22 Ekim 2023 04:56

Avrupa cephesi İsrail ile birlikte savaşıyor! | Avrupa'nın Gündemi

Avrupa hükümetleri İsrail'in Gazze saldırılarına tam destek verirken yeni katliamları engellemek için ses çıkaranlar bastırılmaya çalışılıyor. Halklar ise Filistin ile dayanışmaya devam ediyor.

Fotoğraf: Mustafa Hassona/AA

Paylaş

İngiltere hükümeti konumunu İsrail’den yana tutmakta kararlı. Tıpkı İngiliz ana akım medyası gibi. The Guardian Yazarı Owen Jones hükümeti eleştiren nadir ana akım yazarlardan ve bu haftaki yazısında hükümetin savaş suçu ortaklığına karşı halkın dayanışma sesini yükseltmesi gerektiğine vurgu yapıyor.

Almanya, devlet politikası olarak ilan ettiği İsrail’in kayıtsız şartsız desteklenmesi konusunda ısrarlı. Sokaklarda Filistin lehinde gösteri yapanların cezalandırılması, göç kökenlilerinse sınır dışı edilmeleri tartışılıyor.

Fransa’da hükümetin İsrail’e verdiği koşulsuz destek, Filistin yanlısı gösterileri yasaklamaya kadar vardı. İsrail’in kendini savunma hakkı olduğu iddiasıyla katliamlara girişmesi Fransa’da geniş tepki çekti ancak hükümet terör retoriğini kullanarak bu tepkileri bastırmaya çalışıyor.

İNGİLİZ SİYASETÇİLER İSRAİL-HAMAS SAVAŞI KONUSUNDA YANLIŞ DÜŞÜNÜYOR, ONLARDAN HESAP SORMALIYIZ

Owen JONES
The Guardian

Filistinli bir sivilin hayatının değeri nedir? Britanya’nın siyaset kurumu için bu sorunun cevabı çok az. İsrailli sivillerin -parti müdavimleri, kibbutznikler, çocuklar, yaşlılar- Hamas tarafından katledilmesinden duyulan tiksinti ahlaki bir zorunluluktur. Trajiktir ki, yine de, yaşamın kutsallığı konusundaki haklı uzlaşı İsrail sınırlarında sona eriyor. Hem Muhafazakar hükümet hem de İşçi Partisi muhalefeti Cenevre sözleşmelerinin ahlaksızca ihlal edilmesinin, savaş suçlarının ve etnik temizliğin destekçisi haline gelmiştir.

Rishi Sunak İsrail’e “kesin” destek verirken bunun ne anlama geldiğini irdelemekte fayda var. Gazze sağlık bakanlığına göre son dokuz günde İsrail bombaları altında en az 2 bin 750 Filistinli hayatını kaybetti, bunların yaklaşık dörtte biri çocuk. Başbakanımızdan tek bir keder ya da üzüntü sözcüğü yok: Muhtemelen onların katledilmesi İsrail’in “Kendini savunmak için her türlü hakkı” olarak tanımladığı şeyin içinde yer alıyor. Ambulansların ve elektriksiz hastanelerin bombalanmasını ya da sağlık görevlilerinin, gazetecilerin ve BM yetkililerinin öldürülmesini kınayan yok.

Sunak’ın uyarı niteliğindeki tek sözü İsrail güçlerine “Sivillere zarar vermekten kaçınma” çağrısında bulunmak oldu. Faydasız bir jest: tam desteğini ilan ettiği İsrail devleti niyetleri konusunda pek de ince davranmıyor. İsrail savunma kuvvetleri, “Önemli olan isabet değil hasardır” diyor. Sunak, “Hayvansı insanlarla savaşıyoruz” diyen İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant’ın sözlerinin farkındadır, aynı Gallant ayrıca Gazze’nin “elektriksiz, gıdasız, yakıtsız” tam bir kuşatma altına alınmasını emredip, İsrail’in “Her şeyi ortadan kaldırma” niyetinde olduğunu da sözlerine ekliyor.

Şimdi Sunak’ın Cenevre Sözleşmelerinin toplu cezalandırmayla ilgili 33. maddesini öğrenmesinin tam zamanıdır; bu maddeye göre “Korunan hiç kimse bizzat işlemediği bir suçtan dolayı cezalandırılamaz”. Bu hükümetimiz tarafından fiilen onaylanan bir kuşatmanın sonucu mu? BM Filistinli Mülteciler Ajansı, Gazze’de “Suyun tükenmekte olduğunu” ve pek çok kişinin sığındığı okullarda “Temiz suyun fiilen tükendiğini” açıkladı (…)

Binlerce kişi Londra’da bu tartışmasız savaş suçlarına karşı yürüdükten sonra, böyle anlarda aşina olduğumuz bir karşı çıkış duyduk: Hamas’ın zulmüne karşı gösterileriniz nerede? Hamas’ın cinayetleri şiddetle kınandı. Ve Hamas, İngiliz devleti ve müttefikleri tarafından silahlandırılmıyor ya da desteklenmiyor. Paha biçilmez diplomatik korumanın yanı sıra, İngiltere 2015’ten bu yana İsrail’e en az 442 milyon sterlin değerinde silah ruhsatı verirken, baş müttefikimiz ABD her yıl yaklaşık 3 milyar dolar askeri yardımda bulunuyor. Muhafazakar Milletvekili Crispin Blunt’ın da haklı olarak söylediği gibi, İngiltere İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarına destek vermektedir: “Suç ortağı olmanız sizi suçu işleyen tarafla eşit derecede suçlu kılar.”

Peki ya eski İnsan Hakları Avukatı Keir Starmer tarafından yönetilen İşçi Partisi muhalefetine ne demeli? Ne de olsa liderlik kampanyasında dört numaralı vaadi “Artık yasa dışı savaşlara son vermek” ve “İnsan haklarını dış politikanın merkezine koymak” idi. Şimdi çiğnediği tüm vaatler arasında bu en affedilmez olanı. Ulusal radyoda, uluslararası hukuka saygısını vurgularken, İsrail’in, sivil halkın su ve enerjisini kesmeye “Hakkı olduğunu” ilan etti. Mesleği göz önüne alındığında Starmer ya beceriksiz ya da dürüst değil: böyle bir abluka tanımı gereği yasa dışıdır. Starmer, El Ehli Hastanesine yapılan saldırıyı (Her iki tarafın da diğerini suçladığı) kınadı ve bunun sonucunda meydana gelen ölümlerin “Haklı gösterilemeyeceğini” söyledi. Bir kez daha, kuşatma söz konusu olduğunda eğip bükmekten mutluluk duyduğu uluslararası kanunlara atıfta bulundu(…)

İşçi Partili meclis üyelerinin, partilerinin “Bir savaş suçunu fiilen onayladığını” gerekçe göstererek ülke genelinde istifa etmelerine şaşmamalı. Geçtiğimiz hafta Genç İşçi Partisi BAME Sorumlusu Lubaba Khalid istifa etti. Üç gün sonra, genç bir kız olan kuzeninin bir İsrail saldırısında öldüğünü bildirdi.

Dehşet arttıkça, İşçi Partisi liderleri “İsrail’in savunmasının uluslararası hukuka uygun olması gerektiği” konusunda zayıf açıklamalar yapıyorlar, oysa bunun böyle olmadığını ve bu suçun işlenmesine yeşil ışık yakılmasına yardımcı olduklarını gayet iyi biliyorlar. Yıllarca bu caka satan sözde ılımlılar “kurallara dayalı düzen” hakkında liberal nutuklar attılar. Ahlaki üstünlük iddiasında bulunma hakları sonsuza dek yok olmuştur. Gazze ablukasına karşı seslerini çıkarmazlarsa, Uluslararası Ceza Mahkemesinin Kurucu Savcısı Luis Moreno Ocampo’nun “İnsanlığa karşı suç ve soykırım olarak değerlendirilebileceğini” söylediği şeyi onaylamış olacaklar.

Bu savaş suçları siyaset kurumumuzun onayını almış olabilir, ancak liderlerimiz tarafından onaylanan önceki felaketleri unutmamış bir halktan giderek büyüyen bir tepki bekleyin. Muhafazakarlar tarafından hiç tereddütsüz desteklenen İşçi Partisi hükümeti, 11 Eylül’den sonra bize felaket getiren askeri maceraları yaşatmıştı.

Sonuçlar mı? 4.7 milyona varan ölüm, peki ne için? Politikacılardan hesap sormadaki başarısızlığımız bu dehşetin durmaksızın tekrarlanmasına neden oluyor. Bunun tekrarlanmasına izin vermeyin. Bir Filistinlinin hayatının İsrailli ya da İngiliz bir siville eşit değerde olduğu iddiası bile yok. Ancak onların hayatları önemlidir ve çocukları enkaz altında yok olmaya mahkum edenler sonsuza kadar lanetlenmelidir.

Çeviren: Sarya Tunç


ATEŞKES YOK: ALMAN POLİTİKASINDA ÇİFTE STANDART

German Foreign Policy

BM Genel Sekreteri İsrail ve Gazze Şeridi’nde ateşkes çağrısında bulunuyor. Berlin 3 binden fazla ölüme rağmen buna direniyor. Federal hükümet hiçbir zaman müttefiklerin saldırılarında sivil ölümlerini protesto etmez.

Berlin, İsrail ve Gazze Şeridi’nde derhal ateşkes sağlanması yönünde dünya çapında giderek artan acil talepleri reddediyor. BM Genel Sekreteri António Guterres Pekin’de talebi yineledi: Hamas’ın terör eylemleri “Filistin halkının toplu olarak cezalandırılmasını haklı gösteremez.” Buna karşılık federal hükümet, Gazze Şeridi’ndeki ölü sayısının 3 bini aşmasına ve İsrail hükümetinin 471 kişinin ölümüyle sonuçlanan hastaneye yapılan saldırının Filistinlilere atfedildiğini iddia etmesine rağmen “İsrail’in meşru müdafaa hakkı”ndan geri adım atmıyor. Federal hükümet, faillerin müttefikleri olduğu geçmişte aşırı sivil ölümleri konusunda her zaman sessiz kalmıştı; tıpkı Batı’nın saldırıları sonucunda en az 3 bin sivilin öldüğü Musul’da IŞİD’e karşı savaşta yaptığı gibi. 2016 sonbaharında yaklaşık 1000 sivilin Rusya-Suriye saldırılarına kurban gittiği Halep Savaşı ise Alman medyasında bir “imha savaşı” olarak değerlendirildi.

İsrail ve Gazze Şeridi’nde acil ateşkes talebi dünya çapında hızla artan bir aciliyetle dile getiriliyor. BM Genel Sekreteri António Guterres bunu çarşamba günü örnek bir şekilde yaptı. Pekin’deki Kuşak ve Yol Forumunda konuşan Guterres, Filistinlilerin “56 yıllık işgalden sonra” yaşadığı acı mağduriyetlerin Hamas’ın 7 Ekim’deki terör eylemlerini “Haklı çıkaramayacağını” söyledi. Bu terör eylemleri “Filistin halkının toplu olarak cezalandırılmasını” da haklı gösteremez. Bu nedenle Ortadoğu’daki silahların bir an önce susması gerekiyor. BM Güvenlik Konseyi, geçtiğimiz birkaç günde Guterres’in talebini dikkate alan önergeleri iki kez oyladı. Pazartesi günü Rusya’nın çatışmanın derhal sona erdirilmesi yönündeki talebini reddetti; ABD, İngiltere, Fransa ve Japonya önergede 7 Ekim katliamlarının faili olarak Hamas’ın adının belirtilmemesi nedeniyle hayır oyu verdi. Çarşamba günü ABD, Brezilya’nın Hamas’tan açıkça söz eden ve hatta kendisini “insani ateşkes molası” çağrısıyla sınırlayan önerisini veto etti; Washington’un BM Büyükelçisi Linda Thomas-Greenfield, önergenin ABD açısından yetersiz olduğunu çünkü “İsrail’in meşru müdafaa hakkından” bahsetmediğini söyledi.

Berlin ayrıca meşru müdafaa hakkını öne sürerek ateşkes çağrılarını da engelliyor. Başbakan Olaf Scholz, salı sabahı Berlin’de Ürdün Kralı Abdullah’ı kabul ettiğinde durum böyleydi; Abdullah ise “Yeter!” dedi. Scholz, Almanya’nın “tereddütsüz” İsrail’in yanında olduğunu belirterek, “Bu şiddet döngüsünü bu şekilde sürdüremeyiz” dedi. “Şiddet döngüsünün” İsrail’i daha güvenli hale getirip getirmediği ya da tam tersini mi başaracağı Berlin’de tartışılmıyor. AB’de, Komisyon Başkanı Ursula von der Leyen tarafından benimsenen Almanya’nın tutumu hararetli tartışmalara neden oluyor; zira von der Leyen, Gazze Şeridi’nin elektrik, gıda ve su kaynaklarının kapatılmasını eleştirmeye bile hazır değil; aralarında Fransa’nın da bulunduğu pek çok AB üye devletinin kitlesel protestolarına rağmen tutumundan taviz vermiyor. Von der Leyen şimdi insani yardım sağlamak ve yardım malzemelerinin Mısır üzerinden Gazze Şeridi’ne getirilmesini istiyor. Aslında bu, İsrail’in savaşı yürütme biçimini destekliyor: Sivil halkın durumunun dikkate alındığı izlenimini veriyor, ancak daha fazla bombalamanın önünde engel teşkil etmiyor. Ancak İsrail, yalnızca Gazze Şeridi’nin güneyinde insani yardım yapılmasına izin vermek istiyor

Gazze Sağlık Bakanlığına göre salı akşamı Gazze’deki El Ehli Hastanesine düzenlenen ve 471 sivilin hayatını kaybettiği saldırı Berlin’in tutumunu değiştirmedi. İsrail hükümeti yetkilileri o zamandan bu yana, açıkça yanlış bilgiler nedeniyle İsrail’in saldırdığını haklı çıkarmayı ya da reddetmeyi amaçlayan sosyal medyadaki birçok açıklama ve videoyu sildi, ancak hastaneyi vuran roketin bir Filistinli örgüte atfedilebileceğini belirtmeye devam etti. Bu ise İsrail ve Gazze Şeridi’ndeki İngiliz ve ABD’li muhabirler tarafından bile güvenilmez olduğu gerekçesiyle reddediliyor. Ne olursa olsun Gazze’deki ölü sayısı 3 binin üzerine çıktı; çarşamba günü el Ehli Hastanesindeki kurbanlarla birlikte toplam sayı 3 bin 478’di ve en az 12 bin 65 kişi de yaralandı. Pazartesi günü itibarıyla, BM Yakın Doğu’daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansına (UNWRA) ait en az 23 bina hasar gördü ve en az 14 UNWRA çalışanı öldürüldü. Şu ana kadar federal hükümetten bu konuda eleştirel bir açıklama gelmedi (…)

Çeviren: Semra Çelik


FRANSA: FİLİSTİN YANLISI AKTİVİSTLER DEĞİŞKEN GEOMETRİLİ DAYANIŞMADAN RAHATSIZ

Samia LOKMANE
Middle East Eye

Aktivistler, Macron hükümetini Gazze’deki yoğun bombardımanları görmezden gelmekle ve Hamas’ın İsrail’e yönelik saldırılarının uyandırdığı duyguları Filistinlilere destek seslerini sansürlemek için maniple etmekle suçluyorlar.

“Haber kanallarını izlemeyi bıraktım çünkü gazetecilerin ve konuklarının öznelliğine dayanamıyorum. Çoğu İsrail’i kayıtsız şartsız savunuyor ve Gazze’nin bombalanmasını onaylıyor, İbrani devletinin kendini savunma hakkı olduğunu iddia ediyor” diyor, Marsilya’da yaşayan Fransız-Cezayirli Sigortacı Karim, Middle East Eye’a verdiği demecinde. Sinirlenen Karim, muhabirleri ve analistleri Hamas’a yönelik “hedefli saldırılardan” bahsederek İsrail ordusunun dilini tekrarlamakla suçluyor. “Ortadoğu söz konusu olduğunda, her zaman olduğu gibi öfke seçicidir. İsrailli ölümler var, bütün aileler, yaşlılar ve çocuklar... ve sonra, onların yanında, Filistinliler isimsiz, yaşsız ve yüzsüz ikincil kurbanlar olarak tanımlanıyor” diyor büyük bir üzüntüyle. “Televizyonda bombalanan binaları görüyoruz ama öldürülen insanları görmüyoruz. Katliam kapalı kapılar ardında, zaten acı çeken halkın su, gaz ve elektrikten mahrum bırakıldığı bir açık hava hapishanesinde gerçekleşiyor. İsrail intikam alıyor ve herkes alkışlıyor” diye devam ediyor.

Karim, salı günü, eşi ve bir grup arkadaşıyla birlikte Bouches-du-Rhône valiliğinin koyduğu yasağa meydan okuyarak eski limanda Filistin halkına destek amacıyla bir oturma eylemine katıldı. Eylem, Marsilya Filistin Gazze Kollektifi ve Genel Emek Konfederasyonu bölge birliği (CGT-13) tarafından düzenlendi. Sendika Delegesi Xavier Manouz da resmi desteğin yalnızca İsrail’e yönelik olmasını kabul edilemez buluyor.” Manouz, “CGT, Hamas’ın İsrailli sivillere yönelik saldırılarını açıkça kınamaktadır, ancak Filistinliler de merhametimizi hak etmektedir. Sömürgeci politikalar ve onlarca yıldır maruz kaldıkları apartheid sistemi ile savaş onlar için hiç bitmedi” diye ekliyor. Sendikacı, örneğin Paris Belediye Meclisinin 7 Ekim’deki saldırıların kurbanlarıyla dayanışma amacıyla Eyfel Kulesi’ni İsrail’in renkleriyle ışıklandırma kararından üzüntü duyduğunu, oysa Filistinli kurbanlara sempati göstermek için böyle bir adım atılmadığını belirtiyor.

Ayrıca Filistin yanlısı toplantılara getirilen bir dizi yasağı da protesto ediyor. Marsilya’dan sonra Paris polis valiliği de Filistinliler ve İsrailliler arasında adil ve kalıcı bir barış için Ulusal Kolektif ve Fransa-Filistin Dayanışması (AFPS) tarafından, 2007’den bu yana devam eden Gazze ablukasına son verilmesi amacıyla yapılacak iki gösteriyi yasaklama kararı aldı. (...) AFPS Başkanı Bertrand Heilbronn, bu kararın “Fransız hükümetinin sürüklenişini” teyit ettiğine inandığı “siyasi bir karar” olarak nitelendiriyor: “Çok ciddi bir dönüm noktasına ulaşmış bulunuyoruz. Hükümet, İsrail’in Filistinlileri katletmek için kendini savunma hakkına sahip olduğu iddiasını destekliyor” (...)

“Hamas saldırılarının Fransa’da uyandırdığı duygular, siyasi otoriteler tarafından Filistinlilere destek seslerini susturmak ve bir cadı avı iklimi yaratmak için kullanılıyor. İçişleri Bakanı Filistinlileri destekleyen tüm gösterileri alenen antisemitizmle eş tutuyor” diyerek sitem ediyor Bertrand Heilbronn.

Geçtiğimiz günlerde bir televizyon röportajında İçişleri Bakanı Gérald Darmanin, radikal sol parti Boyun Eğmeyen Fransa’yı (LFI) Yahudi karşıtı olmakla suçladı. Siyasi grubun “Bunun aksini göstermediğini” söyledi. Hamas saldırılarının ertesi günü LFI, Hamas saldırısını İsrail’in işgal politikasının yoğunlaştırılmasına atıfta bulunarak bağlamsallaştırdıktan sonra siyasi sınıfın büyük bir kısmının tepkisini çekmişti.

Eski cumhurbaşkanı adayı Philippe Poutou’nun aşırı sol partisi NPA hakkında da Filistinlileri ve seçtikleri direniş yöntemlerini destekleyen bir bildiri dağıtmasının ardından terörizmi mazur gösterdikleri gerekçesiyle soruşturma açıldı.

“Fransa, Ortadoğu’da yıkıcı siyasi tercihler yaptı. İsrail’in müttefiki olmakla birlikte, Filistinlilerin haklarına saygı gösterilmesi konusunda sağlam bir pozisyona sahipti. Artık durum böyle değil” diyor Middle East Eye’a konuşan Bağımsız Tarih Araştırmacısı Thomas Vescovi. Ona göre, medeniyetler çatışması teorisi İsrail-Filistin çatışmasını yorumlamak için Sarkozy’nin cumhurbaşkanlığı döneminde kullanılmaya başlanmış. “François Hollande, İsrail’i terörizme karşı bir müttefik olarak görüyordu. Emmanuel Macron ise 7 Ekim’e kadar çatışmayı tamamen bir kenara bırakarak İsrail’in teknolojik gücüne odaklanmıştı” diye devam ediyor araştırmacı. (...)

Çeviren: Eren Can

ÖNCEKİ HABER

Batman’da Kadın Kültür ve Sanat Festivali başladı

SONRAKİ HABER

İHD: Yılmaz Özalp ihlaller sonucu yaşamını yitirdi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa