Sağlığımıza neoliberal tehdit
Sağlığın bir “endüstri” hâline gelmiş olması nedeniyle sağlık ticareti ülke içerisinde de sınırlı kalmıyor. Sağlığın piyasalaşması, global hedeflerle beraber ilerliyor.
Fotoğraf: pxhere
Selin KURŞUN
İzmir Demokrasi Üniversitesi Tıp Fakültesi
Ülkeden ülkeye farklılık göstermekle birlikte sağlığa ayrılan kaynaklar gittikçe artmakta. Ancak ayrılan kaynaklarla sağlık hizmetine nüfusun tamamının erişmesini sağlayacak düzenlemeler yerine sigorta şirketlerinin belirlediği bir sanayiye alan açılmakta. Türkiye’de sağlıkta dönüşüm programı ve performansa dayalı sistemin sağlığa erişimi zorlaştırırken doktorları da hayatından bezdirdiği bir tablo ortaya çıkardığını Genç Hayat’ta daha önce birçok defa yazdık. Hastane hizmetinin üretim hattı, hastaların müşteri olarak görüldüğü sağlık sisteminde doktorların da hastaların da mutlu olması mucize olurdu.
Hasta-hekim arasındaki çatışma sağlık sisteminin eksiklikleri nedeniyle derinleşiyor. Beklenen sıralar, bulunamayan randevular, hastane içerisindeki yoğunluk hastaları yorarken hekimleri de yıpratıyor. Tıp öğrencilerinin çoğu yurt dışına çıktığında daha iyi bir hayat yaşamayı kurgularken, sağlık öğrencilerinin ise pişmanlığı artıyor. “Biz öğrenciler, sağlık çalışanları ne yapabiliriz?” sorusunun cevabına “Bizim elimizden bir şey gelmez artık” yanıtları geliyor. Bu kadar önemli bir alanın böylesi çıkmaz yollarla dolandırılmış olması ve her geçen gün personellerin çok daha fazla güçlükle hizmet üretiyor olmasının sebepleri yalnızca bu iktidarın yanlış politikalarının ürünü olabilir mi?
SAĞLIK BÜTÇESİ HASTAYA DEĞİL ŞİRKETLERE
AKP döneminde sağlık harcamalarında kamunun yerinin çok olması Türkiye’deki sağlık sisteminin kötü olmasıyla ilişkilendiriliyor. Oysa TÜİK’in verileri AKP döneminde cepten sağlık harcamalarının katlanarak arttığını gösteriyor. Sağlık harcamalarının kişilere devredilmesi tedaviye ulaşmayı maddi açıdan zorlaştırıyor ve sermayenin yatırım alanı haline gelmiş olan sağlık sektörü, kişilere “sağlıksız olma hakkı” şeklinde sunuluyor. 1990’larda başlayan ve 2003’ten sonra sağlıktaki pek çok düzenlemeyle artan özel sağlık yatırımlarının bir sonucu olarak, özel hastanecilikte şirket yoğunlaşması hızlanıyor, tek hastanelerin yerini zincirler, “sağlık grupları” alıyor. Yani sağlıktaki sorunlarımız sağlık sistemi için yeterince para dökmememizden kaynaklı değil. Sağlığa ayrılan harcamaların artması sağlığa önem verildiğini de göstermiyor, bunun birinci sebebi tedaviye ihtiyaç duyacak hale gelmemizin isteyeceğimiz bir şey olamayacağı, ikinci sebep ise sağlığın kar aracı olarak biçimlendiriliyor oluşu. “İnsan hakkı” olan sağlık, pazara kurban ediliyor ve ardından asıl sorumlu pazarın kendisinde görülmüyor. Oysa sağlık hakkı, sağlıklı bir ortamda yaşama hakkı ve sağlık hizmetlerine ulaşma hakkıdır. Asgari geçinme, barınma, beslenme ihtiyaçlarının karşılandığı bir “sosyal koruma” pek çok hastalığı önceden engellemiş olacaktır. Sağlığın bir “endüstri” haline gelmiş olması nedeniyle sağlık ticareti ülke içerisinde de sınırlı kalmıyor. Sağlığın piyasalaşması, global hedeflerle beraber ilerliyor. Pek çok özel şirket dışarıdan çektikleri “müşteri”lerden daha fazla kâr ettiklerini açıklıyor. Tıp turizminin, yani dışarıdaki talebe yönelik oluşturulan sağlık sisteminin, oldukça büyümekte olduğunu özel hastanelerin çevresine otellerin yapılmasında da görüyoruz. Sağlık grupları, yeme-içme, konaklama sektörleriyle sağlık sektörünü entegre ettikleri politikalarını arttırıyorlar.
Sağlıkta neoliberal reformun bir ayağı özel sermayenin birikim yollarını açmakken diğer ayağı ise sağlığa kamusal kaynaklardan en az dilimi ayırmak. Sermaye doktordan hastayı en az masrafla tedavi etmesini bekliyor. Hekimler ilaçları reçete ederken piyasadaki durumuna göre reçete edebiliyor, yüksek meblağda ilaçlar SGK tarafından karşılanmıyor. Sağlık üzerinden yapılan tasarruflar ise üniversite hastanelerindeki tetkik, tahlil eksiklikleri olarak bize yansıyor, hastayı tedavi ederken en ileri, en etkili teknolojinin yerine en tasarruflu yöntemler devam ettiriliyor. Sağlık çalışanları üzerinden daha fazla kâr elde etme hedefiyle hareket eden bu sistem, diğer sağlık çalışanları kadar hekimlerin çalışma koşularını da zorlaştırıyor.
FARKLI BİR SAĞLIK SİSTEMİ DÜŞÜNMEK GEREK
Performansa dayalı sistemle hekimin “verimliliğini” kontrol eden bürokrasi ve şirketin yöneticileri ile birlikte hekimlerin ne yapması, nasıl yapması, ne kadar süreyle hastayla ilgilenmesi dışarıdan dikte ediliyor. Hastaların “doktor bir yüzüme bile bakmadı, hemen ilaç yazdı yolladı” tepkilerinin sorumlusunun hekimler olmamasına rağmen hekim ve hastanın karşı karşıya gelmesi kaçınılmaz oluyor. Dünya bankası-İMF ikilisinin küresel ölçekteki neoliberal sağlık politikalarının bir sonucu olarak şekillenen sağlıkta dönüşümün pek çok ülkede hayata geçirildiğini görmeliyiz. Çözümü yurt dışı olarak görmemiz sorunların nedenini yalnızca ülkedeki yanlış politikalardan kaynaklı okumamızdan kaynaklanıyor. İlerleyen süreçte zincirleşen sağlık gruplarının gittikçe tekelleştiği ve doktorlar için çalışma koşulları daha kötü olurken hastalar için de tedavinin bir o kadar zorlaştığı bir tablo öngörülebilir. Böyle bir gidişatı durdurabilmek ise gittikçe özelleşen sağlık sistemi yerine halk için üretilen bilimi, teknolojiyi ve sağlığı ulaştırabilecek bir mekanizmayı savunmakla mümkün olabilir.