04 Ekim 2023 03:45

Şair Yiğit Kerim Arslan: Güzel olan her dizeyi sahipleniyorum

Şair Yiğit Kerim Arslan "Bana Hevesli" isimli yeni şiir kitabını anlattı.

Fotoğraf: Kadir İncesu

Paylaş

İsmail AFACAN
İstanbul

Yiğit Kerim Arslan’ın “Bana Hevesli” isimli ikinci şiir kitabı raflardaki yerini aldı. Arslan yeni kitabında “varoluş”, “rüya”, “ölüm” gibi temalarla karanlık bir atmosfere götürüyor okurunu… Tüm bu atmosfer Doğu ve Batı’nın kesişim kümesinde kendini var ediyor.   

Arslan ile yeni kitabını konuştuk. “Ben yalnızca iyi şiiri savunuyorum” ifadelerini kullanan Arslan “Dize ve şiir güzelse gerisi anlamsızdır. Güzel olan her dizeyi sahiplenen bir anlayışa sahibim ve şiirimde de bunu yansıttığımı düşünüyorum” diyor.  

Kirpik Bilgisi’nden sonra ikinci kitabın Bana Hevesli… İki kitap arası zaman diliminde şiirinde nasıl bir değişim ve dönüşüm yaşandı?

Bana Hevesli’yi yazmaya 2018’de, Kirpik Bilgisi’ni tamamladıktan sonra başladım. İki sene sonra yine Bana Hevesli ismini verdiğim bir dosyayla Ali Rıza Ertan Şiir Ödülü’ne değer görüldüm. Fakat iki dosyanın yalnızca ismi aynı. Ödüllü dosyayı rafa kaldırdım. Bu beş senelik süreçte, Kirpik Bilgisi’ndeki o şiirin ilginç büyüsü yavaş yavaş kayboldu; işin içini daha çok teknik aldı. Zaten her zaman şiirin teknikten bağımsız yazılamayacağını düşünüyordum, bu düşünceyle birlikte şiirin yapısına daha çok yoğunlaştım. Daha nadir yazmaya ve bir şiire daha uzun süre harcamaya başladım. Bir şiiri defalarca yeniden yazdığım oldu. İzleğine bakarsak Bana Hevesli de aynı Kirpik Bilgisi gibi var oluş, ölüm ve aşk temelinde ilerliyor. Yani farklılıklar kadar benzerlikler de var. Bana Hevesli’yi aynı şiir anlayışının daha nitelikli ve olgunlaşmış hali olarak görüyorum. 

"ŞİİRİM, OKUMALARIMDAN ETKİLENİYOR"

“Varoluş”, “rüya”, “ölüm” gibi temalardan beslenen şiirlerle karşılaşıyoruz. “Ölçüp biçti sığayım diye merak mezarlığına / Ölümüme bir süs için karıştım kalabalıklara” diyorsun bir şiirinde… Varoluşçuluk şiirinizi nasıl etkiliyor?

Varoluşçuluk, edebiyat ve felsefeyle ilgilenen herkesin ilgisini çekmiştir. Benim de öyle ama kendime varoluşçu diyemem. Şiir için edebiyat için güzel bir kaynak. Sonuçta şiirim, okumalarımdan etkileniyor. Yaşam ve ölümle derinden ilgilenen, varoluşu irdeleyen her düşünceyi ben de irdeliyorum hayatımda ve şiirimde.  

Şiirinde sık sık “Nergis”le karşılaşıyoruz. “Bastığım yer nergis, adımlarımda nergis” diyorsun bir şiirinde… Nergisin sende yarattığı çağrışımları nasıl açıklarsın?

“Adımlarımda nergis” şiiri nergis çiçeğinin ve Narkissos’un hikayesi aslında. Nergis çiçeği, anlatısından hareketle, imkansız aşkın ve kavuşamamanın temsilcisi. Duyguların bir sembolü. Kavuşamamak bizim eski şiirimizin de en büyük konularından biri. Hem Doğu hem de Batı’yı kapsayan, karşılıksız aşktan ortak bir payda yaratan bir şiir yazdığımı düşünüyorum. Bu şiirde kendi hikayem de var. Çünkü aşkın hep bir kurbanı olduğu çok açık.   

“Genç hayat” isimli eserin diğer şiirlerinden ayrıksı duruyor. 10 Ekim Katliamı’nda kaybettiğimiz Elif Kanlıoğlu’na adanmış bir şiir… Sadece toplumsal bir meseleye değinmesi değil kastım. Lirizm şiirlerinde baki ama Kanlıoğlu’nu mücadelesi içinde imgeliyorsun… Toplumcu unsurları fazlasıyla barındıran bir şiir…

Elif Kanlıoğlu’yla yüz yüze tanışamadık. Ancak 10 Ekim günü orada olan birçok dostum oldu, ben bazı aksilikler nedeniyle Ankara’ya gidememiştim. Katliam yaşandıktan sonra etkisinden çıkamadım. Kaybettiğimiz herkes aklıma kazındı. Başta Elif Kanlıoğlu için kaybettiğimiz herkesin anısına bir şiir yazmak istedim yıllar sonra. Arkadaşlarımızı kaybediyoruz, belki bir gün sonra “Ölümsüzdür” diye haykırıyoruz arkasından. Bu haykırışın bir ağırlığı var. Bir cenazedeki, bir anmadaki gözyaşlarının anlamı ve ağırlığı var. Brecht’in dediği “binlerce göz” hâlâ yerinde duruyor ama bir gözyaşı da oluyor o gözlerde. Kolay değil ama mücadele böyle güçlü. Şiire gelirsek, doğrudur, kitaptaki şiirlerden farklı çünkü toplumcu bir yanı var. Tabii toplumculardan da farklı çünkü bizim klasik toplumcu şiirimizde “yoldaşın ölümüne övgü” var genellikle. Halbuki insanız biz, üzülüyoruz, ağlıyoruz. Bunu aşabilen az sayıda şair var, Nâzım Hikmet ve Sennur Sezer gibi. Bendeki de bir ağıt. Bu yüzden şiire Elif Kanlıoğlu’nun babasının sözleriyle başladım. Yine onun sözleriyle bitirdim.

"İYİ ŞİİRİ SAVUNUYORUM"

Şiirlerinde biçim olarak “sone”yi tercih ediyorsun… Servet-i Fünun ile şiirimize girmiş bir biçim… Bence şiirindeki atmosfer de Servet-i Fünun duyarlılığıyla örtüşüyor. Neler söylersin?

Tam olarak sone denemese bile soneden yola çıkmış, onu değiştirerek oluşmuş bir biçim var. Servet-i Fünun döneminin şiirimize büyük etkisi olmuştur ve elbette benim de şiirimi etkilemiştir. Bu duyarlık aslında Servet-i Fünun’la kalmayıp tüm iyi şiiri kapsayan ve onu önceleyen bir duyarlık. Ben yalnızca iyi şiiri savunuyorum. Bu bir divan şiiri olabilir, halk şiiri olabilir, toplumcu şiir olabilir, gelenekçi şiir olabilir, avangart olabilir. Dize ve şiir güzelse gerisi anlamsızdır. Güzel olan her dizeyi sahiplenen bir anlayışa sahibim ve şiirimde de bunu yansıttığımı düşünüyorum.  

Karanlık bir atmosfer hakim şiirinde… Bu karanlık atmosferin nedenlerini nasıl açıklarsın?   

Karanlık dediğimiz geceyle, ayrılıkla, mutsuzlukla birleşiyor. Çoğu zaman ayrılık şiirleri, sevgiliyle mutlu bir günü anlatan şiirlerden güzeldir. Bu, şiir var olduğu günden beri böyledir. Yazdığım şiirler kadar okuduğum şiirler de bu şekilde. Yaşadığım dönemin de aydınlık bir dönem olduğunu söyleyemem, bunun da etkisi var tabii ki. Aynı sıkıntılı his şu an Türkiye’nin yüzde doksanında vardır. Hepimiz bir savruluştayız. Bu yüzden ilk bakışta bireyci gözüken o karanlık şiir aslında birçok kişinin zihninde yer eder. Ayrıca karanlık bir konuyu anlatırken, şiiri de bu karanlıkla kurmak zor bir iş. İçerikteki karanlık, şiirin yapısında da var olmalı diye düşündüm ve buna çalıştım. 

ÖNCEKİ HABER

Bahçeli, Meclis grup kürsüsünden Soylu’ya sahip çıktı

SONRAKİ HABER

Tazminatımıza göz dikenlere karşı birleşik mücadele şart

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa