OVP: “Açık bir yoksullaştırma!"
“Genç işsizliğin yaygın, üniversiteli işsizliğinin yoğun olduğu bir ülkede hiç de hoş bir gelecek vaat etmiyor OVP.”
Kaynak: Freepik
Batuhan ENGİNER
Geçtiğimiz günlerde Erdoğan, ilgili bakanlar ve bürokratların katılımıyla Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde Orta Vadeli Programı açıkladı. OVP'yi tanıttığı konuşmasında “Afetin yaralarını saran, enflasyonu yeniden tek haneye düşüren, büyüme ve istihdamı sürdüren, sosyal adalet ve refahı geliştiren Orta Vadeli Program'ın Türkiye Yüzyılı vizyonumuza ivme kazandırmasını temenni ediyorum” ifadeleri de yer aldı. Açıklanan programla birlikte atılacak adımların iddia edildiği üzere ne derece halkın ve ülkenin çıkarına olacağı, bu bağlamda böylesi bir “atılım sürecinin” Türkiye gençliğinin en acil ve güncel taleplerine ilişkin neler söylediğine dair tartışmalar sürüyor. Biz de Evrensel Gazetesi Ekonomi Yazarı Bülent Falakaoğlu ile birlikte, bütün denklemleri ve ikilemleriyle bu ekonomi planının Türkiye gençliğinin sahiplenebileceği türden bir plan olup olmadığını ve gençlere etkilerinin, karşılığının ne olacağı hakkında konuştuk.
Türkiye’de 2005’ten beri Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından üç yıllık Orta Vadeli Planlar hazırlanıyor. Ancak bu sefer OVP uygulamaları büyük tartışmalara neden oldu. Bunun sebebi “tutumluluk programı” olarak ifade edilmesi mi? Bu sözde tutumluluğun eğitime ayrılan bütçede bir azalmaya gidilmesi gibi etkileri söz konusu olabilir mi? Bu tür bir azalmanın öğrenci başına düşen öğretmen sayısında azalma, eğitim içerisindeki ek masraflarda artış vb. etkileri olabilir mi? Bu programın gençlerin yaşamlarındaki karşılığı ne olacak?
Büyük tartışmalara yol açmasının temel sebebi halka çıkaracağı faturanın büyüklüğü ve bu faturanın ödenmiş ağır bedelin üzerine gelmiş olması. Şöyle ki, bu program öncesinde uygulanan düşük faiz politikası üç temel sorun doğurdu. Birincisi, enflasyon yüzde 100’lere dayandı. İkincisi, yüksek enflasyon altında konutlar değer yaratma aracına dönüştü; ev ve kira fiyatları uçtu. Üçüncüsüyse emekçilerin milli gelirden aldığı pay azaldı, gelir uçurumu büyüdü!
Yoksullaşmış, temel ihtiyaçlarını karşılayamaz, kirasını ödeyemez hâle gelmiş halka OVP ile şimdi de şunlar deniyor: “Senden daha çok vergi alacağım ama sana daha az ücret ve maaş ödeyeceğim”, “Faize daha çok para ödemek zorunda olduğum için sana daha az kamusal hizmet vereceğim”, “Ekonominin çarkları biraz yavaşlayacağı için işsiz kalacaksın ama ben yine de kıdem tazminatına göz dikeceğim.” Hâliyle böylesi acı reçetelerle dolu bir OVP tartışma yaratır.
“Bahsedilen tutumluluğun sonucu ne olacak?” sorunuza gelirsek şunları söyleyebiliriz: Evet, devlet harcamalarını-yatırımlarını azaltacak. Ama bu azaltış, hasta gitse de gitmese de, yolcu geçse de geçmese de, vatandaş uçsa da uçmasa da garanti ödemesi yapılan şehir hastanesi, oto yol, havalimanı gibi mega proje ödemelerinden olmayacak. Saray masrafları kısılmayacak. Peki, nereden olacak? Tabii ki kamusal hizmetlerden…
Örneğin sağlıktan. Şehir hastanelerini yapan müteahhide parası ödenecek sağlığa ayrılan pay azalacak. Her gün bir şiddet vakasının yaşandığı, tıkanan, niteliği azalan sağlık hizmeti daha da niteliksiz hale gelecek. Doktor, randevu bulmakta zorlanılacak vs.
Eğitimde nitelik düşecek. Daha da az atama yapılacak. Bakanlık bütçesi azalacağı için eğitim masrafları ailelerin üzerine eskisinden daha çok binecek. Programa bakınca bunu açıklıkla görebiliyoruz.
OVP’de iç ve dış borçlara yapılan faiz ödemeleri patlayacağı bildiriliyor. Mesela önümüzdeki yıl, 2024’te faiz ödemesi 1 trilyon 254 milyar liraya ulaşacak. Bu yılın iki katı. Üçüncü yılın sonunda 5 trilyonu bulması öngörülüyor. Programdaki faiz ödemelerinin kaydettiği hızlı büyüme, personel giderleri, mal ve hizmet alımları ve cari transferlere fark atıyor. Demek ki daha niteliksiz hizmeti daha pahalıya alacağız, daha az istihdam yaratan devlet daha az sosyal yardım yapacak.
Erdoğan’ın “enflasyonu besleyen tüketim artışlarını önleyeceğiz” ifadesi de program için kilit bir yerde duruyor gibi görünüyor. Burada, tüketim artışıyla halkın “aşırı tüketim” yaptığı mı iddia ediliyor? Sizce söz konusu önlem, alım gücünü daha da düşürmek mi olacak? Yakın gelecekte nasıl sonuçlarla karşılaşacağız?
Evet, maalesef ki programın enflasyonla mücadeleye bakışında şu felsefe var: Vatandaş harcadığı müddetçe enflasyon düşmez, enflasyonu düşürmek için tüketimi kısmak lazım. Vatandaş ucuz kredi bulamasın, taksit sayısı düşürülsün, gecikme faizi artsın ki insanlar kredi kartı ile tüketemesin. Daha çok vergi alınsın, insanların cebindeki reel anlamda küçülsün. Bir de hedeflenen enflasyona” göre maaş ve asgari ücret artışı yapılsın ve böylece ücret ve maaşlar baskılansın.
Hedef, hem vatandaşın cebindeki gelir küçülsün hem de alım gücü düşsün!
Düşük faiz yüksek enflasyon altında insanların ellerinde para tutması, parasının erimesi demekti. Bu nedenle borçlanıp ihtiyaç gidermeyi tercih etti dar gelirli emekçiler. Bu da doğal çünkü 100 liralık kredi çeksen 100 liralık buzdolabı alsan, sene sonuna kadar ödeyeceğin faiz 20 lira. Toplam ödeme 120 lira. Ama aynı buzdolabı seneye 180-200 lira. Arada 80 liraya kadar çıkan fark var. İnsanlar da haklı olarak, durduğu yerden 80 lira kazanç saydılar borçla tüketmeyi. Buna aşırı tüketim denemez. Bu ülkede 50 milyon kişi açlık sınırının altında bir gelire sahip. Ne aşırı harcaması.
Geçinebilecek bir geliri olmadığı için destek alan aile sayısı 3.6 milyon. Elektrik faturasını sosyal yardımla ödeyebilen hane sayısı 4.1 milyon. Yoksulluğun arttığını gösteren böylesi sayısız kanıt varken “aşırı tüketim” söylemi gerçekçi değil. Enflasyon altında ezilen, enflasyon mağduru milyonlarca insana deniyor ki sen harcadığın için enflasyon oluyor, seni harcayamayacak hâle getireceğiz.
Vurgu yapılan bir diğer konu da ihracat ve cari açık. Cari açığı kapatmak için temel gıda maddelerin ithalatından “fedakârlık” yapılacağını düşünüyor musunuz? Bu “ihracat hamlesinin” ülkemizde üretilen mal ve hizmetlere erişimimizi daha da kısıtlayacağını ve ithalat maliyetinin artacağını düşünmek oldukça normal. Sizce gençler bu alanlardan nasıl etkilenebilir, temel gıda malzemelerinde veya tamamı ithalata dayanan baskı malzemeleri nedeniyle kitap fiyatlarında veya temel gıda maddelerinde artış ile karşılaşacak mıyız?
Bir ülkede cari açık varsa o ülke ürettiğinden fazlasını elin parasıyla tüketiyor demektir. İhraç ettiğinden çok fazlasını ithal ediyor demektir. Türkiye ekonomisi dışa bağımlı bir ülke. Üretimde kullanılan hammadde, ara malında dışa bağımlı. Tarımsal girdilerde, ilaçta, gübrede vs. dışa bağımlı. Finansal açıdan dışa bağımlı, dışarıdan sıcak döviz gelmedikçe ekonomisi dönmüyor. Üretim için ne lazımsa dışarıya yüzde 50’nin üzerinde, yüksek derecede bağımlı. Bir de çok fazla lüks tüketim ithalatı yapılıyor. Böyle bir ülkede “Cari açık düşürülecek” denilince akla gelmesi gereken ilk şey “Peki, bağımlılık ortadan kaldırılacak mı?” olmalı. Bu soruya olumlu yanıt vermekse mümkün değil. Zira ortada öyle bir program yok. O zaman cari açığı düşürmek için ithalatı kısmak lazım. İthalatı kısmak, bağımlılık nedeniyle üretimi düşürmek demek. Ekonominin küçülmesi demek bu da işsizlik demek.
Gençlerin bakması gereken yer öncelikle bu işsizlik. Çünkü ekonomi küçülünce ekonominin iş yaratma kapasitesi düşer. Kapasitenin düşmesi, her yıl 1 milyon gencin iş aradığı bir ülkede yüz binlerce işsiz genç yaratır. Hükümet diyor ki “Endişelenmeyin, biz ihracatı artırarak açığı düşüreceğiz.”
Şimdi “bağımlı bir ekonomide bu mümkün mü?’ sorusuna hiç girmeyelim ve hadi hükümetin dediği gibi olacak diyelim. İhracat nasıl artacak? Büyük bir teknolojik atılımla mı? Hayır! Peki, nasıl artacak? Hükümetin cevabı: “Ucuz emek üzerinden yaratılacak rekabetle.”
İhracatta teknolojik seviyesi artmıyor ve fiyatlar da yükselmiyorsa geriye adeta köle gibi çok ucuza çalışmak mecburiyeti kalıyor. İşsizliğin yanında gençliğe kölelik vaat ediliyor. Yükselen kur, ucuz ithalat yerine içeride daha pahalı üretim gibi sebepler tabi ki gençler için telefondan kitaba, her şeyi daha pahalı hale getirecek.
Kapitalist sistemde emek de tıpkı diğer şeyler gibi bir alınır-satılır. Hâlihazırda Türkiye’deki çocuk işçilik, kayıt dışı çalıştırmalar vb. sebeplerle emeğin fiyatıysa oldukça düşük. Orta Vadeli Plan’da da emekçilerin maaşlarının artık enflasyon oranına değil, hedef enflasyon oranına göre zamlanacağı ifade ediliyor. Bu devlet eliyle emeğin fiyatının daha da düşürülmesi anlamına mı geliyor? Sizce, bu uygulamayla ne amaçlanıyor? Genç işçiler ve meslek liseliler yakın gelecekte nasıl bir iş hayatıyla karşılaşacaklar?
Düşünelim.
400 lira maaşınız var, yüzde 80 enflasyon altında erimiş. Bir yıl sonraki enflasyon da yüzde 50 olacak. Maşınız erimeye devam edecek. Siz ikisini düşünerek yüzde 70’lik bir telafi edici ücret artışı beklerken devlet diyecek ki “Benim enflasyon hedefim yüzde 25, tutturmam için sana da bu oranda zam yapmam lazım.” Açık bir yoksullaştırma!
Yukarıda da değindik; bir de ihracatta rekabet söylemiyle gelir düşürme hedefi var. Çin’de asgari ücret 250 dolar Türkiye’de 400 dolar. Öyleyse, düz mantık, 200 dolara düşürelim biz avantajlı olalım yaklaşımı söz konusu. Reel alım gücünün şimdikinin yarısına düşürülmesi gibi. İşte tam da bu başarılamayınca MESEM adı altında, “Öğrenciler 1 gün okula 5 gün beleş düzeyde bir ücrete, sömürüye, işe” şeklinde formüller geliştiriliyor.
OVP’de ayrıca esnek çalışmanın yaygınlaştırılması hedefiyle “iki gün eve üç gün işe” gibi güvencesiz çalışmanın önünü açıyor. Meslek liselinin bile “mesleğim var” diye sevinemeyeceği bir güvencesizlik yani! Genç işsizliğin yaygın, üniversiteli işsizliğinin yoğun olduğu bir ülkede hiç de hoş bir gelecek vaat etmiyor OVP.
Gençler programı ve ne yapılması gerektiğini tartışmalı, gelecekleri için.