Onur Öztürk: Kültürel çeşitliliği büyük tekeller değil, butik yayınevleri sağlıyor
Ginko Kitap Yayın Yönetmeni Onur Öztürk ile yayınevlerinin sorunlarını, çözüm önerilerini ve İstanbul Kitap Fuarına nasıl hazırlandıklarını konuştuk.
Onur Öztürk (Fotoğraf: Şeyma Akcan)
Şeyma AKCAN
İstanbul
Yayınevlerinin kur artışları ve ekonomik kriz nedeniyle uzun zamandır yaşadıkları sorunlar kangrenleşmiş durumda… Bu durum, butik yayınevlerinin yok olmasına, kitap çeşitliğinin azalmasına, yayınevi emekçileri üzerindeki mobbingin artmasına neden oluyor. Kültürel çeşitlilik ve renklilik azalırken sektörde tekelleşme gün geçtikçe büyüyor.
Ginko Kitap Yayın Yönetmeni Onur Öztürk ile yayınevlerinin sorunlarını, çözüm önerilerini ve İstanbul Kitap Fuarına nasıl hazırlandıklarını konuştuk. Yayıncılık sektöründeki tekelleşmeye dikkat çeken Öztürk “Türkiye’de kültürel çeşitliliği sağlayan şey; büyük tekellerin ve banka yayınevlerinin ürettiği başlıklar değil, aksine butik yayınevlerinin bulup çıkardığı, okurla buluşturduğu içerikler” diyor.
"YENİ KİTAPLAR İÇİN HEYECANLIYIZ"
Bu yıl İstanbul Kitap Fuarında yer alacaksınız. Fuara nasıl hazırlandınız? Okurlarınız için nasıl bir hazırlık yaptınız?
Bir süredir bekleyen popüler bilim kitapları vardı listemizde olan. Vaktiyle teliflerini aldığımız, yayına hazırlıkları tamamlanan ama basamadığımız kitaplar… Onları topluca basacağız. Dokuz yeni bilim kitabımız var. Yapay zekadan evrimsel biyolojiye, karmaşıklıktan kuantum evrenine ve matematiğe kadar çeşitli başlıklardan oluşuyor. Bunlara ek olarak tekrar baskı bekleyen çok fazla kitabımız vardı. Bu süreçte onları baskıya hazırladık. Yine yeni çocuk kitapları var. Kor Kitap markasıyla yayımlanacak romanlar var. Basılması için bir süredir sabırsızlandığımız Turgut Çeviker’in yayıma hazırladığı derleme kitabımız Yoksul Evler ismiyle okurlarıyla buluşacak. İçerisinde Orhan Kemal’den Oktay Rifat’a çeşitli yazarların röportajları yer alıyor. Mavi Defter yeniden basacağımız kitaplardan biri. Bunların yanı sıra Nevzat Onaran’ın “Emvâl-i Metrûkenin Tasfiyesi” isimli daha önce yayımlanmış iki ciltlik kitabının gözden geçirilmiş ve yeniden üstünde çalışılmış baskılarını yapacağız. Çernişevski’den bir kitap var, “Gogol Dönemi Rus Edebiyatı” ismiyle. Bu süreçte yine bizim için kıymetli bir yazarın da eserlerini hazırladık. Mahmut Yesari’nin ilk işçi romanı Çulluk yakında okurlarımızla buluşacak. Onun yanı sıra yine Yesari’nin “Mahallenin Namusu” isimli novellasını yayımlayacağız. Birçok dilden yaptığı yirmiyi aşkın çevirisiyle tanıdığımız tutsak Tonguç Ok’un ilk telif eseri Dil, Kültür ve Çeviri artık matbaada. Uzun zamandır basımı olmayan nehir romanlarımız Ateşi Çalmak, Ve Durgun Akardı Don ve Paris Düşerken, Fırtına ve Dipten Gelen Dalga yeniden basılıyor. Manos Kitap’tan İlhan Sami Çomak’ın seçme şiirleri “Haritadan Taşan” başlığıyla çıkacak. Tüm bu kitapları okurlarımızla buluşturmak üzere eş zamanlı olarak düzenlenecek İstanbul ve İzmir Kitap Fuarlarına katılacağız. İstanbul ve İzmir’in ardından Ankara Fuarı da olacak. Yayıma hazırladığımız yeni kitaplarımızla okurlarımızla buluşacağımız için heyecanlıyız diyebilirim.
"DAYANIŞMAYLA BU SÜREÇTEN ÇIKMAYA ÇALIŞIYORUZ"
Uzun bir süredir pek kitap yayımlamadınız. Yeni bir hareketlilik içerisindesiniz. Bu aranın ve durgunluğun nedenlerini nasıl açıklarsınız?
Pandeminin de etkisiyle bir süre yeni dosya kabul edemedik. Hiç kitap basamadığımız bir süreç de yaşadık. Sonrasında da basım sürecini bir hayli sınırlandırdık. Yurt dışından telif haklarını aldığımız kimi kitaplarda ertelemeler aldık. Ardından maddi zorluklar, dövize endeksli maliyetler, kağıt ve baskı maliyetlerinin hızla yükselmesi gibi etkenler de kitap baskısını da mecburen azaltmamıza yol açtı. Özetle böyle zorlu bir sürecin ardından yeniden kitap basmaya ve hazırlıklarımızı tamamlamaya çalışıyoruz. Başta söylediğim gibi biriken işleri, uzatma aldığımız kitapları yayıma hazırladık. Geçirdiğimiz bu zorlu dönemi aşmak için bir taraftan da aslında üretmeye devam etmek gerekiyor, ne kadar zor olsa da. İster istemez artan maliyetler etiket fiyatlarına yansıyor. Okurlar bakımından da kitap alması zorlaşıyor. Önceden birkaç kitabı aynı anda alabilen okurlar artık listelerinden eleme yapmak durumunda kalıyor. Herkes için zorlu bir süreç. Hem okurlarımız hem de bizim gibi yayıncılar için. Bunu aşmak için üretim yapmak ve ürettiklerimizi okurla buluşturmak dışında da bir alternatifimiz yok açıkçası. Onun için de her zaman olduğu gibi okurlarımızla karşılıklı bir dayanışmayla bu süreçten çıkmaya çalışıyoruz.
"EN BÜYÜK ZORLUK ARTAN MALİYETLER"
Kitap basma sürecinde karşılaştığınız en büyük zorluk nelerdir?
Baskı sürecindeki en büyük zorluk artan maliyetler. Birçok sektörde olduğu gibi yayıncılıkta da neredeyse tüm maliyetler dövize endeksli. Türkiye’de kağıt üretimi yok. Dolayısıyla kitap ve kapak kağıdı dövizle yurt dışından satın alınıyor. Keza aynı durum matbaa maliyetleri için de geçerli. Boya, tutkal ve benzeri tüm maliyetler aslında dövize endeksli. Kur bazında yaşanan artıştan doğal olarak matbaalar da etkileniyor. Hal böyle olunca hem kurdaki artışın baskısı hem de enflasyon zamlara yol açtı. Kağıt fiyatları neredeyse iki katına çıktı. Onun dışında tabii kitabı ürettikten sonra okurla buluşmasının önünde de ciddi engeller var. Dağıtım zorlukları gibi. Bağımsız kitabevlerinin giderek alanının daralması, kapanması gibi nedenler bunlardan biri. Yanı sıra zincir mağazalardaki kitap reyonlarının daralması, kırtasiye ve oyuncak benzeri ürünlere daha fazla yer açılması gibi problemler de sıralanabilir. Tüm bunlar yayıncılık sektörünü, yayıncıları da doğal olarak zorlayan koşullar diye düşünüyoruz. Buna eklenebilecek başka bir sorun yıkıcı indirim diye tanımladığımız yüksek iskonto oranları. Yine bu kadar enflasyonist bir dönemde uzun vadelerle yapılan ödemeler diğer bir zorluk olarak karşımıza çıkıyor. Hepsi zincirleme olarak birbirine bağlanabilecek sıkıntılar. Bir kitabı çıkardıktan dört ay sonra ödemelerini almaya başlıyor olmamız başlı başına çok büyük bir zorluk. Yeniden o kitabı yerine koymak için o kitabın satışından gelen gelir bile bazen yetmeyebiliyor. Bu da olması gereken döngüyü çok zorluyor. Bunu kırmak için bu iskontoların azalması, vadelerin kısalması gibi yakıcı taleplerimiz var. Bunun nasıl olabileceğine dair tartışmaları da sektördeki diğer paydaşlarla beraber konuşuyoruz ve bir çözüm üretmeye çalışıyoruz.
"SALDIRGAN VE HIRSLILAR"
Sektördeki kriz nedeniyle butik yayınevleri bir bir kapanıyor. Yayıncılık sektöründeki tekelleşme büyüyor. Buraya dair gözlemlerinizi sormak istiyorum?
Aslında çok yönlü bir yanıtı var bence bu sorunun. Çünkü diğer sektörlerden bir miktar farklı olarak yayıncılık sektöründe asıl rengini veren uzunca yıllardır küçük, orta ölçekli diyebileceğimiz bağımsız yayıncılar. Türkiye’de kültürel çeşitliliği bu anlamda sağlayan şey; büyük tekellerin ve banka yayınevlerinin ürettiği başlıklar değil, aksine butik yayınevlerinin bulup çıkardığı, okurla buluşturduğu içerikler. Son zamanlarda elbette maddi zorluklar bu yayınevlerini zorladıkça büyük yayınevlerine daha fazla alan açıldı ya da onlar daha ‘saldırgan’ bir yayın çizgisi ve politikası izlemeye başladılar. Bunun ikili bir yanı var tabii. Yani daha kökleri olan, geçmişten bu yana yayıncılık yapan banka yayınevlerinin yanına iktidar yanlısı yayınevlerinin eklenmesi de hızlıca iktidarın arkasına aldığı olanakları da kullanarak -maddi manevi tüm olanakları da düşünerek- hızlıca bizim alanımızı daraltacak şekilde harekete geçirdi. Bunu kültürel alana hakim olma çabasının bir parçası olarak okuyoruz. Albayrak Grubunun, Ketebe’nin, AlBaraka’nın vs. bu alanda son dönemde hiç olmadığı kadar hırslı bir yayıncılık politikası izlediğini gözlemliyoruz. Bu tek başına kötü bir şey olarak yorumlanmayabilir. Ama iktidarın bu alandaki baskısını, basıncının bir yansıması olduğunu düşününce çok iyi niyetli bir şey olmadığını görmek gerekir. Bizim bunu aşmak üzere şimdiye kadar olduğu gibi sadık okurlarımızın dayanışması dışında bir alternatif çözümümüz yok açıkçası. Yayıneviyle bu şekilde dayanışan okurlarımızın varlığı ancak bizi daha güçlü kılabiliyor. Benzer sorunları yaşayan yayıncılarla bir kooperatif kurduk, onun ortağıyız. Aynı zamanda orada otuzu aşkın yayınevi var. Online bir satış mağazası ve yerel belediyelerle ortak çalışarak yapılan kitap fuarları vesilesiyle bir alan açılmaya çalışılıyor. Elbette bir anda çözmüyor sorunları ama çok kıymetli buluyoruz bu çabaları. Meslek birliğimizin, meslek örgütümüzün de kimi çabaları oluyor. Bu çabaların yaygınlaşması ve büyümesi bizi çözüme de yaklaştırıyor. Çünkü aynı zamanda geleneksel yayıncılık çizgilerini de genişleten bir hatta ilerlemek durumunda kalındı. Kültürel alanda başka türlü bir hegemonya kuramayacaklarını artık gördükleri için böyle olduğunu düşünüyorum. Nihai olarak nereye varacağını belirleyecek olansa ülkedeki genel siyaset alanı ve buradaki mücadelenin seyri gibi görünüyor.
"KURALLI ÇALIŞMA GEREKLİ"
Son dönemde yayıncılık sektöründeki çalışma koşulları gündeme geldi. Yayınevi emekçileri esnek ve güvencesiz çalışmadan şikayetçi… Bu konuda neler söylersiniz?
Pandemiyle birlikte bu sorunlar daha çok arttı ama freelance çalışmanın en yaygın olduğu, dolayısıyla kuralsız şekilde çalışmanın da en yaygın olduğu sektörlerin başında geliyor yayıncılık. Pandeminin ardından geriye dönülmedi. Bunun ‘patron’ yayıncıların işine gelen bir yanı da oldu. Dolayısıyla yayınevinde çalışan emekçiler bu süreçten kaybederek çıktılar, olumsuz etkilendiler. Bu tabii ülkede genel olarak orta sınıfların erimesiyle de ilişkili bir durum. Bizim sektörde freelance ve kuralsız çalışma biçimi çevirmenlerin, editörlerin, illüstratörlerin sadece kendi işlerini yaparak hayatlarını idame ettiremez duruma gelmelerine yol açtı. Onlar da bunu aşmak üzere bir arayış içerisindeler. Bir araya geliniyor. Biz de elimizden geldiğince dahil olmaya çalışıyoruz. Nasıl sonuçlanacağına dair süren bir tartışma olduğu için şimdi çok somut bir şeye bağlanmış durumda değil. Ama bu çabanın kendisini çok kıymetli buluyoruz. Yani bir yandan sendikalaşma girişimiyle sonuçlanabilir fakat o da yeterli değil. Çünkü sigortasız çok çalışan var sektörde. Yani freelance çalışanlar için de bir çözümü olmalı, onlar için de bir platform, dernek benzeri bir oluşuma, örgütlenmeye ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Sorunları ortak olan insanların buna karşı mücadele etmek üzere kurmak durumunda kaldığı örgütler bunlar. Dolayısıyla bir biçimde örgütlenmek dışında bir çözümü yok. Bunun yanı sıra, yayınevinde editör olarak çalışan insanlar kendilerini işçi ya da o sınıfın bir parçası olarak görmeme eğilimi bizim sektörümüzde çok güçlü. O yayınevinin sahibiyle birlikte nefes alıp verir durumda olduğu için öyle bir sahiplenme halinde, yani rızaya dayalı bir yanı da var belki ama bu tabii şimdiki sorunların yanında geriden gelen bir tartışma. Onun için öncelikli olan var olan sorunlara karşı bir araya gelip mücadele etmek. Dediğim gibi biz de olabildiğince bunun parçası olmaya çalışıyoruz. Yine bizim sektörümüzde örgütlenen Türkiye Gazeteciler Sendikasıyla önümüzdeki dönem bir protokol yapmak gibi hedefimiz var. Şimdi koşullarını konuşur durumdayız. Bunu bir araya gelebildiğimiz yayıncı dostlarımızla birlikte yapabilirsek, sektöre de genel olarak önayak olmak ya da çağrı yapmak gibi bir hedefimiz var. Bu protokol ya da benzer protokoller etrafında toplu sözleşmeler ve daha kurallı çalışmaya bağlanmış bir şeye ihtiyacı var sektörün. Bu bir miktar da olsa nefes aldıracak diye düşünüyorum.
"SANSÜR KABUL EDİLEMEZ"
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu son dönemde birçok kitabı “muzır” ilan etti. Sansür kurulu gibi hareket ediyor… Bu durum yayıncılık sektörünü nasıl etkiliyor?
Kabul edilemez buluyoruz elbette. Bu aslında kitabı da görünmez kılıyor. Kitabın toplanmasından, toplatılmasından, yasaklanmasından çok da farkı yok. Çünkü siyah poşete girdiği andan itibaren okurla buluşmasının önünde önemli bir engel oluyor. Hatta buluşması artık imkansız hale geliyor belki. Böylesi bir denetim sansürden başka bir şey değil. Bu kararları alan insanların da çok iyi niyetli olmadığını düşünüyorum. Ankara’da bir araya gelmiş bir grup bürokrat erkeğin kararlarıyla muzır neşriyat ilan ediliyor. Bu kabul edilemez. Bunun sonuçları yayıncı bakımından çok ağır oluyor. Tabii bu son zamanlarda yayıncıların nasıl tutum aldığıyla ilgili de bir tartışmaya dönüştü. Bunu sessiz sedasız kabul edip o siyah poşetin içerisinde yayıma girmesini kabul eden, kabullenen yayıncılar da var maalesef. Fakat ses çıkarmak gerekiyor. O kitabın yazarından çevirmenine, editöründen yayıncısına kadar kitabın okurla buluşmasını isteme hakkının önünde bir engel olduğunu düşünerek itiraz etmek, isyan etmekten başka bir yol yok bence. Sansürün önü bir kere açılırsa bu yayıncılığın üzerinde de büyük bir basıncı beraberinde getirecek. Zaten ülkede süren iklim böyle bir basıncın habercisi bir yerde, muzır neşriyat meselesi de bizim sektörümüze yansıması. Bu yüzden bir yerde dur demek, itiraz etmek dışında bir alternatif yol yok. Buna itiraz edilmedikçe daha fazla benzer kararlar alabildiklerini hep birlikte görüyoruz.
"YAYINCISI OLMAK BİZE ONUR VERİYOR"
Şair İlhan Sami Çomak, hakkında verilen 30 yıllık hükmün 29 yılını doldurdu ve denetimli serbestlik başvuru koşulları oluştu. Cezaevi kurumlarından gelen raporların olumlu olmasına ve tahliye edilmesi için hiçbir hukuki engel olmamasına rağmen başvurusu reddedildi ve tahliyesi gerçekleştirilmedi. İlhan Sami Çomak’ın “Seçme Şiirler” kitabının çıkacağından bahsettiniz. Nasıl bir kitap bekliyor okurları?
Bir süredir yayın planımızda vardı; kitabı yayına Hakkı Zariç, İlhan Sami Çomak ile birlikte çalışarak hazırladı. Malumunuz İlhan Sami cezaevinde olduğu için hazırlık süreci biraz uzuyor ama son düzlükteyiz, İstanbul Kitap Fuarında bu kitap da “Haritadan Taşan” adıyla okurlarıyla buluşacak. Eş zamanlı olarak daha önce bastığımız “Geldim Sana” şiir kitabının da tekrar baskısını yapacağız. İlhan Sami’nin özgürlüğe kavuşması için zaten bir süredir çalışmalar yürütülüyor. Bir oyunu Moda Sahnesinde sergilendi. Hazırladığımız seçme şiirleri de uzun zamandır baskısı olmayan, geçmişte yayımlanan şiir kitaplarından birlikte yaptığımız bir seçkiyle derlendi. Kapaklarını Nazlı Ongan yaptı. Yeni bir kitap heyecanıyla okurlarıyla buluşacak, özgürlüğe kavuşmasına da bir vesile olsun istiyoruz. Çünkü ürettikleri, şiirleri ne kadar çok okurla buluşur ise o kadar kendisini özgür hissettiğini biliyoruz. Ve bir an önce fiziki olarak da özgürlüğüne kavuşması için bizler de bir çaba içerisindeyiz. Yayıncısı olmak bize onur veriyor.
"TONGUÇ OK’A ÖZGÜRLÜK"
Yayınevinizin çevirmenlerinden Tonguç Ok da uzun yıllardır mahpus… “Tonguç Ok’a özgürlük kampanyası” başlatacağınızı duyduk. Bu konu hakkında bilgi verir misiniz?
Tonguç Ok bizim geçmişten beri birçok kitabımızın çevirisinde imzası olan cezaevindeki bir arkadaşımız aynı zamanda yayınevimizin bir parçası. Yirmiyi aşkın kitaba imzasını koydu. Dört dilden Türkçeye çeviriler yapıyor. Dolayısıyla sürekli üreten birisi. Onun içeride olması çalışmalarına engel olmasa da zorlaştırır durumda. Tabii ülke siyasetindeki durum ve memlekette olup bitenler cezaevlerinin koşullarını da belirliyor. Örneğin çevirmenlik yaptığı için öncesinde bilgisayar hakkı, dijital ortama doğrudan yazma gibi bir olanağa sahipken 15 Temmuz sonrasında bilgisayarları elinden alındı. Şimdi yine el yazmaları, defterlerle bu trafik sürüyor ve bu işimizi oldukça zorlaştırıyor. Dışarıda olduğu koşullarda çok daha üretken olabilecek birisinin özgürlüğünden mahrum olması tabii bizim kabul etmediğimiz bir şey. Bunun için uzunca bir süredir cezaevinde olduğu için denetimli serbestlik, ev hapsi benzeri uygulamalarla dışarıda üretimine devam etmesi için taleplerimiz var. Bunun için bir kampanya başlatacağız. Özgürlüğü için çeşitli kurumlar, kişiler, yazarlar ve örgütlerle birlikte önümüzdeki süreçte bu kampanyayı yaygınlaştırma gibi bir hedefimiz var. Onun özgürlüğüne kavuşması için elimizden ne geliyorsa yapmaya çalışacağız. Yine hukukçu arkadaşlarımız, avukat arkadaşlarımız da bir dilekçeyle girişimde bulunacaklar. Şimdilerde onun hazırlıkları yapılıyor. Yayınevi olarak önümüzdeki dönem Tonguç Ok’un ve Necip’in özgürlüğüne kavuşması için çalışmalarımızı sürdüreceğiz. Bunun da hazırlıklarını İstanbul Kitap Fuarıyla birlikte başlatmak istiyoruz.