28 Ekim 2023 14:35
/
Güncelleme: 14:51

Rojhat TURGUT

Özellikle pandemi ile birlikte memleketin her yerinde uzun çalışma saatlerine, güvencesizliğe, düşük ücretlere ve işten atmalara karşı irili ufaklı yüzlerce direniş, grev, iş bırakma-yavaşlatma gördük. Eylemler elden ele taşınan bir meşale gibi bir fabrikanın önünden maden ocaklarına, büyük haber ajanslarının plazalardaki ofislerinden özel okulların bahçelerine kadar farklı sektörlerden işçilerin ellerinde dolaştı, dolaşıyor. Ancak öyle bir sektör var ki bütün bu sorunlardan münezzeh ya da alanda çalışanların sorunlarına karşı bir meşale yakmak fikrinden ve bu meşaleyi taşıyacak insanlardan mahrum görünüyor.

Neden böyle diye düşünüldüğünde ise -ister büyük bir yayınevinin editör odasındaki konuşmalara kulak kabartalım ister okulu yeni bitirmiş ve freelance iş yaparak geçinmeye çalışan edebiyat mezunu gençlerin sohbet masalarına oturalım- bunun bazı yanılgılardan kaynaklandığını görebiliriz bana kalırsa.

İlk olarak özellikle orta ve büyük ölçekli yayınevleri, hatta banka ve holding sermayeli olanları bile bizde hâlâ safi birer kültür kurumu olarak görülüyor. Ticarethane, işletme oldukları, temel ilkenin daima para kazanmak olduğu unutuluyor ya da bu gerçeğin üstü çok iyi bir biçimde örtülüyor. Bu temel gerçek bulanıklaşınca alanda çalışan editör, redaktör, tasarımcı, çevirmen (elbette tümü değil) vs. de kendini, emeğini patrona satan işçi olarak değil geçici zor zamanlar yaşayan bir sanat militanı olarak görme eğiliminde oluyor. Çark en baştan buna uygun olarak dönüyor.

Tıpkı her gün MESEM’lerden atölyelere, oradan da bir ümit iyi bir fabrikada bant başına geçmeye çalışan liseli gençlerin üretime sürülmesi gibi edebiyat, felsefe, sosyoloji vs. gibi farklı bölümlerden mezun olan yüzlerce genç de üniversite sıralarından belirsizliğin ve güvencesizliğin tek kural olduğu yayıncılığın pamuklara sarılmış demirden kollarına atılıyor. Genç yayınevi emekçisinin bu taze hevesi, güçlü arzusu, samimi çabası da patronlar tarafından sonuna kadar kullanılıyor. Ücretsiz stajlar, “İş öğreniyor” diye para verilmeden okutulan dosyalar, “Adın duyulur” denerek yaptırılan çeviriler, kitabının çıkmasına minnetle imzalatılan tek seferlik ve gelecekte üreteceği eserleri de ipotekleyen sözleşmeler… Alttan gelen her kuşakta bu döngü yinelenip duruyor. Mücadele deneyiminin birikmediği alanda yeni gençlere bu yüzden sadece sömürü koşulları miras kalıyor.

Son zamanlarda yaşanan “23 kuruş vakası”nda ya da büyük bir yayınevinde yaşanan işten atma sürecinde de gördüğümüz üzere bir sorun patlak verip tepki çektiğinde ise elbette iyi niyetle ama eksik bir düşünceyle “okur dayanışması”ndan, “boykot”tan bahsediliyor çoğunlukla. Üreten, çalışan, emeğini satanın eylemi yerine tüketiciyi öne çıkarmak bir çeşit dayanışma gibi görünse de çoğu durumda kadük ve işe yaramayan bir girişim olarak kalıyor. Yanılgılardan biri de bu. Neden mi? Çünkü örgütleyicisi yok. Tek tek okurların “vicdanına” kalmış bir dayanışma biçimi olarak boykot, yayıncılık alanındaki her hak arama girişiminin akla ilk gelen ve yegane eylem biçimi halini aldı. Nasıl ki bir patronun “iyi niyetine” güvenilmeyecekse okurun “vicdanı” da tek başına bir çözüm olarak görülemez. Kendi büyük adı daha da büyük yayınevlerindeki hak gaspları duyulduğunda yaşanan “hayal kırıklığının” sebebi de bunlar. Çünkü patron “iyi niyetli” bir “sanat sevici”, yaptığı iş de “kültür faaliyeti” sanılıyor.

Yine de bu karamsar görüntünün altında küçük de olsa mayalanan bir başka gerçek, henüz meşale olmasa da tutuşarak büyümeye çalışan bir kıvılcım var. Bu kıvılcımı tutuşturacak şey de üretilen kitabın-derginin sadece tüketicilerinin değil, onların yanı sıra asıl olarak üreticilerinin bir araya gelip sorunlarını konuşması ve birlikte çözüm üretmesi. Gerçekten emekten yana olan ya da böyle olduğunu iddia eden, yayıncılıktan kazandığı bir şey varsa da bunu yeniden yayıncılığı için kullanan bağımsız yayınevleri vb.lerine de burada emekten yana olma, sorumluluk alma, yayınevi emekçilerinin taleplerini sahiplenmek düşüyor. Bütün bunlar ancak tıpkı geçmişte Türkiye Yazarlar Sendikası, YAZKO gibi örgütlenmelerin, günümüzde ÇEVBİR gibi meslek örgütü deneyimlerinin bize gösterdiği gibi; sorunları görecek, tartışacak, muhatabıyla görüşecek, gerektiğinde eyleme geçecek örgütlerle, yapılarla mümkün olabilir: Sorunlara, yasal düzenlemelere, mücadelenin seviyesine ve ihtiyaçlarına göre bu bir sendika, dernek, meslek birliği vs. ya da başka bir biçim alabilir elbette. Ki bugün Yayınevi Emekçileri Platformu adı altında editörler ve redaktörlerden son okumacılar ve tasarımcılara, oradan depo çalışanlarına yayıncılığın yüküyle beraber her krizin faturasını da sırtlanan yayınevi emekçileri artık yüzlerini birbirlerine dönmüş durumda. Ve Nâzım’ın dizeleriyle, “Bu kitabın kâadını yapanlar yazısını dizenler nakışını basanlar bu kitabı dükkânında satanlar para verip alanlar alıp da seyredenler”i kendileriyle birleşmeye, asgari talepler etrafında mücadele etmeye çağırıyorlar. Belki de böylece fabrikalardan, madenlerden, asfalt yollardan alınacak meşaleyi nihayet bir karanfil olarak elden ele dolaştıracak ve birleşecekler sessizce. Çünkü biliyorlar ki “Dağların ardı ova / Bulanığın sonu duru / Küfün altı meneviş.”

EVRENSEL'İNMANŞETİ

‘Tüm gruplar silah bıraksın, PKK kendini feshetsin’

‘Tüm gruplar silah bıraksın, PKK kendini feshetsin’

PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın, bir süredir beklenen mesajı, DEM Parti İmralı heyeti aracılığıyla duyuruldu. Öcalan, “Tüm gruplar silah bırakmalı ve PKK kendini feshetmelidir” çağrısı yaptı. Açıklamada Suriye’deki Kürtlerin siyasi ve askeri durumuyla ilgili bir ifade yer almadı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
CHP'li belediyelere silkeleme ve sabah dörtte operasyonlar yapılırken AKP'li Sincan Belediyesine Cumhurbaşkanlığı bütçesinden 30 milyonluk bağış yapıldığı iddia edildi.

Evrensel'i Takip Et