İşçi sınıfı ve aydınlar*
Proletaryanın entelektüel düzeye yükselmesi için; burjuva eğitim ayrıcalığının yok edilmesi birinci koşuldur.
Fotoğraf: Dariusz Sankowski/Pixabay
[…]
Komünizmin bu düşünsel koşullarının incelemesine geçecek olursak, bu koşullarla diğer, yani ekonomik ve ahlaki koşullar arasında nesnel olarak kopmaz diyalektik bir karşılıklı ilişki bulunduğu gerçeğinin daima bilincinde olmamız gerekir. Komünizmin talep ettiği gibi bireylerin her yönlü gelişimi ve eğitimi; sosyalist temel üretim ilişkileri üzerindeki ortak mülkiyet olmaksızın, emeğin üretkenliğinin artışı ve aynı sırada insanların komünist anlayışla eğitimi olmaksızın ne olanaklı ne de anlamlı olurdu. Gelecekteki uzak hedef -daha önce bahsedildiği gibi- işçiler ve aydınlar, kol ve kafa emeği arasındaki karşıtlığın, hatta farkın ortadan kaldırılmasıdır. Bunu söylerken -sözcüğün diyalektik anlamına uygun olarak- bu “ortadan kaldırma” kesinlikle yalnızca eski durumun yok edilmesinden ve aşılmasından değil, aynı şekilde ve zamanda sınıfsal bölünmeye ve iş bölümüne borçlu olunan bütün ilerlemelerin ve kazanımlarının korunması, “yükseltilmesi” ve yaratıcı bir biçimde geliştirilmesinden oluşacaktır. Geleceğin komünist eşitliği, insanlığın ilkel başlangıç ve ortaya çıkış aşamasını, doğaya bırakılmış ve henüz tamamen hayvani bir varlık sürdüren ilk toplulukların eşitliğinin yeniden kurulması olmayacak, aksine bütün insanları aynı şekilde en üst entelektüel düzeye çıkarılması anlamına gelecektir. Sınıflarının ideolojik terörünün zorla benimsettiği ahmakça ön yargılara sahip burjuva aydınlarının çoğu, komünizmin düşünsel aynılaştırmaya, kişilik değerlerinin bozuşturulmasına, “yığınlaşmaya” yol açacağından endişe duyuyor. Ancak sosyalizm ve komünizmde aynılaştırılmak istenen aydınlar değildir; tersine, kent ve kırdaki emekçi kitleler -çalışma ve maddi yaşam koşullarının sürekli ilerleyen iyileştirilmesi ve uygarlaşma temelinde- ahlaki eğitim düzeyleri, entelektüel becerileri, düşünsel talep ve ilgileri, bilimsel ve estetik yargılarının kesintisiz bir yükselişi aracılığıyla, giderek daha çok yönlü ve özenli hale gelen teknik, bilimsel, musiki vb. eğitim aracılığıyla aydınların düzeyine çıkarılmak isteniyor. Aklın “yığınlaşması” kendini, sosyalizm ve komünizmde demek ki gerçekten de kitlelerin düşünselleşmesi olarak gösterecektir. Hedef budur. Ancak bu hedefe nasıl erişilecektir? Proleter sınıfın bu hedefe yönelmek için sahip olduğu kaçınılmaz eğilim ile toplumsal yaşamın şu anki somut koşulları gerçekçi bir biçimde nasıl bağdaştırılmalıdır? Bu eğilim, -yine aynı biçimde kaçınılmaz olarak- eski toplum güçlerinin, geleneklerinin ve alışkanlıklarının direnci karşısında nasıl başarıya ulaşacaktır? - Bu hedefe ulaşmanın birinci ön koşulu, kuşkusuz, burjuva eğitim ayrıcalıklarının kararlı ve tavizsiz bir biçimde ortadan kaldırılmasıdır. Proletarya diktatörlüğü sürecinde, yalnızca yeni devletin tüm eğitim kurumlarının, kapılarını, herhangi bir sınırlama olmadan tüm emekçilere ve çocuklarına açmasıyla yetinilmediği, bunun yanı sıra (kitleler arasındaki atalet faktörünün aşılmasına yönelik) yasal olarak zorunlu ortak bir öğretimden mezun olduktan sonra, ailesinin gelirine bağımlı olması veya kendini hızla geçindirmek zorunda olması gibi herhangi bir nedenle eğitim hayatının en ufak bir biçimde gölgelenmesi söz konusu olmaksızın her genç, yetenekleri ve ilgi alanları doğrultusunda yüksek eğitime yönlendirildiği zaman, ancak o zaman kent ve kırda emekçi kitleler içinde yeni bir aydın kesimi boy verebilir ve ancak o zaman sosyalizm sürecinde proleter sınıfın tamamının aydınların düzeyine yükselmesi mümkün olabilir. Ancak bu da yeterli değildir. En mükemmel eğitim sistemi de olsa, eğer kitlelere ulaştırılacak eğitim konuları aynı zamanda, burjuva ideolojisinin deforme ve tahrif edici gerici önyargılarından arındırılmamışsa, sosyalizmin inşası için tamamen işlevsiz olacaktır. Proletarya, o güne dek burjuvazinin ayrıcalığı olan bilgiyi ve eğitim değerlerini kazanmakla yetinemez. Bu düşünsel serveti edindiği gibi, onu düşünsel bir irdelemeden geçirmeli ve alt etmelidir. Yani onu eleştirel olarak aşmalı, işlemelidir. Onun gerici, idealist vb. yönlerini ayıklamalı ve bilimlerin, burjuva eğitim sisteminde yalnızca uzmanca darlaştırılmış, metafizik bir biçimde yalıtılmış ve tamamıyla canlı bir ilişkiden yoksun olan tekil bilgisini diyalektik materyalist görüşle birleştirmelidir. Proletaryanın entelektüel düzeye yükselmesi için; burjuva eğitim ayrıcalığının yok edilmesi birinci, bütün bilim dallarının ve devralınmış eğitim değerlerinin Marksist-Leninist bir tarzda irdelenişi, işlenişi ve aşılması ise ikinci ve aynı derecede belirleyici koşuldur. Bu iki koşul, üçüncü bir koşula bağlıdır. Bu da, proletarya ve aydınların proletarya diktatörlüğü sürecinde aralarında yeni, olumlu bir ilişki kurmalarıdır. Bunun için, bir yandan aydınların burjuva anlayışlarından, bireyselliklerinden, kitleleri küçümseme ve yok saymalarından vazgeçmeleri ve öte yandan da proletaryanın, kararlılıkla kendini, kapitalizmde, sömürü ve ezilme koşullarında gaddar burjuva eğitim ayrıcalığı olgusuna karşı -doğal olarak gösterdiği- o aydın düşmanı tutumunu bir kenara bırakması gerekmektedir. Proletarya diktatörlüğü sürecinde yaratılması gereken proletarya ile aydınlar arasındaki yeni, olumlu ilişkinin sık sık “ittifak” olarak tanımlanması (son zamanlarda ilerici Alman basınında hep yeniden olageldiği gibi!) söz konusu edilecekse, bu kavramın doğru olmadığı ve büyük yanlış anlamalara ve yanılsamalara neden olabileceğini kesin olarak ayırt etmemiz gerekir. Bir ittifak ancak sınıflar arasında mümkündür. Bunlar, üretim sürecindeki konumlanışları nedeniyle sınıf olarak belirlenmiş ve tanımlanmışlardır ve de belirli tarihsel-toplumsal koşullar altında belirli olgu ve sorunlar karşısında objektif olarak ortak çıkarlara sahiptirler. Demek ki, işçi sınıfı ve aydınlar arasında bir “ittifak”tan söz etmek anlamsızdır. Çünkü aydınlar bir sınıf değil, -toplumsal yaşamdaki önemlerinden bağımsız olarak- yalnızca şu ya da bu sınıfın, proletaryanın ya da burjuvazinin içinde yer alan bir ögedirler. Asıl sınıfının yanı sıra kendi başına, bağımsız sosyal bir tabaka olarak ortaya çıkmış aydın kesimi (ya da Karl Mannheim’ın İdeoloji ve Ütopya’da kurguladığı gibi) sınıflar üstü “özgür bir aydın kesimi” yoktur. Bu nedenle, işçiler ile aydınlar arasında dostluktan, güven dolu, samimi, iki taraflı kaynaşmaya dek sürekli yakınlaşmakta olan bir iş birliğinden söz etmek daha doğru olacaktır.
[…]
Evrensel Kültür dergisinin Bilim ekinin Bahar 2002:2 sayısında yayınlanan Wolfgang HARICH’in yazısından alınmıştır.