28 Ekim 2023 03:50

Kuru Otlar Üstüne ve normalleştiremediğimiz haller

Ergül Polat, "Kuru Otlar Üstüne" filmine dair yazdı.

Kuru Otlar Üstüne filminden bir sahne 

Paylaş

Ergün POLAT
İzmir

İlk gösterimi Cannes Film Festivali’nde yapılan ve Merve Dizdar’ın en iyi kadın oyuncu ödülü kazanmasıyla adından çok söz ettiren Nuri Bilge Ceylan’nın son filmi “Kuru Otlar Üstüne” nihayet bizim sinemalarımızda da gösterilmeye başlandı. [ŞA1] Nuray karakterini canlandıran Merve Dizdar’ın ismi her ne kadar ön plana çıkmış olsa da Deniz Celiloğlu (Samet), Musab Ekici (Kenan) ve öğrenci rolündeki Ece Bağcı (Sevim) muhteşem oyunculuklarıyla gönlümüzün ödülünü kazanıyorlar.

Senaryoyu Nuri Bilge Ceylan, Ebru Ceylan ve Akın Aksu birlikte kaleme almışlar. Özellikle çok başarılı ve gerçekçi çekilmiş okul sahnelerinde Doğu’da iki yıl öğretmenlik yapmış Akın Aksu’nun güçlü gözlem yeteneğinin etkisini hissediyoruz.

AKICI VE SÜRÜKLEYİCİ

İzlemeyi düşünenlerin meraklarını karşılamak adına en baştan şunu söyleyebilirim ki gerek kurgusu gerek oyunculuğu ve gerekse müthiş görselliği bakımından bir Nuri Bilge Ceylan filminden beklenen her şeyi bu filmde buluyoruz. Sadece bulmuyoruz ayrıca klasik bir Ceylan filmine ek olarak daha fazla diyalog ve siyasi meselelere karşı daha keskin sorular görüyoruz. Sanat filmlerine [ŞA2] gitme konusunda biraz mesafeli duran (Ki filmin 3 saat 17 dakika sürdüğünü düşünürsek bunu belki de haklı bir endişe olarak da görebiliriz) sinemaseverler için küçük bir dipnot düşmek gerekirse “Kuru Otlar Üstüne” Ceylan’ın en akıcı ve sürükleyici filmi diyebiliriz. Yer yer görsellikle veya monologlarla kesilmiş olsa da canlı diyalogları ve merakta bırakan kurgusuyla film sizi öyle sarmalıyor ki bittiğinde hâlâ devam etmesini istiyorsunuz.

Film; Erzurum’un uzak bir köyünde zorunlu hizmet görevini tamamlamaya çalışan bir resim öğretmeninin karlı bir günde yaya olarak köye doğru gitmeye çalışmasıyla başlıyor. Samet, hayata dair beslediği ideallerini, inançlarını ve umutlarını günden güne yitirmiş hem kendi hem de çevresine karşı gittikçe yabancılaşan yorgun bir öğretmen. Bir zamanlar var olduğunu hissettiği saf ve temiz bir tutkunun izlerini kendi iç dünyasında bulmaya çabalıyor. Ve içine girmiş olduğu bu ruh halinin kaynağı olarak da çalıştığı okulu ve okulun bulunduğu bölgeyi görürken, çözüm olarak düşündüğü tek şey ise -sürekli sızlandığı bu yerden- zorunlu hizmeti biter bitmez tayin isteyip İstanbul’a gitmek.

Aslında zorunlu hizmetle başlayan bu süreçteki “zorunlu” kelimesi ilişkileri ve yaşananları anlamakta kullanacağımız anahtar kelime. Aynı lojmanı paylaşmak zorunda olduğu Kenan ve yine mecburi hallerin zorlaması ile Nuray Öğretmen’le doğallığında olmayan bir tanışma, diğer öğretmenler, yöre halkı ve jandarma ile kurulan ilişkiler… Samet’in gözünde hepsi bu zorunluluğun parçası ve hepsi geçici. Ve belki de öğrencilere ve çevresindekilere karşı bu kadar faydacı ve bencilce davranmasındaki en önemli etken de bu “geçici olma” durumu. Yaşananların sonuçlarını göğüslemek veya sonuçlarına katlanmak zorunda değil. İstanbul’a gidecek ve hepsi geride kalacak. Ceylan burada aslında kangrenleşmiş bir soruna da işaret ediyor: Kenan gibi zorunlu hizmetle atanmış, içlerinden sürekli lanetler okuyarak işe gelen ve bunun faturasını da bölge halkına kesen mutsuz eğitimcileri, sağlıkçıları ve güvenlik görevlilerini bizlere gösterirken, zorunlu hizmet bittikten sonra geride kalanlardaki tahribatı hatırlatıyor.

Bütün film boyunca Samet’in kurduğu ilişkilerde gerçekten değer vermeye layık gördüğü tek şey Sevim’in ona olan ilgisi ve gösterdiği bu ilginin onda yarattığı heyecan. Sevim ergenliğe yeni girmiş bir ortaokul öğrencisi ve Samet Öğretmen’ine gösterdiği yakın ve samimi tavırlarıyla dikkat çekiyor. Sevim’in bu ilgisinin altında yatan nedeni bilmiyoruz ve aslında bilmemiz de gerekmiyor. Ceylan da özellikle Sevim’in duygularını gösterme noktasında yerinde bir sansür uyguluyor. Çünkü çocuklar öğretmenlerine karşı her zaman buna benzer duygular hissedebilirler. Burada bakılması gereken şey öğretmenin bunu anladıktan sonraki tutumudur. Samet bunu hissettiği andan itibaren Sevim’in bu duygusunun peşine düşüyor, besliyor hatta yer yer açığa çıkarması için Sevim’i cesaretlendiriyor. Samet’in ayağa kalkarak Sevim’in saçlarına dokunması belki de filmin en gerilim dolu sahnesi denebilir. Durumun okul idaresi oradan da ilçeye yansımasıyla birlikte olay kapanmasa Samet’in bu süreci nereye dönüştüreceği şüpheli bir soru işareti olarak zihnimizde kalıyor.

EĞİTİMCİ VE YETİŞKİN SORUMLULUĞU!

Samet, belki gerçekten Sevim’in gözlerinde, bir zamanlar kaybettiği o saf ve temiz duyguyu[ŞA3]  arıyor ama bunu bir eğitimci ve yetişkin sorumluluğuyla yapmadığı kesin. Sevim’i diğer öğrencilerden ayırarak hediye alıyor, duygularını ifade etmesi için zorluyor, yer yer psikolojik şiddet uyguluyor. Açıkçası Samet, iyi bir eğitimcide olmamasını beklediğimiz bütün kusurlu davranışları çocuklar üzerinde sergiliyor. Sonuç olarak bu olay öznelinde Ceylan “çocuk istismarı” gibi tehlikeli bir kapıyı [ŞA4] Samet karakteriyle aralayıp tekrar kapatmayı tercih ediyor. Samet’i aklamıyor ama yargılatmaması da bir eleştiri olarak düşünülebilir çünkü bunun “normalleştirme”ye açık bir konu olmadığını düşünüyorum.

Yaşama dair neredeyse tüm ilgi ve heyecanını kaybetmiş, artık resim bile yapmayan Samet’in fotoğrafa karşı olan ilgisini Samet karakteriyle ilişkilendirmek biraz zorluyor bizi. Nefretle baktığı bu coğrafyada neden böyle bir anı biriktirme uğraşında olsun ki? Filmin olağan akışının kesilerek kimi zaman belgesel tadında gözümüze iliştirilen bu güzel fotoğraflarda Samet’ten çok Nuri Bilge Ceylan’ı gördüğümüzü söyleyebiliriz. Zaten fotoğrafların birçoğunu Ceylan’ın eski kişisel sergilerinden hatırlıyoruz.

Ceylan filmde (Her ne kadar adı tam olarak söylenmese de) Kürt sorununa da yer yer dikkat çekiyor. Özellikle Samet’in umursamadan sorduğu baba sorusuna karşı babasının durumunu bir türlü açıklayamayan çocuğun suskunluğu, on yıllardır yaşanan acıların sanki sesi oluyor. Bölgede yaşayanların Kürt olduğu çok net ortada iken film boyunca ne çocukların ne de bölge halkının kendi arasında dahi tek kelime Kürtçe konuşmaması ilgi çekici? [ŞA5] Yıllardır seyrettiğimiz “Türkçe konuşan Kürtler” filmleri listesine maalesef birini daha eklemiş oluyoruz. Böyle bir detayı asla kaçırmayacağını bildiğimiz Ceylan’ın bilinçli bir tercihle bu duruma ironik bir eleştiri getirmiş olabileceğini düşünmek istiyorum. Çünkü Ceylan’ı da kendi doğusuna dahi oryantalist olan aydın grubuna dahil etmek içimden gelmiyor.

NURAY VE SAMET’İN DİYALOGLARI

Filmin akıllarda uzun süre yer alacak ve konuşulacak en önemli sahnesi ise Samet ile Nuray’ın yaşamın anlamı ve amacına yönelik yaptıkları uzun politik diyaloglarla yüklü “masa sahnesi.” Nuray, Ankara Garı patlamasında tek bacağını kaybetmiş, söylem ve tavırlarında oldukça tutarlı bir duruşu olan politik bir kadın. Samet’in aksine o burada öğretmenlik yapmayı kendi isteği ile tercih ediyor. Engelinden kaynaklı istediği yere tayin isteyebilecekken ailesi ile zaten kendi memleketi olan Erzurum’da yaşıyor. Örgütlü bir mücadeleyi ve değiştirilebilecek bir dünyanın mümkünlüğünü [ŞA6] Samet’e uzun uzun anlatıp ikna etmeye çabalıyor. Samet ise bu örgütsellik içinde sesi kaybolan bireyi işaret ediyor ve dünyanın değişmeyeceğine dair umutsuz duygularını anlatıyor.

İçkili bir masada iki arkadaş arasındaki bu sohbet doğal akışından uzaklaşarak kimi zaman bir sempozyum havasına dönüşüyor diyebiliriz. Özellikle Nuray’ın soğuk, klişelerle yüklü söylev niteliğindeki yapay konuşma üslubu bizi Samet’e daha çok yakınlaştırıyor. Ceylan’ın bu ikili tartışmada karakterlerine çok da eşit mesafede yaklaştığını söylemek biraz güç. Samet’i lümpenlikten bencilliğe birçok konuda slogonvari cümlelerle yargılayan Nuray’ın masadan ayağa kalktığında Samet’e artık kapıyı göstermesini beklerken, Samet’in “umut yorgunluğu” sözünün cazibesiyle tüm gardını indirdiğini görüyoruz. Samet de gecenin sonuna doğru asıl gelme amacına ulaşmış oluyor. Ceylan’ın, Nuray öznelinde gereğinden fazla büyüttüğü devrimci bir imajı, bilinçli bir tercihle aşağı çekmesi daha kolay oluyor.

Samet’in tuvalete gitmek için Nuray’ın yanından ayrıldığı ve sonrasında film setinin içinde gezindiği sahne de Nuri Bilge Ceylan filmlerinde alışılagelmişin dışında sahnelerden biri. Tam olarak Brecht tarzı olmasa da kendini filme kaptırmış seyirciyi filmin atmosferinden dışarı çıkmasını sağlayan başarılı bir yabancılaştırma aralığı olarak değerlendirebiliriz.

FİNAL SAHNESİ HAYAL KIRIKLIĞI

Final sahnesi ne yazık ki benim için hayal kırıklığı oldu diyebilirim. Son sahnede Samet, Nuray ve Kenan’ı Nemrut gezisinde görüyoruz. Zaten zorlama oluşturulan ve çokça zarar gören bağın hâlâ bozulmamış olması çok anlaşılır gibi değil. Sonrasında onlardan uzaklaşan Samet’in içsel konuşmalarını dinliyoruz. En azından bu bölümde kendine yönelik bir öz eleştirel yüzleşme umarken; fakat yine Samet’in sadece kendi duygularına yönelik varoluşsal sıkıntılarını işitiyoruz. Ceylan’ın bir söyleşide “Samet’in savunuculuğunu yaparım” sözünü çok cesaretli bir çıkış olarak yorumluyorum çünkü Samet’i savunmak şeytanın avukatı olmak kadar zor aslında. Karşılaştığımız bir kötülüğü tolere etmede veya normalleştirme çabamızda “anlayabilmek” önemli bir adım.

Ne var ki Samet’te “nedensiz bir kötülük”le karşı karşıya kalıyoruz. En azından Ceylan; Samet’in karakterini şekillendiren geçmişteki ayrıntıları seyirciye sunmuyor. Nuray’a karşı duygusal hatta cinsel anlamda bir his beslememesine rağmen, Kenan’ı yaralaması, bir kız çocuğunun duygularına karşı bu kadar hoyrat ve bencilce bir tutum. Bu kötülüğün nedenini bilmiyor ve bulamıyoruz. Daha mesleğin başındaki bir öğretmenin ideallerinden bu kadar çabuk vazgeçmesinin, mücadele vermeden hayata karşı duyduğu “umut yorgunluğu’nun… Hiçbirinin nedenini bilmiyoruz. Ne liberal yaklaşımın “her şeye evetçi” gri özgürlüğünün; ne de ahlakçı yaklaşımın siyah-beyaz yargılarının esiri olmadan şunu içtenlikle söyleyebilirim ki bu haliyle Samet’i “normalleştirme” çabam sonuçsuz kalıyor.

ÖNCEKİ HABER

CHP kurultayında divan başkanı İmamoğlu olacak: Çok kutsal bir sorumluluk

SONRAKİ HABER

ODTÜ öğrencileri: İhmal nedeniyle bir sıra arkadaşımızı daha kaybetmeyeceğiz

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa