve olasılıklarını tartışmaya açıyordu. İzlediğim yapımlar arasında görsel dili en güçlü olan ise Xelîl Sehragerd imzalı “Dartaş” (Carpenter) belgeseliydi. Mayına basıp ayaklarını kaybetmiş insanlara ağaçtan protez bacak yapan yaşlı bir ustanın izini süren yapım, odağına acıdan çok rehabilitasyonu koyuyordu. Filmin doğa ile kurduğu güçlü bağ, protezlerin yarım bir ayağa yuva olmasıyla, ağaçların sincaplara ev sahipliği yapması arasındaki görsel ilişki, finalde hikayenin bağlandığı yer güçlü bir dünyayı taşıyordu perdeye.
Festivalde ayrıca, İran, Irak ve Suriye Kürdistan’ından gelene sinemacılar belgesel sinemanın geleceğini konuşmak üzere bir de forum gerçekleştirdi. Forumda Kürt sinemasının olanakları ve olanaksızlıkları konuşuldu. Dil, estetik birliğinin nasıl kurulabileceği; yapım olanaklarını güçlendirmenin yolları gibi sorunlar masaya yatırıldı.
Bir genelleme yapmak olanaksız ve yanlış olur ama şöyle bir gözlemi aktarmadan geçmeyelim. İzlediğimiz filmler içiresinde ülkesinin sinemasının birikimini taşımakta en mahir filmlerin İran’dan geldiğini gözlemledik. Irak ve Suriye coğrafyasından gelen yapımların güçlü bir mirasın içine doğradıkları söylenebilir. Ancak, Türkiye yapımı filmlerin sorunları üzerine durmak gerekiyor. Türkiye sinemasının yapım, üretim ve dağıtım modellerini; içerik tercihlerini reddederken olumlu birikimi de mi ihmal ediliyor sorusu bir kez daha düşüyor akıllara çünkü. İçerik ve dildeki kopuş ve yeniden inşa estetikte karşılığını bulamıyor. Yeni bir estetik iddia konulamadığı için kopuş da gerçekleşemiyor. Bu da ortaya biraz kafası karışık görsel dünyalar çıkmasına neden oluyor. Festival sırasında sohbetlerimizde sıkça dile getirildiği gibi, yalnızca film üretmek değil Kürt sineması üzerine kafa yoracak, içerik, biçim ve estetik durumlarını masaya yatıracak sinema yayınlarına da ihtiyaç var.
Aristo’ya göre diyalektiğin mucidi kabul edilen Zenon’un en meşhur paradokslarından birisi yol ile ilgili olan Dikotomi Paradoksu’dur. Buna göre, bir yolcu hedefine varabilmek için önce yolun yarısını kateder, sonra kalanın yarısını, sonra kalanın yarısını… Böylece aslında yolun tamamını katetmesi imkansız hale gelir. Paradoksu biraz bozuşturarak şöyle söyleyebiliriz. Kürt sineması sürekli ilerleyeceği bir yolda ve devam ediyor. Ama zaman ilerledikçe, sineması güçlendikçe katedeceği mesafe de azalacak. Şu an yolun en uzun ve en zorlu bölümünü katediyor. Yani ilk yarısını. Bu ilk yarıda kurulanlar, giderek kısalan mesafelerin sorunsuz atlatılmasını da sağlayacak. Mesafe ve alan daraldıkça yolculuğa devam edebilenler kalacak sadece. İyi tarafı bir hedefe hiç varılamayacak ve gelişimin sonsuza kadar sürecek olması!