Fiyatını sormadan kitap alabileceğimiz günler gelsin bir an önce!
Kadir İncesu geçmişten bugüne İstanbul Kitap Fuarı anılarını yazdı.

Fotoğraf: Kadir İncesu
Kadir İNCESU
Çocukluk ve gençlik yıllarımda kitabın hayatımdaki yeri sınırlıydı. Lise sonrası okumaya olan ilgim biraz daha artmıştı. Çalışıyordum artık. Haftalığımla aldığım ilk kitap Rıfat Ilgaz’ın “Hababam Sınıfı” adlı romanıydı. Ilgaz’ın “Kırk Yıl Önce 40 Yıl Sonra” adlı anılarını da okuyunca, yazdığı ne varsa aldım. Yaşamım iş, futbol, az da olsa kitaplar arasında geçerken, sağlık sorunları nedeniyle futbolu bırakmak zorunda kaldığım 1990 yılından itibaren kendimi iyiden iyiye okumaya verdim.
Evdeki büfenin tek rafında yaklaşık 50 kadar kitabım vardı. Kitaplarla büyük aşk yaşadığım o günlerde TÜYAP İstanbul Kitap Fuarını keşfettim. Ümraniye’den Tepebaşı’ya gelmek sorun oluyordu. Yol parası, simit parası derken, ne yalan söyleyeyim kitap almaya para kalmıyordu. İşsiz olduğum, fuara giriş davetiyelerini daha ucuza almak için çabaladığım günler… Neden kitap fuarlarına girişler ücretsiz olmuyor? Kitap alamadan, saatlerce gezerdim. Fiyatını sormadan istediğim kitapları alabileceğim o güzel günleri hayal ederdim.
Çalışmaya başlayınca önce küçük bir kompakt fotoğraf makinesi aldım. Yıllarca Ali Sami Yen’in eski açık tribünlerinden bir arkadaşımdan aldığım Zenit marka fotoğraf makinesiyle İsmet Gümüşdere, Hüseyin Kırcalı, Yaşar Saygı, Ender Erkek, Vedat Danacı gibi fotoğraf çekmeye çalışmıştım. Başaramasam da. Değerli ustalardı hepsi. Hâlâ da öyle… Fotoğrafta da futboldan edebiyata doğru dönüş başlamış oldu. Hem yazarların fotoğrafını çekiyor hem de bir zamanlar gıpta ile baktığım, istediğim kitapları yazarlarına imzalatarak alabiliyordum. Çok zaman geçti, hatırlayabildiğim kadarıyla Muzaffer İzgü’nün “Zıkkımın Kökü” adlı romanını almıştım imzalatarak ilk olarak…Önceliğim ne giyim ne de yeme içmeydi. Yalnızca kitaplar için tereddüt etmeden, düşünmeden cebimdeki son parayı veriyordum.
Tepebaşı’daki fuar alanının tek girişi vardı. Her zaman da kuyruk olurdu. Bazen içeriye girmek için birilerinin çıkması beklenirdi. İçeride yürümek hiç kolay olmazdı. Omuz omuza olurdu herkes. Büyük bir arkadaş grubuyla geziyor gibi. Kimsenin de rahatsız olduğunu sanmıyorum. O daracık koridorlarda yazarların imza kuyruğu geçişleri engellese de mutluydu herkes. Okurlar da yazarlar da yayıncılar da… Tepebaşı günlerinde yıllık izinlerimi fuara göre planlardım. Çalışanların hayallerini deniz, doğa, tatil süslerken, ben tatilimi kitap fuarında nasıl geçireceğimi düşünürdüm. Ne güzel günlerdi.
Sonra fuar alanı Beylikdüzü’ye taşındı. Uzaktı. Önce otobüs ile Mecidiyeköy’e, oradan da direkt olarak fuara giden İETT otobüslerine biniyorduk. Çift biletti galiba… Tıklım tıklım olurdu otobüsler. Dönüş daha zor olurdu. Son ana kadar beklerdik fuarda… Otobüslere binmek isteyenlerin oluşturduğu inanılmaz kuyruklar düşündürürdü kitapseverleri. Metrobüs önce Avcılar’a kadar geldi. Derin bir nefes aldık. Asıl nefesi metrobüsün fuar alanına kadar gitmesi aldırdı okurlara. Bu yaşta o da yoruyor artık. Fuara gidip gelmek metrobüsle de olsa 4 saatimi alıyor. Bazen bu kadar yolu, zahmeti neden çektiğimi düşünüyorum. Gitmezsem rahatsız olurum düşünsel olarak. Kendimi orada olmak zorunda hissediyorum. Orada olmazsam, bende bir şey eksik olacakmış gibi geliyor. Yaklaşık 30 yıldır İstanbul Kitap Fuarına gidiyorum. Bundan sonra da gidebildiğim kadar…
Fuar yazarların ve okurların buluşma yeri. Yayıncıların beklentisinin ekonomik olması çok doğal. Fuar masrafları, kitap maliyetleri, çalışanların maaşlarını karşılamak tek kaygıları. Depodaki kitaplarını nakite çevirip, onu da masraflara vermek pek de akıl kârı değil artık. Sonrasında “Satılan kitapları yerine nasıl koyacağız,” düşüncesi baş ağrıtıyor. Yayıncılar dertli. Bazı yayınevlerinin fuar maliyetleri nedeniyle fuara katılamadığını biliyorum. İnce eleyip sık dokumaları gerekiyor artık. Kağıt fiyatları almış başını gidiyor. Bir yayıncı, “Fuara katılmadığım için kârlıyım” diyecek durumdaysa, varın gerisini siz düşünün.
Okur, kitap fiyatlarının yüksekliğinden dertli. Buna ulaşım maliyetlerini de eklememiz gerekiyor. Başka… Fuar alanında bir şeyler yemek isterseniz… Bence bir simit veya sandviç olsun çantanızda… Artık alamayacağım şeylerle ilgilenmiyorum. Alacak gücüm olsa da o parayla başka ne yapabileceğimi düşünüyorum. Kendim için söyleyeyim kitap biraz bahane, dostları, arkadaşları görmek, özlem gidermek asıl olan...
Bu yıl da heyecanla gideceğim fuara. Artık aramızda olmayanları da hatırlayacağız, burnumuzun direği sızlayarak. Güngör Gençay, Şükran Kurdakul, Burhan Günel, Kemal Özer, Mehmet Başaran, Nevzad Odyakmaz, Yılmaz Elmas, Sennur Sezer, Muzaffer İzgü, Yaba Yayınlarının sahibi Aydın Doğan, Tarık Dursun K., Kirkor Yeteroğlu, Mıgırdic Margosyan, Enver Ercan, Agâh Özgüç, Müşür Kaya Canpolat, Mustafa Aslan, Deniz Kavukçuoğlu, Yılmaz Gruda, Hıfzı Topuz her an bir standın köşesinden gülümseyerek çıkacak gibi… Çınar Yayınlarında 8 yıl birlikte çalıştığımız, fuarda her gördüğünde “Ooooo Kadir Bey, hoş geldiniz! Ulan sen de bizim fotoğraflarımızı çekerek meşhur oldun!” diyen Aydın Ilgaz da yok artık.
Özlemlerimiz çoğalıyor. Varlıklarını kitaplarıyla, düşünceleriyle, fotoğraflarıyla sürdürüyorlar. Bu yıl da fotoğraf makinemle fuar alanında koşturacağım oradan oraya… Heyecanımı hiç yitirmeden, yorulduğumu fark etmeden. Bazen aynı kişiyi çekeceğiz fotoğrafın ustalarından Mahmut Turgut ile. Gülümseyerek selamlaşacağız. Yorulduğumuzda tanıdık bir stantta soluklanıp, çayımızı içeceğiz. Eve dönüş yolunda zorlukla taşıdığım dergi ve kitapları nereye, nasıl yerleştireceğimi düşüneceğim. Eminim bu yıl böyle bir sorun yaşamayacağım. İstanbul Kitap Fuarı bu yıl 40. kere açıyor kapılarını. Bir dilek hakkım olsa!Fiyatını sormadan kitap alabileceğimiz günler gelsin bir an önce!
Evrensel'i Takip Et