Filistin meselesi İMES’te nasıl tartışılıyor?
Burjuvazinin medya organlarının, siyasi temsilcilerinin söylemleriyle sınırlı bir kafa yorma hâli genç işçileri burjuvazinin çıkarlarını esas alan bir tartışma düzeyine mahkûm ediyor.
Fotoğraf: Kateryna Babaieva/Pexels
Eren YÜCEBOY
İstanbul
7 Ekim günü Hamas’ın İsrail’e yönelik başlatmış olduğu ve sonrasında İsrail devletinin Filistin halkına yönelik boyut atlayarak devam eden saldırıları bir süredir tartışılmaya devam ediyor.
Tartışmalara ilişkin işçi gençlerin eğilimlerini, bu eğilimlerin hangi kaynaklardan beslendiğini gözlemlemek adına İstanbul Anadolu yakasının iki farklı ucunda üretime devam eden Ümraniye’de kurulu İMES Sanayi Sitesi’nin ve Tuzla tersanelerinin genç işçileriyle bir araya geliyoruz.
En genel gözlem olarak ki işçi gençlerin yaşananları takip düzeyi çok zayıf bir noktada seyrettiğini söyleyebiliriz. Etrafındaki, yaşadığı dünyadaki gelişmeleri takip düzeyindeki bu zayıflığı iş yoğunluğu üzerinden temellendiriyor işçi gençler. Günde 12 saatlere varan çalışma temposunun kendilerini yorması, eve vardıktan sonra duşunu alıp karnını doyurup uykuya teslim olması, işçi gençlerin haberleri dahi izlememelerinin gerekçesi oluyor. Takip düzeyinin bu zayıflığı konuya ilişkin fikirlerinin sınırlılığını da beraberinde getiriyor. Bu sınırlı fikrin kaynağı da anne ve babalarından, ustalarından, arkadaşlarından duydukları ya da sosyal medyada zaman zaman denk geldikleri kimi kaynaklar oluyor. Sosyal medyada süregelen bilgi paylaşım kirliliği, uluslararası düzeyde ve ülkemizdeki siyonist kara propaganda işçi gençler arasında da karşılık buluyor. Yaşananlara dair fikirleri bu propaganda üzerinden şekilleniyor.
SİYONİST KARA PROPAGANDA KARŞILIK BULUYOR MU?
Bu şekillenmenin ilk görüngüsü İsrail’in Filistin halkına yönelik saldırılarının Arap düşmanlığı ekseninde tartışılıyor olması. Osmanlı Devleti’nin varlığını sürdürdüğü yıllarda yaşanan Arap isyanları, Filistin bayrağındaki kırmızı rengin bu isyanlara atıfta bulunan bir nişane olduğu miti gibi eğilimler işçi gençler arasında yaygın kabul görüyor. Konuyu Arap karşıtlığı üzerinden temellendiren fikirler bununla da sınırlı kalmıyor. Özellikle Ümit Özdağ’ın söylemleri, Türkiye devletinin terörle mücadelesinde Araplardan destek görmemesi ve dolayısıyla Arapların bugünkü mücadelesinin yalnızca kendi davaları olarak ele alınması gerekliliği iddiası da işçi gençlerin fikirlerini dayandırdığı bir diğer kaynak. Atatürk’ün “Türk çocuğu artık Arap çölleri için kanını dökmeyecektir” sözü sık sık alıntılanıyor, “Mehmetçik Gazze’ye” söylemleri tepkiyle karşılanıyor. İsrail saldırılarının düzeyini arttırdığı oranda Türkiye’ye yönelik olası bir yeni göç dalgası da yine tartışılan ve kaygıyla yaklaşılan bir diğer ihtimal olarak ele alınıyor. Kendisini müslüman olarak tanımlayan, beş vakit namazını aksatmadan kıldığını belirten işçiler açısından bile konu ilk olarak din kardeşliği üzerinden değil, Arap karşıtlığı üzerinden açıklanıyor.
Özellikle Oğuzhan Uğur’un programında Celal Şengör ve İlber Ortaylı’nın Filistin’in toprak satmış olduğu iddiası işçi gençler arasında karşılık bulan bir diğer konu. Filistin’in bugün yaşadıklarını ve İsrail’in saldırılarını açıktan meşru görmeye sebep olan bir düzeyde olmasa bile, yaşananlardan Filistin’i de sorumlu tutan ve İsrail saldırılarını kısmi de olsa meşrutiyet kazandırmaya değin bir tartışma düzeyinden söz edebiliriz.
BURJUVAZİ SÖYLEMLERİNE YEDEKLENMEMELİYİZ
Hâl böyleyken konu tarihsel bağlamından koparılarak ele alınıyor. İsrail’in saldırıları, hastane bombalaması gibi gelişmeler yalnızca vicdani bir yerden ele alınarak “vahşet”, “zulüm”, “kötülük” gibi nitelendirmelerle tanımlanıyor. Bu zulüm karşısında hemen hemen tüm Batılı liderler İsrail’in arkasında kümelenirken ülkemizdeki iktidarın, Erdoğan’ın “sağduyu” ve “barış” çağrısı da işçi gençlerin takdirini kazanıyor. İsrail’in yapmış olduğu saldırıları zalimlik olarak nitelendirme “cesaretine” sahip bir liderin varlığı ülkemiz açısından bir “nimet” olarak değerlendiriliyor. Ekonomideki kötü gidişata, açlığa, yoksulluğa rağmen yine de bu cesareti gösterebilme cürretine sahip bir “lidere sahip oluşumuz” bir “şans” olarak tanımlanıyor. Öte yandan, söylemin ötesine geçecek şekilde, pratik bir yaptırım olarak İsrail’le anlaşmaların neden iptal edilmediğine, böylesi bir “cesaretin” neden hayat bulmadığına dair sorduğumuz sorularsa “uluslarası denge”, “her şeyin bir yolu yöntemi var”, “ülkenin kendi çıkarları için faydalı olmaz” gibi cevaplarla karşılık buluyor. Burjuvazinin kendi çıkarlarını toplumun genel çıkarları olarak topluma ikna ettirme konusundaki kabiliyeti, İsrail-Filistin arasında yaşanan bu güncel gelişmede de kendisini göstermiş oluyor.
Görev ve sorumluluk olarak görüp sahiplenmemiz ve ihtiyaç duyduğumuz şey de tam bu noktada cisimleşiyor. Burjuvazinin medya organlarının, aydınlarının, siyasi temsilcilerinin söylemleri üzerinden bir politik katılım ve buralarla sınırlı bir kafa yorma hâli genç işçileri niyetinden bağımsız olsa bile burjuvazinin çıkarlarını esas alan bir tartışma düzeyine mahkûm ediyor. Önce tartışma eksenimizden başlayarak bu sınırlılığı ve mahkumiyeti aşacak biçimde kendimizin, halkların toplam çıkarlarının nerede olduğuna ve onları nasıl mümkün kılabileceğimize daha fazla kafa yorabildiğimiz, daha fazla ortaklaşıp bir araya geldiğimiz sürece yaşananlara ses çıkarabiliyor olacak, bu sayede emperyalizme, İsrail Siyonizmine karşı Filistin halkının özgürleşme mücadelesine daha fazla katkı sağlıyor olabileceğiz.