21 Ekim 2023 17:33

KESK ‘OVP ve bütçe gerçeği’ konulu panel gerçekleştirdi

KESK, ‘OVP ve bütçe gerçeği’ konulu panel gerçekleştirdi. Panelde konuşan,  Prof. Dr. Aziz Konukman bütçe sermayeye için yapıldığını ve emekçilerin ödediğini belirtti.

Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

KESK, ‘OVP ve bütçe gerçeği’ konulu panel gerçekleştirdi. Panelde konuşan,  Prof. Dr. Aziz Konukman bütçe sermayeye için yapıldığını ve emekçilerin ödediğini belirtirken Dr. Mert Büyükkarabacak  ise “AKP’in  işçi sınıfı üzerinde egemenlik kurabilmesinin ve koruyabilmesinin önemli sebeplerinden bir tanesi de işçi sınıfı arasındaki dayanışmanın ve birlikteliğin yeterince güçlü olmaması.  Bizim işçi sınıfının konsoliderasyonunu sağlayacak bir politik söyleme ve hareket planına ihtiyacımız var”  dedi.

Panelde söz alan Prof. Dr. Aziz Konukman,  “Küreselleşme ve post-fordist sermaye birikimi modeli ile birlikte 80’li yıllarda devletlere rol biçiliyor. ‘Bu kamu eskisi gibi süremez, bütçeleri küçültün’ diyorlar. ‘Bütçelerden kamu hizmeti üretir bir yapı getirmeyin. KİT’leri tasfiye edin ve kuralsızlaştırma’ diyorlar. 90’lı yıllarda gelen peşi sıra krizlere çare olarak  2000’li yıllarda ‘POST Washington Uzlaşması’, önceki uzlaşmaya yeni unsurların katılmasıyla kalıcı hale geldi. Öncelikle bürokrasi uluslararası finans çevrelerince seçilmiş olacak. Sermaye tabanlı STK’ler olacak. Ve bunların hepsi yasaların hazırlanma sürecinde arkada, mutfakta bürokratlarla birlikte çalışacak. Sadece bütçede değil bütün yasa tekliflerinde böyle oluyor. Tek adam rejimi için ‘Erdoğan her şeyi kafasına göre yapıyor’ gibi düşünmemek gerekiyor. Uluslararası finans çevreleri anlatıyor yapacaklarını. Bunların dışınca düzenleyici kurumlara ihtiyaç duyuyorlar. Üçüncü olarak yolsuzlukla mücadele. Bunu çok önemsiyorlar. İMF diyor ki, ‘sizin parayı nereye harcadığınızı bileceğim’. Aslında sistem hem yolsuzluğu üretiyor hem de onun mücadelesini yürütüyormuş gibi birimler kuruyor. Yoksulluğun yönetilmesi gerektiğinin farkındalar.  Yönetmeyi bütçe üzerinden yaparsanız bütçe disiplin kurallarına uyarsınız. Az da olsa bir denetlemeye tabi olursunuz. O yüzden bunu fonlar aracılığıyla yapılıyor” dedi.

"BÜTÇENİN SERMAYEDEN YANA BİR BÜTÇE OLDUĞU ÇOK AÇIK"

Konukman şöyle devam etti: “Bu durumda OVP ve bütçeye baktığınızda  aslında bu oturum bitti. Çünkü kaynak tahsilinin kime yapılacağı belli. 3 koltukta sermaye oturuyorsa kimin bütçesinden bahsedeceğiz. Milletvekilleri bizim adımıza mı Meclis’te? Onlar sınıfsal tercihlerle gelmişler. Tek adam rejimi bu tür kaynak tahsislerini kolaylaştırıyor. Halbuki parlamento dediğimiz zaman çok partili, koalisyonları düşündüğümüzde bilek güreşleri olacak. Ve bu pazarlık süreçlerine tabi olacak. Grevler olacak, kavga çıkacak, sendikalar ikna olmayacak. Şu an için sermeye açısından müthiş bir huzur var. Hiç bir zaman burjuvazi ‘demokrasiyi geliştireyim’ demez. Çünkü TÜİSAD’lar, TİSK’ler  en büyük kaynak tahsislerini bu dönemlerde aldılar. Yeni sermaye grupları da oluştu ama bu pastanın onlar aleyhine bozulduğu anlamına gelmiyor. İki kesimde büyürken emekçiler bunun altında kalıyor. 2023 bütçe büyüklükleri incelendiğinde, cari transferlere faiz de eklendiğinde bütçenin ağırlıklı olarak bir transfer bütçesi olduğu yani sermayenin yararlandığı görülüyor. Sonuçta doğrudan ve dolaylı kaynak tahsisi dikkate alındığında bütçenin sermayeden yana bir bütçe olduğu çok açık bir şekilde ortaya çıkıyor.”

“BÜTÇENİN NEMASI SERMAYEYE ÖDEMESİ EMEKÇİYE”

2023 bütçesinin 4,5 trilyonla kabul edildiğini fakat temmuzda 1,1 trilyon ek bütçe geldiğini hatırlatan Konukman, “Ek bütçenin nemasını sermayeye, ödemesi emekçiye gidiyor. Normalde bütçemiz 5,6 trilyon sanarsınız ama değil. 6,6 trilyon. Adı da gerçekleşme tahmini. Yani 1 trilyona yakın çaktırmadan bir ekleme var. İşte o gizli, paralel sarayın ek bütçesi. Bu nasıl gündeme geldi. Deprimin ardından bir rapor yayınlandı. Kurumlar sıralanmış fakat sıralarken gibi diye bitirmiş. ‘Gibi kuruluşlara’ denmiş. Cumhurbaşknalığı kararlarıyla ödenek eklenmiştir. Bütçe hakkı diye bir şey var. Bu öneri Meclis’e gelecek, Meclis de kabul edecek. Bu nereden çıktı? Hangi kurumlar olduğu bilinmiyor, hangi kalemler o da bilinmiyor. Cumhurbaşkanının böyle bir yetkisi yok” dedi.

“TÜRKİYE KAPİTALİZMİNİN SORUNU UCUZ ENERJİ KAYNAKLARINA ULAŞAMAMAK”

Dr. Mert Büyükkarabacak, ucuz dış kaynak olanaklarının kesilmesi sonrasında bunu oluşturulan suni koşulları sürdürülemez hale her geldiğinde kur şoklarının bir tür düzeltmeyi sağladığını belirterek. “Kur şoklarının kontrol altına alınabilinmesiyse  yükselen faizler, küçülen iç talep, azalan büyüme ve istihdam oranları pahasına mümkün olabiliyordu.  2001 ve 2013 sürecindeki yaşanan hikayeyi bugün içinden bir türlü çıkılamayan bu birikim rejimi krizinin yaratan temel dinamikler olarak okumalıyız. Bu bir bağımlı finansallaşmayı geliştirdi. Dolayısıyla büyümenin hızlandığı her dönem çok ciddi cari açıklarla ancak gerçekleştirilebildi.  Türkiye kapitalizmin  ebedi sorunu olan ucuz enerji kaynaklarına ulaşamamak, hatta özellikle 2013 sonrasında bu krizin derinleşmesinde de Türkiye sermayesini arap baharı sonrasında Ortadoğu'ya müdahale ederek aslında bir siyasal islamcı projeksiyonun ucuz enerji kaynaklarına ulaşma çabalarının onu küresel batı emperyalizmiyle arasında çelişkiler yaratacak kimi siyasi sonuçlar da yaratmasına uğraşıyor” dedi.

2013’teki kur artışının Gezi’ye bağlandığını hatırlatan Büyükkarabacak, “Aslında Amerika'daki FED'in faiz arttırma sürecine başlamasıyla birlikte Türkiye'de kurlarda oynadı ve Arap baharıyla ilgili de özellikle Suriye politikasında Amerika'yla çekişmeyi düşünmesi sonrasında da Türkiye'nin batı sermayesiyle arasında ciddi problemler ortaya çıkmaya başladı. Bu da Merkez Bankasına düşük faiz politikasıyla birlikte özellikle kredi büyümeleri şeklinde gerçekleşti. Devlet bankaları elinden çok üstü kredi büyümeleri gerçekleştirdi ve bunlar da iç talebin arttığı, dolayısıyla büyümenin tetiklendiği ancak  cari açığın yönetemezler hale geldi. Dolayısıyla kur üzerinde çok ciddi baskıların ortaya çıktığı bir dönem oluşturdu. Ucuz dış kaynak bulunamadığı için finansal bir dışa bağlılık da söz konusu olduğu için de bu iyi şekilde yaratılan iç kaynaklar sürdürülebilir olmadığı için biz içinden çıkamadığımız  bir süreci yaşıyoruz. Faizler düşüyor, büyüme artıyor, iç talep patlıyor, kredi büyümesi başlıyor. Cari açık inanılmaz boyutlara geliyor, kur üzerinde baskı oluşuyor. Kurları aşağı çekmek için faizleri yeniden yükseltiyorsun ve dolayısıyla bu zikzak projesi bugün yeni bir evresidir” dedi.

Ucuz enerji kaynaklarına ulaşılabilmek finans kapitalinin ve Türkiye'deki tüm sermaye grupların ortak virüsü olduğunu söyleyen Büyükkarabacak, “Büyük güçler arasındaki güç kaymalarının yaşandığı Orta Doğu'da  çatışma süreçlerini derinleştiği bir süreçte Türkiye'nin çok güçlü bir savaş makinesi geliştirmeye çalıştı ve bunun da faturasını emekçilerin sırtına yüklendi. Dolayısıyla barış politikaların aslında ekonomik mücadelenin de çok önemli bir parçası olmak zorunda olduğunun bir kez daha burada altını çizmek gerekiyor. Faizlerin inanılmaz oranda düşürülmesiyle muazzam bir negatif faize geçilmesi ve kontrollü enflasyon süreci tetiklenmesi ile birlikte emeğin gelirlerinin milli gelirden aldığı pay çok ciddi bir şekilde düşürüldü. Enflasyon burada aslında yaşanan koskoca bir soygundur. Emeğin milli gelirden aldığı pay neredeyse üçte bir oranı azaldı. 2023 seçimlerini düşünürsek,  yapılan hukuksuzluklar, haksızlıklar. Bunların hepsi zaten bilinen olgular. Ama kimi siyaset bilimciler özellikle uygulanan ekonomik politikalarının çok ciddi bir istihdam artışına yol açtığını ve bu istihdam artışının da hane gelirinde artışına ulaştığını, Ana akım muhalefetin sermayenin çizdiği çerçevenin dışında bir söylem geliştirememiş olması, sol sosyalist çevrelerinse aslında yine bu büyük soygunu yeterince teşhir eden, yani halk sınıflarının yoksullaşması üzerinden güçlü bir karşı hegemonya programı inşa edememiş olmasının 2023 seçimlerinin kaybında çok önemli bir rolü olduğunu düşünüyorum” dedi.

Büyükkarabacak şöyle devam etti: “AKP’in özellikle işçi sınıfı üzerinde egemenlik kurabilmesinin ve koruyabilmesinin önemli sebeplerinden bir tanesi de işçi sınıfı arasındaki dayanışmanın ve birlikteliğin yeterince güçlü olmaması. Mesela kıdem meselesi, TÜRK-İŞ,DİSK’in konusu enflasyon KESK’in konusu...  Bizim işçi sınıfının konsoliderasyonunu sağlayacak bir politik söyleme ve hareket planına ihtiyacımız var”  (Ankara/EVRENSEL)

ÖNCEKİ HABER

2024 yılı bütçesi ve iktidarın ekonomideki adalet anlayışı

SONRAKİ HABER

Bir özgürlük ışığı: Furuğ

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa