Sevgi dolu uzun yürüyüş: Yaşar Kemal
Tarık Özyıldırım, doğumunun 100'üncü yılında Yaşar Kemal'in şairliği ve şiiri üzerine yazdı.

Fotoğraf: YKY Basın Bülteni
Tarık ÖZYILDIRIM
Abidin Dino, “Uzun bir yürüyüştür sevgi dolu” der Yaşar Kemal için. Bugün sevgi dolu yürüyüşün 100. yılı… Sevgisi, doğa ve insan olan bir yürüyüş. Evet, yüzyıl önce onu çılgına çevirecek olan bir doğanın, beşeriyetin içerisinde Çukurova’da dünyaya gelir Yaşar Kemal.
Çocukluğu, gençliğinde yaşadıkları onu bir destan kahramanından farksız kılar. Babasının 4-5 yaşlarında gözünün önünde öldürülmesi, bunun sonucunda kekeme kalması ve bir kaza sonucu tek gözünü kaybetmesi zorluklara karşı mücadele eden bir destan kahramanına dönüştürür Kemal Sadık’ı. Altan Gökalp, Yaşar Kemal için “Yetim, kekeme, tek gözlü; bir destan kahramanı. Homeros’tan, Dede Korkut’tan çıkmış bir kahraman” der.
Daha beşikteyken babasının söylediği kilamlarla (türkülerle) başlar şiir serüveni. 7-8 yaşlarında destanlarla, ağıtlarla ve türkülerle tanışır. Gecelerce sürüp giden halk hikayelerini dinler. Tarlalarda ırgatlık ve su bekçiliği yaparken, pamuğa giderken etrafında dinlediği hikayeleri, türküleri içinde bulunduğu doğayla, insanla bütünleştirir, şiire döker.
BUGÜNLERDE BAHAR İNDİ
Güven Turan, Yaşar Kemal’in “Bugünlerde Bahar İndi” şiir kitabının ön sözünde “Toroslarda aşıklık yapan, ağıt ve destan toplayan bu genç, tutabilir miydi içinde biriken şiiri?” der. Zülfü Livaneli de Yaşar Kemal için “Yaşamı baştan aşağı şiirdir” ifadesini kullanır. Ağıtıyla, destanıyla, türküsüyle, doğasıyla destanlar yaratan Çukurova, bir de Aşık Kemal’i yaratır.
Yaşar Kemal 7-8 yaşlarındayken köye gelen çerçinin deftere bir şeyler yazdığını görünce şiirlerini yazmak gelir aklına, üç ayda okuma yazmayı öğrenir bu hevesle. İlk şiirini de 9 yaşında yazar. O günleri şöyle anlatır: “Ben çocukken halk şairiydim ‘Aşık Kemal’ derlerdi. İlkokulda 9-10 yaşlarındayım, sonradan ortaokulda Orhan Veli gibi şiirler yazacaktım.” Bu öykünme şiirlerden, pek hoşnut olmaz Yaşar Kemal, pişmanlık da duyar.
Aşık Kemal’in ünü bütün bölgeye yayılır daha çocukken. Artık o halk şiirine sevdalı bir Köroğlu anlatıcısıdır. Çevredeki sayılı ozanlarla atışır çocuk yaşta. Bir taraftan Kör Ali diğer taraftan Koca Rahmi onu çırak olarak yanlarında isterler. Yaşar Kemal’den dinleyelim: “Ünlü bir Köroğlu anlatıcısıydım, Ayağıma kara bir şalvar giyerim, elimde baston, belim bükük dolaşır, anlatırım. Öyle dik olursan inandırıcı olmaz. Destan anlattıktan sonra cebimdeki defteri çıkarırım. Ağıt topluyorum derim. Analar, bacılar başıma üşüşür, bana ağıt yazdırırlardı.”
ÜÇ DERDİM VAR
Yaşar Kemal, ondan çok şey öğrendim dediği Karacaoğlan’ın “Üç derdim var birbirinden ayrılmaz/Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm” dizelerini, şiirinin temeline katar. İster ki güzel şeylerden bahsetmek, bahardan, baharın güzelliklerinden ama kalemi gitmez kağıda “Bana bakın, ben öyle tatlı matlı yazı yazamam, kırarım bu kalemi” der.
Ölüm, yoksulluk, ayrılıklar olsa da dilinde “Ben destanlarla büyüdüm. İşte bunu içindir ki karamsar değilim” ifadelerini kullanır. Direnç ve umut şiirleriyle yaşamaya her daim tutunur. Romanlarındaki aydınlığa aç olan “mecbur insanı” daha çocuk yaşlarda şiirlerine yansıtır. Çünkü, Nâzım’ın dizeleri kulaklarındadır “Kararmasın yeter ki sol memenin altındaki cevahir.”
Ağıt olarak yazılan “Ulaş” şiirinde bile hüznü göremeyiz, destansı bir umut, yarınlara dair inanç vardır: “Bu zalim günler geçecek/Düşmanlar ağı içecek/Bundan sonra yeryüzünde/Çiçekler Ulaş açacak/…/Bundan sonra yeryüzünde/Çiçekler dostluk açacak.”
“Ulaş’ın umudu “Merhaba”da bir başkaldırıya, bir isyana dönüşür: “Zulümlerde işkence ölümde/bükülmeyen kola merhaba” Yaşar Kemal, “halk şairi, halkın toplamıdır” der bir söyleşide. Evet, halkın dertlerinin, umudunun, yoksulluğunun, sevincinin, gözyaşlarının toplamıdır halk şairleri ve halk şiirleri.
NÂZIM’I OKUDUKTAN SONRA
Yaşar Kemal 1940’ların ikinci yarısında romana yönelir. Nâzım Hikmet, onun şiir yazmasını bıraktığını öğrenince “…Şiiri bıraktığına üzüldüm, gerçekten bu zengin dille büyük şiirler yazılabilir” der. Yaşar Kemal ise neden şiiri ikinci plana attığını şöyle açıklar: “Nâzım’ı okuyunca çarpmış, büyülemişti beni. Onu okuduktan sonra şiir yazmamaya karar verdim. 1945 yılıydı.”
Şiiri bırakmış gibi görünse de ozanlığına, aşıklığına romanlarında da devam eder. Dilinin şiirselliğini romanlarına aktarır. Edebiyatını yaşamın, doğanın ve insanın şiiri olarak görür. Doğan Hızlan bu konuda şunları söyler: “Onun hikayeleri, romanları şiirin en hasını, şairaneliğin en yüce örneğini taşırlar… Okurken öykülerini, romanlarını, bir yerde durup kim ‘düpedüz şiir bunlar’ dememiştir ki?”
ÇOCUKSU TEBESSÜMÜYLE
Babam, ben çocukken sabahları evde bir türkü tuttururdu: “Hapishane içinde üç ağaç incir, kollarım kelepçe anam boynumda zincir…” Bu şiiri derleyip Orhan Veli’ye vererek yayımlanmasını sağlayan Yaşar Kemal’di. Bunu çok sonraları öğrendim. O güzel insan, farkında olmadan 8-9 yaşlarında çocukluğumun en güzel anılarında bir türküyle sıcacık duruyordu.
Ölümlerin bile yorulduğu bir coğrafyada o hep en güzel şiiri yazmak için uğraştı, bu şiirin adı, ‘Barış’tı: “Ben diyorum ki size, ben aşkın ve ümidin adamı/ İşte ben böylesi bir adam/Ben diyorum ki size/Bir dil bulacağız her şeye varan/Bir şeyleri anlatabilen/Böyle dilsiz, böyle düşmanca, böyle bölük pörçük/Dolaşmayacağız bu dünyada”
Alain “Her insan anlattığı şey içinde ölümsüzdür” der. Yaşar Kemal de destanlarıyla, şiirleriyle, ağıtlarıyla, romanlarıyla ve ardından bıraktığı çocuksu tebessümüyle ölümsüzlüğe kavuştu.
*Bugünlerde Bahar İndi, Yaşar Kemal, YKY, 10. baskı, 2023 İstanbul
Evrensel'i Takip Et