Edebiyatımızın yüzyılı
Adnan Özyalçıner, edebiyatımızın 100 yıllık Cumhuriyet yolculuğunu yazdı.

Görsel: Pixabay
Adnan ÖZYALÇINER
Cumhuriyet edebiyatı, gerçekçi bir bakış açısı getirmiştir. Köylümüz ilk kez, ağa-ırgat ilişkisi, toprak sorunlarıyla gerçek yaşamından alınmış kesitlerle edebiyata geçer. Kentlilerle kasabalılar da aynı gerçekçi bakışla karşı karşıya kaldıkları tüm sorunlarıyla ele alınır. Kenar mahalle insanlarının, fabrika işçilerinin, memurun, esnafın, kısacası halkın, yani azınlık yerine çoğunluğun yaşam serüvenlerinden söz edilir olmuştur. Yöneten-yönetilen, zengin-yoksul ayrımı gibi temel çelişkiler su yüzüne çıkarılmıştır. İnsan ilişkilerindeki siyasal, toplumsal, ekonomik çelişkilerle bireyin duygusal, yaşamsal çelişkileri bir bütün olarak edebiyatımızın çerçevesini oluşturur.
Bunun nedeni, cumhuriyetle birlikte cumhuriyet sonrası yazarlarımızın halkın arasından yetişmiş, birçoğunun da yoksul sınıf ve tabakalardan gelmiş olmalarıdır. Cumhuriyete kadar yaygın biçimde okuma olanağı bulamayan halk çocukları, cumhuriyetle birlikte sanat ve edebiyat alanında eserler vermeye başlar.
Cumhuriyet dönemindeki konuyla içerik bakımından olan gelişme ile coğrafi açıdan bütün memleketi içine alan genişlemesiyle başlangıçta gözleme dayalı gerçekçiliğin egemen olduğu görülür. Gözlemci gerçekçiliği, Nâzım Hikmet, Sabahattin Ali’yle birlikte eleştirel gerçekçilik, dahası toplumsal gerçekçilik izleyecektir.
Bizde ilk işçi öyküsünü 1909’da “Memleket Hikayeleri” Yazarı Refik Halit Karay yazmıştır. Hakk-ı Sükut (Sus Payı) adındaki bu öyküde Bursa’da bir ipek fabrikasında çalışan kadın işçiler anlatılır. Ciğerlerinde koza tozu biriken bu işçiler verem olup birer birer ölürler. Durumu üst makamlara şikayet edeceğini bildiren ustabaşı, patronun aylığını artırmasıyla susar. Öykü bugün de geçerli olan şu sözlerle bitecektir: “Bu bir sus payıydı. İşte susturuluyordu. Halbuki onun acımasız ve kuvvetli etkisi altında değil yalnız kendisi, asıl daha yüksektekiler susmuşlardı. Daha yükseklerde bile etkisini gösteren bu önlem sermaye sahiplerine altın, mezarlara ölü yetiştiriyordu.”
Tarla ile fabrika işçilerinin öyküsü, cumhuriyet dönemi edebiyatımızda öncelikle Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Reşat Enis’in Çukurova yöresini anlatan öyküleriyle romanlarında görülecektir. Bu konu, daha sonra Orhan Kemal’de yoğunluk kazanır.
Suat Derviş’ten sonra Nezihe Meriç’le kadın kahramanlar, kadın sorunları duyarlıklı bir anlatımla edebiyatımızda yer almıştır. 1960-1970 sonrasında eğitim ve öğretimle yaşamdaki kadın-erkek eşitliğinin yetiştirdiği yazar kadınlarımızın çoğalarak şiir, öykü, romanımızın gelişmesinde önemli katkıları olmuştur.
Köy enstitülerinin açılmasıyla köy çocukları da eğitimdeki fırsat eşitliğinden yararlanır. Enstitüden yetişen yazarlar, köyü, köylüyü dolaysız bir biçimde anlatırlar. Anlatılanlarda gelenek göreneklerin baskısı, bağnazlıklar, kör inançlara bağlı yoksul, geri bir yaşamın tüm gerçeklerinin açığa çıktığı görülür.
Cumhuriyet edebiyatında doğusu, batısı, güneyi, kuzeyiyle bütün bir memleket, coğrafyasıyla, insanıyla yer alır. Yanı sıra Almanya’ya işçi göçüyle edebiyat coğrafyamız genişleyecektir. Orada yaşayan işçilerimizin yaşamları şiir, öykü, romanlarımıza konu olacak, edebiyatımıza yeni açılımlar kazandıracaktır.
Cumhuriyet edebiyatımızda Nurullah Ataç’la başlayan deneme-eleştiri konusundaki çalışmalar, gelişerek öznelden nesnele dönüşen bir yol izlemiştir.
Cumhuriyetin yüzyılı boyunca edebiyatımız, sanatımız, dönem dönem baskı altına alınarak yasaklanmış/yasaklanmaktadır. Kitapların toplatılması, yazarların hapse atılması yaşanan bir gerçeklik. Dün olduğu gibi, bugün de.
Cumhuriyetin yüzyılı boyunca bütün bu yasaklamalara karşılık edebiyatımız /edebiyatçılarımız işinden caymamıştır. “Düşünce ve ifade özgürlüğü olmazsa insan hak ve özgürlükleri de olmaz/olamaz” diyerek yoluna devam etmiştir/etmektedir. Çünkü edebiyatın yolu, aydınlığın yoludur.
Evrensel'i Takip Et