Edebiyatın çınarı: Adnan Özyalçıner
"Adnan Özyalçıner’in öyküleri o kadar sıcak, o kadar güzel ki. Hem edebiyat hem İstanbul’un geçmiş yaşamı için birer belge bu öyküler…"
Adnan Özyalçıner | Fotoğraf: Lütfi Özgünaydın
Lütfi ÖZGÜNAYDIN
Edebiyatta tam yetmiş yıllık ulu bir çınar, bana göre Sait Faik kadar anlatılmamış/yazılmamış bir yazar. O benim dostum/ağabeyim, onunla dost olduğum için sohbetler yaptığım için onur duyuyorum. Çok sıcak/candan bir insan. Yirmi Yazar projesi için bana çok yardımcı oldu. Evinde çekimlerini yaptım. Kitapları, tam ortalarında Sennur Sezer’in fotoğrafı. Eşini çok severdi. Ben kendileriyle tanışmadan Cağaloğlu sokaklarında görürdüm onları. Örnekti onların birlikte oluşları, her yerde her toplantıda birlikte olurlardı. Birlikte candan duruşları, gezişleri örnek olurdu insanlara. Birçok çift etkilenmiştir onların böyle yakın duruşlarından. Burada bir anekdot da yazayım, Yaşar Kemal evlendiklerinden sonra karşılaştıklarında Sennur Sezer'e “Kaptın çok önemli öykücüyü” demiş… Kadıköy’de ilk Enver Gökçe anmalarında gösteri yaparken yine birlikte gelmişlerdi. Yirmi Yazar projesini çekerken önce evinde çalıştım, sonra kendimi ona kattım birlikte yollara düştük.
KARAGÜMRÜK SOKAKLARINDA
Beni aldı, sevdiği mekanlara götürdü. Karagümrük'te onun, yüreğinde sevdiği mekanları bir bir gezdik. Özgün mimarinin, geçmiş yaşamın içinde kalan evleri, sokakları ziyaret ederken Mimar Sinan’ın ilk yaptığı camiye götürdü beni, birçok insan bilmez… Sonra beni hep ihtiyaçlarını aldığı Karagümrük pazarına götürdü. Sonra oradan yaşamının büyük bölümünün geçtiği Cağaloğlu’ya geldik. Kim bilir kaç kez dolaşmıştır Cağaloğlu’da basının içindeyken. Ancak en çok İstanbul Lisesine gittiğimizde heyecanlandı. "Bu bina ile benim mutlaka bir fotoğrafım bütünleşsin" dedi. Özel bir objektifle, 16 mm ile Adnan Özyalçıner ve İstanbul Lisesini aynı karede buluşturdum. Fotoğrafı görünce sevindi… O kadar çok anısı var ki, arkadaşları ve hocalarıyla ilgili onların bir bölümünü “Yirmi Yazar” kitabında anlattım. Sonra çok sevdiği Gazeteciler Cemiyetine gittik, oturduk. O anlattı ben dinledim. Öykülerinin bir bölümünü okumuştum. Onunla birlikte gösteriyi İFSAK salonunda, izleyicilerin karşısında yaptım. Ben sordum, o anlattı. Hayranlıkla dinlediler ve getirdiği kitapları kısa sürede imzaladı, bitti.
ÖYKÜLERİ
Adnan Özyalçıner’in tüm toplu öyküleri, Everest Yayınlarından çıktı. Çok sevindim, Everest Yayınevi’ni kutluyorum. Gerçekten çok önemli bir iş yaptılar onun kitaplarının tümünü tek kitapta, birlikte yayımlayarak. Adnan Özyalçıner’in öyküleri o kadar sıcak, o kadar güzel ki. Hem edebiyat hem İstanbul’un geçmiş yaşamı için birer belge bu öyküler. Ben çok etkilenerek okudum. Torik öyküsünden çok etkilenmiştim. Yokluk günleri, balığın kulağına kar suyu kaçtığında kıyıya vururmuş. İnsanlar bu balıkları toplarlarmış, kimisi evine götürür kimisi tezgahına koyarmış. Fakir fukara balık yermiş. Yokluk günlerinde babanın eve getirdiği kocaman torik balığının sevincini hissettim okurken. Bir de simitçileri yazarken, simitçi tablasında kalan susamları evine giderken kuşlara döküyor. Bunlar çok önemli temalar, bunlar okunmalı. Çok özgün ve değerli öyküler bunlar.
ONDAN ÇOK ETKİLENDİM
Yaşamımın dönüm noktalarından birisi Yaşar Kemal ile tanışıp, hep onun yanına gidip dostluğumuzu sürdürmemdir. Ondan çok şey öğrendim. O bana bazı kitapları iki kez okuttu. Otobüste Dostoyevski’nin Beyaz Geceler romanını onu anımsayarak ikinci kez okudum. Adnan ağabeyin İstanbul’u anlatışı çok değerli, insani duygular var. Zaten bu duyguları yakalayıp yazanların kitapları kalıcı oluyor. Özellikle Haliç kıyılarını, oradaki iş yerlerini ve işçileri anlatması beni çok etkiledi. Eğin Üçlemesinin Gurbet Zamanı romanımda o cümlelerden çok yararlandım, okuyucu da çok etkilenmiş. Ellili, atmışlı yıllarda Anadolu’dan gelenler bu fabrikalarda çalışırlarmış. Avlu içi tek odalarda kalırlarmış. Kocaman bir avlu, büyük bir kapısı var ortada… Bir meydan, çocuklar oynarlar hep, kadınlar kapı önlerinde sohbet ederler, erkekler fabrikalarda çalışırlar. İşte böyle bir mekana Kemaliye’den kaçıp İstanbul’a gelen iki sevdalı da sığınırlar. Anadolu’dan gelen insanlar kaçıp buraya sığınan gençlere çok yardımcı olur, ikisini de çok severler. Sonra bir gün onlara bir düğün yapmaya karar verirler. Avlunun ortasına bir masa konur, üzerine o gün hazırladıkları yiyecekleri getirirler. Sonra Anadolu’dan gelen klarnet çalan birisini çağırırlar oynarlar, türküler söylerler, bu iki garibe bir düğün yaparlar. O sahneyi Adnan ağabeyin öykülerinden etkilenerek yazmıştım ve çok beğenildi o bölüm.
Adnan ağabey yalın, yürekten yazar. Hiç kılçıklı cümleler kullanmaz, az yazıyla çok şey anlatır, özlüdür. Onun kısa öyküleri birçok yazarı etkilemiştir. Birçok yazar ondan öykünerek kısa öyküler yazmıştır. Bu yaşında halen okuyan, yazan Adnan Özyalçıner’le dost olduğum için, ağabey dediğim için çok mutluyum. Ona sağlıklı, güzel bir yaşam diliyorum. Genç edebiyatçılara, eleştirmenlere de Adnan Özyalçıner’i daha derinliğine anlatmalarını öneriyorum. Nice yıllara değerli Adnan ağabey, ellerinden öperim.
Adnan Özyalçıner'in Evrensel'deki tüm yazıları için tıklayın