Siyaset Bilimci Erhan Keleşoğlu: Filistin’e tarihsel bağlamından bakmayan yorumlar hatalı olur
Siyaset Bilimci Erhan Keleşoğlu, Filistin sorununun tarihsel bağlamından bağımsız değerlendirilmemesi gerektiğine dikkat çekti ve Filistinlilerin, özne olarak kendilerini hatırlattıklarını vurguladı.
Fotoğraf: Mustafa Hassona/AA
Elif GÖRGÜ
İstanbul
Gazze ablukasını yaran Filistin operasyonu ve sonrasındaki gelişmeleri gazetemize değerlendiren Siyaset Bilimci Erhan Keleşoğlu, Filistin sorununun tarihsel bağlamından bağımsız değerlendirilmemesi gerektiğine dikkat çekti ve Filistinlilerin, Arap devletleri İsrail ile normalleşme yoluna girmişken kendilerini yeniden bu ülkelerin gündemine soktuğuna işaret ederek, "Filistinliler, Filistin sorununda tekrar özne olabilmek adına, Gazze’den böyle bir operasyonu başlattılar" dedi. Keleşoğlu, Türkiye’deki siyasi kutuplaşma halinin Filistin direnişinin tarihsel bağlamından koparma kolaycılığıyla da birleşerek tartışmaları yönlendirdiği uyarısı da yaptı.
TARİHSEL BAĞLAM UNUTULMAMALI
Filistin direnişi beklenmedik olduğu söylenen bir hamleyle Gazze’den hem havadan ama hem de ablukayı aşarak karşı saldırıya geçti. Sivil ve askeri İsrailliler ele geçirilerek Gazze’ye getirildi. Uzun zaman sonra ilk defa bu kadar İsrailli sivil öldü. Keza Gazze’ye saldırılarda yüzlerce Filistinli de yaşamını yitirdi. Sayılar artıyor. Türkiye’de siyasi tartışma da yoğunlukla sivillere yönelik tutum ve Hamas’ın ideolojik çizgisi merkezli gelişti. Öncelikle dün yaşanan gelişmeleri siz genel olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?
Meseleye tarihsel bağlamı içerisinden bakmak gerekiyor, böyle yapmadan yapılacak tüm analizler hatalı veya eksik olacaktır. Bu tarihsel bağlam da 1948 öncesi ve hatta 1947 Taksim Planı’ndan itibaren Filistinlilerin maruz kaldıkları yoksunlaştırma, etnik temizlik, sürgün ve işgalle birlikte değerlendirilmelidir. Böyle bir değerlendirmenin yokluğunda daha sığ, meselelerin özünü anlamaktan uzak analizlere saplanıp kalırız. Bu bağlamda Gazze Şeridi’nin 1967’den beri işgal ve abluka altında olduğunu; 2005’e kadar bilfiil işgalin sürdüğünü ve sonrasında da yerleşimlerin sökülüp İsrail askerlerinin çekilmesine rağmen abluka altında tutulduğunu hatırlamak gerekiyor. 1993 Oslo Antlaşmalarıyla Filistin yönetiminin kurulması da işgalin kalktığı anlamına gelmedi. İsrail, hem Gazze’de hem Batı Şeria’da dolaylı yollardan işgaline devam etti. 2000’lerin ortasından itibaren bir açık hava hapishanesine, dünyanın gördüğü en büyük gettolardan birine dönüşen Gazze’de son derece kötü şartlarda 2 milyon insan hayatını sürdürmeye çalışıyor. Bu olgu anlaşılmadan, insanların maruz kaldıkları gündelik şiddet idrak edilmeden sorunu sadece Hamas’ın ideolojik çizgisine ve çatışma sırasında sivillerin ölümüne -ki bu çok üzücüdür- indirgemek, meseleyi son derece basite indirgemektir. Filistin sorunu yaklaşık 100 senedir derin bir arka planı olan, sosyoekonomik, siyasi veçheleriyle, uluslararası ve bölgesel siyaseti ilgilendiren devasa bir sorundur. Bu açıdan baktığımız zaman Filistin ulusal hareketinin içerisinde farklı siyasal oluşumlar olduğunu biliyoruz. Bu farklı siyasi oluşumlar içinde yer alıp 1988’de kurulan Hamas da İslamcı bir çizgiyi temsil ediyor. İsrail işgaline karşı yaşanan büyük ayaklanmanın, 1. İntifada’nın içinden evrilerek çıkmış bir örgüt...
Bu girişten sonra son yaşananları da işte bu 100 senelik tarih ve 1967’den beri süren işgal ve abluka perspektifinden değerlendirmek gerekiyor. Bu süreçte on binlerce Filistinli hayatını kaybetti. 1948 ve 1967 ile birlikte bugün BM rakamlarına göre sayıları 5 milyonu aşan insan, mülteci pozisyonuna düşürüldü. Bu denli insani yıkımın içerisinden gelen Filistin siyasal hareketleri de işgale karşı farklı mücadele yöntemlerini benimsediler.
Şu an Oslo barış süreci çökmüş durumda, bir barış sürecinden söz etmek mümkün değil. Yaklaşık 23 senedir de Filistin hareketi farklı yollar deneyerek işgali ve ablukayı kaldırmak için mücadele etti. Bu dönem içerisinde Gazze’ye yönelik de büyük saldırılara şahitlik ettik. Sivillerin sürekli hedef alındığına tanıklık ettik. Bir açık hava hapishanesi içinde yaşayıp bu ablukayı, bu kısır döngüyü kırmaya çalışan bir hareketten söz ediyoruz.
FİLİSTİNLİLER ÖZNE OLARAK KENDİLERİNİ HATIRLATTI
Son gelişmeleri şöyle yorumlamak gerekiyor: İsrail çok uzun yıllar Arap devletleri tarafından tanınmadı. Ve devletler arası savaşlar oldu: 1948, 1967, 1973 ve 1982 Lübnan işgali gibi… Bütün bunlar devletler arası savaşlardı. 1979’da Mısır’ın İsrail’i tanımasından sonra, İsrail lehine Filistinliler aleyhine gelişmeler yaşandı. Ve en son İsrail’in İbrahim Anlaşmaları aracılığıyla çeşitli Arap devletleri ile ilişkilerini normalleştirmesi, Filistinlilerin bölgesel izolasyonunu artırdı. En son Suudi Arabistan’ın 2002’de kendisinin öncülük etmiş olduğu Arap barış planının aksine -ki o plana göre Arap devletleri iki devletli çözüm dahilinde 1967 sınırları içerisinde Filistin devleti kurulduğu takdirde İsrail’i tanıyacaklarının, tek taraflı tanıma olmayacağının sözünü veriyorlardı- İbrahim Anlaşmaları gelişti ve geçtiğimiz haftalarda Suudi Arabistan da tek taraflı olarak İsrail’i tanımanın eşiğine geldi. Bu hem Filistinliler açısından hem de Suudi Arabistan’ın bölgesel rakibi İran açısından kabul edilemez bir gelişmeydi. Filistinliler, Filistin sorununda tekrar özne olabilmek adına, Gazze’den böyle bir operasyonu başlattılar. Yüksek ihtimaldir ki İran da bu operasyona çeşitli biçimlerde destek vermiştir.
KISIR DÖNGÜDE SARSICI BİR GEDİK AÇILDI
Filistin direnişinin bu karşı saldırısı direnişte yeni bir döneme işaret ediyor denebilir mi?
Bu, Filistin sorunundaki kısır döngüyü kırabilir mi ben çok emin değilim ama sarsıcı bir gedik açtılar. Bunun İsrail toplumu açısından sarsıcı sonuçları olacaktır ve Filistin sorununu yeniden Arap devletlerinin gündemine, Arap sokağının gündemine sokacaktır.
İsrail kamuoyu açısından işgalin ve ablukanın, apartheid rejiminin sürdürülebilir olduğu inancı ve bunlara rağmen Arap devletleriyle normalleşmenin sağlanabileceği öngörüsü sarsılmıştır. Ancak İsrail’deki sağcı hükümet bunu tersine çevirebilmek için de olabildiğince şiddete ve zora başvuracaktır diye düşünüyorum.
Karşı saldırı bir Hamas operasyonu olarak nitelendiriliyor...
Başını Hamas çekiyor bu operasyonun ancak bölgeden gelen bilgilere göre bir operasyon odası oluşturulmuş ve farklı örgütler de bunun içerisinde yer alıyor, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi de bunlardan biri.
ANKARA, İSRAİL İLE İLİŞKİLERİ BOZMAYACAK BİR AÇIKLAMA YAPTI
Arap devletlerinin dünden bugüne pozisyonunu konuştuk. Bir de Türkiye yönetimi var. Türkiye yönetimi İsrail ile zaman zaman arayı açsa da ilişkilerini tamamen sonlandırmamıştı. Bugün yaşananlara yönelik pozisyonu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Dün Dışişleri Bakanlığından tarafları itidale davet eden bir açıklama geldi. Son derece dikkatli yazıldığı anlaşılan, ortalama bir pozisyonu tutturmaya çalışan, iki devletli çözüm dahilinde bir yol izlenmesi vurgusu yapıp tarafları şiddetten vazgeçmeye çağıran bir açıklama. Son dönemde İsrail ile yaşanan yakınlaşmaya halel gelmemesi çabalarının bir işareti olarak okunmalı. Diğer yandan da Türkiye İsrail’den Filistinlilere karşı büyük cezalandırma operasyonlarının geleceğini düşünerek hem Türkiye sokağını teskin etmeye, uzlaşmacı bir pozisyonda olduğunu göstermeye, hem de İsrail’in bu eylemlere girişmeden önceden diplomasiye başvurmasını sağlamaya çalışıyor diye okunabilir. Çünkü daha öncesinde Türkiye hükümetinin çok daha ağır dille İsrail’i eleştirdiğine tanık olmuştuk. Mavi Marmara’dan Davos olayına kadar Tayyip Erdoğan’ın sert bir dille eleştirmesine, yine bir Gazze savaşı sonrasında İsrail ile ilişkilerin askıya alınmasına, elçilerin çekilmesine şahit olmuştuk. Bu sefer daha itidalli bir tutum var, sebebi de bölgesel gelişmeler ve İsrail’le arasını bozmama çabası olarak okunabilir.
Bugün Mısır’da İsraillilere saldırı oldu ve Lübnan sınırındaki gerilim sürüyor. Savaş halinin bölgeye yayılması mümkün mü?
Bunlar beklenen gelişmeler. İsrail’in kara harekatı olursa, bu harekatın kapsamıyla da ilgili olarak Lübnan sınırında da hareketlenmeler olur. Gazze’yi yeniden işgale girişirse Hizbullah ile de büyük çatışmalar yaşanabilir.
TÜRKİYE’DEKİ KUTUPLAŞMA FİLİSTİN DİRENİŞİNE BAKIŞI DA ETKİLİYOR
Türkiye’de Filistin direnişine yönelik tartışma ve desteğin boyutları ve geleceği hakkındaki yorumunuz nedir?
Bu, Türkiye’deki siyasal tartışmalarla eş zamanlı olarak değerlendirilmeli. Filistin direnişinde İslamcı grupların öne çıkışı, Türkiye’deki siyasal kutuplaşma içinde doğrudan Filistin hareketine karşı belli çevrelerde bir antipati yaratıyor. Bunun arkasında Filistin sorununu bilmemenin yanı sıra sorunu tarihsel bağlamından okumama kolaycılığı da var. Türkiye solu 1960’lı yılların ortalarından itibaren Filistin direnişine ve kurtuluş mücadelesine destek verdi. Bu gelenek zayıfladıkça, Türkiye sosyalist siyaseti zayıfladıkça, bununla orantılı olarak da geleneğin varlığının yeni politize olan insanlarca bilinmemesi durumu bizi böyle bir çıkmaza ne yazık ki sürüklüyor. Oysa Filistin direnişi Hamas’tan ibaret değil. Son derece köklü, ciddi bir sol tarihi olan bir ulusal kurtuluş mücadelesinden söz ediyoruz.