09 Ekim 2023 03:30

Adnan Oktar "belgeseli"ne bir bakış: Hangisi "gerçek devlet"?

Belgeselde yer alsa da almasa da Oktar’ın ünlülerden siyasetçilere geniş bir güruhla dolu, bütün açıklığıyla göstermeyi tercih ettiği o dünyasını hep birlikte izliyoruz...

Fotoğraf: Cem Dağıstanlı/DHA

Paylaş

Gülşah KAYA
Ankara

Adnan Oktar dünyasını ve yargılamasını anlattığı iddiasıyla 140 journos tarafından yayımlanan “Kedicik” isimli belgesel bu hafta herkesin dilindeydi. Daha en başta ifade etmek gerekir ki video boyunca anlatılan cinsel saldırı ve istismar mağdurlarına örgüt lideri tarafından verilmiş bu isimle belgeselin “piyasaya sürülmesi” ayrı bir yazı ve eleştiri konusu.

4 milyondan fazla izleyiciye ulaşan belgesel, hafta boyunca, pornografik ögelerle sunulması başta olmak üzere, bunun bir “belgesel” olup olmadığı tartışmasına da uzanan çok çeşitli eleştiriler aldı. Ancak bu yazı, belgesel ve Adnan Oktar örgütünün iç işleyişinden öte bir dert edinecek.

Belgesel biri -istismar edildiği tarih itibarıyla- kız çocuğu, diğeri ise örgütten ayrılana kadar örgüt içerisinde önemli bir mevkiye sahip olduğu anlaşılan iki mağdurun anlatıları; konunun her nedense “uzmanı” iki gazetecinin yorumları; dosyada görev yapan bir mağdur avukatının ve soruşturmayı da yürüten, dönemin İstanbul Emniyeti Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürü Furkan Sezer’in bilgi aktarımından oluşuyor.

ERBAKAN’DAN MAGAZİN DÜNYASININ ÜNLÜLERİNE…

Gazeteci Barış Terkoğlu, belgeselin henüz başlarında özetle; “Türkiye’de bu yapı etkili olduğu ’90’lı ve 2000’li yıllarda hep iktidarda kim varsa onlarla iyi ilişki kurdu. ’ 90’lı yılların gazetelerinde Fatih Erbakan’ın Adnan Oktarcılarla tatil fotoğrafları var. Adnan Oktar Akit gazetesinde yazılar yazdı ve oralarda muteber bir din adamı olarak tanıtıldı. SADAT’ın başındaki Adnan Tanrıverdi, Adnan Oktar’ın dergisinde yazı yazdı. Bir anlamda 40 yıldır İslamcı camianın içerisinde yer yer siyasetçilerle, din adamlarıyla, İslamcı medyayla ilişki kurmuş ve hep bir ayağı olmuş bir yapı” diyor. Hemen ardından Fatih Erbakan’ın, babası Necmettin Erbakan’ın Oktar’a saygısını kendi ağzından dinliyoruz.

Buna bir itiraz yoktur herhalde. Belgeselde yer alsa da almasa da Oktar’ın ünlülerden siyasetçilere geniş bir güruhla dolu; üstelik gizleme kaygısı dahi gütmeden, bilakis bütün açıklığıyla göstermeyi tercih ettiği o dünyasını hep birlikte on yıllardır izliyoruz. Bir magazin ögesi ve üzerine espri yapılacak saçmalıklar olmanın çok ötesinde olduğunu bilerek üstelik. Evrim karşıtlığı öncülüğüne soyunmuş Harun Yahya müstear ismiyle yayımladığı kitaplarının okullarda ücretsiz dağıtıldığını, Eğitim Sen’in internet sitesini bir dilekçeyle kapattırma kudretine sahip olduğunu biliyoruz örneğin. ’99’da yapılan soruşturmaya ANAP ve DYP’li milletvekillerinin ailelerinin de dahil edildiğini, oradan gelen itirazlara dönemin İçişleri Bakanı Saadettin Tantan’ın “Oktar en az Apo kadar tehlikeli” dediğini, ancak 8.5 ay sonra Oktar’ın serbest bırakılarak hayatına nasıl güçlenerek devam ettiğini de…

YARGI VE SİYASET İÇİNDE UZANTILARI VARDI

Belgeselde hem Gazeteci Terkoğlu hem de Müdür Furkan Sezer defaatle Oktar örgütünün aslında ne kadar büyük bir suç örgütü olduğunun bilindiği ancak hem yargı hem de siyaset içerisindeki uzantıları sebebiyle bir şey yapılamadığını ifade ediyorlar. Hatta o kadar ki bu topluluğa bir şekilde el uzatanın, yargıyla nasıl cezalandırıldığı anlatılıyor. Örneğin Terkoğlu, örgütle uğraşılması halinde başınıza gelecekleri şöyle ifade ediyor: “…Hakkınızda her türlü suçlamayla bütün savcılıklardan suç duyurusunda bulunurlar. Bir bakarsınız 81 ilde birden savcılık sizi ifadeye çağırıyor.” Belgeselin mağdur erkek anlatıcısı Özkan Mamati de bunu doğrular şekilde “99 operasyonunu yapan polis, hakim, savcılar on yıllarca davalarla uğraştılar” diyor.

Aynı konuyu Furkan Sezer ise bir başka anlatımla dile getiriyor: “Bize CİMER üzerinden bir ihbar düştü. Ben bu ihbarla birlikte Dönemin İl Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan’a gittim. … O da bana bu örgütün gerçekten çok güçlü olduğunu; çok çeşitli yerlerde güçlü irtibatlarının, kanallarının ve desteğinin olduğunu, hatta ’99 yılındaki soruşturmayı yürüten Adil Serdar Saçan’ın (Dönemin İstanbul Organize Suçlarla Mücadele ve Kaçakçılık Şube Müdürü) yargılamasının devam ettiğini söyledi.” Furkan Sezer operasyon gününün sabahını anlatırken de ekiplere yaptığı konuşmada, hata yapma şanslarının olmadığını zira hatanın bedelini hayatlarının sonuna kadar çeşitli davalar, şantajlar, iftiralar ve tehditlerle ödemek durumunda kalabileceklerini anlattığını ifade ediyor.

"RENKLİ" DÜNYANIN ARKASINA DAİR ŞÜPHE YOK

Özetle anlıyoruz ki Oktar’ın “renkli” dünyasının aslında bir suç örgütü olduğundan devletin şüphesi yok, korkusu var. Yine anlıyoruz ki Oktar ekibine göz yumuluyor ve hatta devlet içindeki çeşitli kişiler ve hatta kurumlar tarafından besleniyor. Bugün bir dilekçeyle 81 ilde soruşturma açtırma kudretine sahip kaç kişi var memlekette? İşte Oktar onlardan bir tanesi (idi?)

Belgeselin sonuna doğru bu operasyonun ne şekilde yapıldığının anlatısı ise hayli dikkat cezbedici. İki gazeteci ve Müdür Sezer, bu operasyonun devletin içinde bile gizlendiğini aktarıyorlar. Nagehan Alçı, dönemin İl Emniyet Müdürü Çalışkan’la operasyondan kısa süre önce buluştuğunu, Çalışkan’ın bu çok gizli operasyonun bilgilerini Alçı’ya verdiğini ancak geri kalan her yerden sakladığını anlatıyor. Terkoğlu ise daha büyük bir iddiayla ortaya çıkıyor: “Bu süreçte şu da görülmüş: İçişleri Bakanıyla bu yapı arasında gerçekten bir görüşme trafiği var. Haliyle İstanbul Emniyet Müdürlüğü, İçişleri Bakanına bilgi vermedi. Devletin en önemli kurumlarından MİT ve doğrudan doğruya külliyedeki bazı isimler aracılığıyla İstanbul Emniyeti, İçişleri Bakanını baypas ederek bu operasyonu yaptılar.” Mağdur Mamati aynı yerden devam ediyor: “Bu dosyada üç temel sacayağı var. Bütün memurlara, adliyeye, polise, memura, bekçiye bu gücü veren İrfan Fidan, Hasan Yılmaz, Mustafa Çalışkan. Bu üç kişi bu örgütün dağılmasının en büyük risklerini alan kişiler.”

"SOYLU’DAN HABERSİZ" İDDİASI

Yine anlıyoruz ki; örgüte dönük bu operasyon, devlet içindeki örgüt ya da -ima edildiği kadarıyla Süleyman Soylu da dahil olmak üzere- örgütün devlet içindeki kişilerinden saklanarak yapılmış. Ancak İpek Özbey’in Sözcü TV’deki canlı yayınına katılan Sezer kendisine sorulan soruya “İçişleri Bakanının bilgisi vardı” diyor. Fakat aynı yayının devamında ise bu operasyondan sonra sürgün edildiğini, bunun için “kırgın” olduğunu, teşkilattan istifa ettiğini söylüyor. Yeni Bakan Ali Yerlikaya’yı sık sık övmeyi de ihmal etmiyor. Devamında ise başka bir bomba haberi, dava dosyası içerisinde yer alan ve adını vermek istemediği eski bir çalışma bakanının Oktar grubuna bilgi sızdırdığını da söylüyor.

Saygı Öztürk Sözcü TV’deki başka bir yayında Sezer’in sözlerine atıfla, Yaşar Okuyan’ı aradığını, bu yapıyla birlikte olduğuna ihtimal vermese de adı geçen kişinin o olduğunu öğrendiğini, Okuyan’ın “Ben onları dostça uyardım” dediğini ifade ediyor.

Bu kadar hatırlatma belki biraz fazla ancak bir kez daha Tantan’a gitmek belki biraz daha sarihleştirecektir. Tantan bakanlığının ardından bir röportajında “yakışıklı gençlerin” Meclise geldiğini ve kendisine birilerinin “Bu çocuklar iyi çocuklar” dediğini aktarıyor. Evet, bir yerden, hem de çok yakın bir yerden tanıdık.

Her birini anmaya çalışsak bolca dostu ve düşmanına bir türlü rastlayabileceğimiz aşikar bu yapıda; kiminin azılı düşman ilan edildiği, kimisininse aynı sofrada yemek yediğinin bu kadar birbirine karışması dahi bir hezeyan. Bu kadar hatırlatmanın çizdiği resim, hayal gücüne lüzum bırakmayacak kadar somut haline denk düştüğümüz bir tarihin kendisi.

"KAHRAMAN EMNİYET MÜDÜRÜ" MÜ?

Şimdi, bir örgüt düşünelim ki devlet on yıllardır her hareketiyle suç örgütü olduğunun farkında fakat “Başıma iş gelir” korkusuyla harekete geçmekten aciz. Ancak bir gün kahraman bir emniyet müdürü çıkıyor ve onun cesaretinin ateşi devletin ödünün koptuğu örgütü yerle yeksan ediyor. E hadi inandık…

Peki bu inandığımız hikaye, bir delikanlı peyda olana kadar, devletin bir suç örgütünü 40 yıl boyunca semirdiğini anlatmıyor mu? Bu grubun, devletin bütün kademelerini hizaya getirdiğini itiraf etmiyor mu? Hakkında defalarca kere türlü akıl hastalığından rapor düzenlenen bir adamını dizginlemek bir yana vakıf kurup televizyon açmasına, o kanalda yüzüne aşina olduğumuz çok sayıda insanı “ağırlamasına” olanak sağlamanın izahı nedir?

Bugün bir kirli ilişkinin içerisinde devlet adı ima edildiğinde “Silivri soğuktur şimdi” cümlesinin anımsatılması gerçeği elimizde dursun. En saf haliyle sözünün nereye vardığını hesap etmeyen, en az kör bir balıkçı kadar görenin ilan ettiği gerçeği öteki elimizden bırakmamak gerek. Kim ne izledi bilmem ancak ben gördüm; on yıllar boyunca kız çocuklarını, kadınları istismar eden; devletin her türlü olanağını kullanan, kendisine el uzatan devleti devletle ezen Oktar var.

Her dönemin dokunulmazlık hak eden “iyi çocukları” var. Ve her dönem, adı şüpheyle anılan birileri için bir bürokratın “dostça” uyarısı da var. Sırtı sıvazlanan her bir iyi çocuğun yol açtığı felaket bir yana; bir düşman tarikat uğruna bölünmüşlüğün bu kadar net göründüğü başka bir tablo yok. Bin yıllarca ceza almış bir tarikat liderinin ardından devlet ilişkilerinin bölündüğü, çatışan halef-selef bakanların bu kadar karşı karşıya getirildiği, devlet ürkekliğinin sanatla buluşarak dile geldiği böylesi bir hikayeye az rastlanır. Biraz geriye çekilip bakınca; Oktar’ı koruyan mı, kapan kuran mı; sırtını sıvazlayan mı, operasyon yapan mı… Hangisi “gerçek devlet”? Ya da daha açık ifadeyle; devletten gizleyerek devlet adına hareket etmeyi sanata çevirmek ya da Oktar’a “Zamanı gelene kadar dokunmamak” suçun itirafı değil mi?

ÖNCEKİ HABER

İsrail'e destek veren ABD savaş gemisini Doğu Akdeniz'e gönderiyor

SONRAKİ HABER

İsrail'den 2 milyon Gazzeliyi açlıkla ve susuzlukla boğma kararı!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa