Tıp eğitimi ile çelişen sermaye odaklı sağlık sistemi
Sermayenin çeşitli mali, politik ve ideolojik araçlarla sağladığı tahakküm sağlık siteminin biçimlenmesinde bilimin değil sermayenin gereksinimlerinin esas alınmasına yol açmakta.
Fotoğraf: pxhere
Öykü KORKMAZ
İzmir Demokrasi Üniversitesi Tıp Fakültesi
Tıp eğitimi ilk üç yıl teorik sonrasında ise klinik eğitimin alındığı toplamda altı yıllık bir eğitim sürecidir. Biz 4. sınıf öğrencileri olarak bu eğitimin teorik kısmından klinik kısmına henüz geçmiş bulunuyoruz. Şimdiye kadar amfilerde derslerini dinlediğimiz hocalarımızın bu kez hastane içindeki pratiklerini gözlemleme şansımız oluyor. Peki bunlar birbiriyle ne kadar uyum gösteriyor?
Açıkçası teorik derslerde hekimliğe dair öğrendiklerimizin pek çok kez hastanede karşılaştığımız somut gerçeklikle örtüşmediğini üstelik bazı durumlarda çatışabildiğini söyleyebiliriz. Örneğin hocalarımızın derslerde önemini ısrarla vurguladıkları, doğru ve hızlı tanı için en önemli adımlardan biri olan anamnez (hasta öyküsü) ve fizik muayene süreçlerinin çoğu zaman hasta yoğunluğundan ve performans baskısından dolayı gerektiği gibi yapılamadığına hatta bazen atlanabildiğine şahit oluyoruz. Ardından gelen laboratuvar ve radyografik tetkik aşamasında özellikle bazı hastalıkların tanısında ve takibinde kesinlikle gerekli olan spesifitesi ve duyarlılığı yüksek testlerin ve görüntüleme cihazlarının bulunmamasından veya pahalı olduğu için ulaşılamamasından dolayı hekimlerin kendilerini hastanenin fiziksel imkanlarıyla sınırlayarak eldekilerle yetinmek zorunda kaldıklarını ya da tersinden bazı durumlarda performansa dayalı ücretlendirmenin sonucu olarak bilimsel ve etik değerlere de aykırı biçimde gereksiz ve aşırı tetkiklere yönelebildiklerini görüyoruz.
SAĞLIK DEĞİL PARA ÖNCELENİYOR
Tanı konulduktan sonraki tedavi sürecinde ise hekimler, ilaç reçete ederken ya da tedavi yöntemi belirlerken sadece tıbbi bilgileri doğrultusunda değil; hastanın bütçesi, ilaçların piyasada bulunma durumu ya da Sağlık Bakanlığı tarafından geri ödeme kapsamına alınıp alınmadığı gibi faktörleri gözeterek hareket etmek zorunda kalıyorlar. Örnek verecek olursak bugün birçok kanser türünün tedavisi için daha etkili, hedefleyici ilaçlarla kişiye özel tedavi yöntemleri geliştirilmiş olmasına karşın bunların çoğu geri ödeme kapsamında olmadığından ve aylık on binlerce lirayı aşan maliyetlerini hastalar karşılayamadığından ötürü daha geri ve yan etkileri fazla bir tedavi yöntemi olan kemoterapi uygulanmak zorunda kalınabiliyor.
SERMAYE BASKISI SİSTEMİ ŞEKİLLENDİRİYOR
Bütün bunlara dayanarak birçok konuda teorik derslerde öğrendiğimiz doğrularla çelişebilen hekimlik pratiğinde belirleyici olanın çoğu zaman maddi imkanlar ve piyasa koşulları olduğu çıkarımını yapabiliriz. Bunun sebebi ise hekimlerin de bir parçası oldukları sağlık sisteminin -kapitalizmde toplumsal yaşamın diğer bütün alanlarında olduğu gibi- toplum yararına üretilen ve kullanılan bir bilim temelinde değil sermayenin çıkarları doğrultusunda örgütlenmesi ve bunun sonucu olarak piyasa ilişkilerinin egemen olduğu ticari bir alan haline gelmesidir. Tıbbi bilgi üretim süreçlerinin denetlenmesinden hükümetlerin sağlık politikalarının yönlendirilmesine, halkın sağlık algısının şekillendirilmesinden hekimlere mesleki uygulamalarında kimi tanı ve tedavi rehberlerinin dayatılmasına kadar sermayenin çeşitli mali, politik, ideolojik ve hukuksal araçlarla sağladığı tahakküm, sağlık siteminin biçimlenmesinde bilimin değil sermayenin gereksinimlerinin esas alınmasına yol açmaktadır. Bu gerçeği en açık biçimde ortaya koyan örneklerden birisi 19. yüzyıldan itibaren sağlığı salt biyolojiye indirgeyen biyomedikal yaklaşımın eleştirilerek sağlığın sosyal ve sınıfsal belirleyicilerine vurgu yapan toplumcu tıbbın temellerinin atılmasına ve bugün Dünya Sağlık Örgütü tarafından sağlık, sadece hastalıkların yokluğu değil, bedensel, toplumsal ve ruhsal bakımdan tam bir iyilik hali olarak tanımlanmasına karşın bu yaklaşımın bir gereği olan koruyucu ve önleyici sağlık hizmetlerinin sermaye için kârlı olmamasından ötürü tedavi edici hizmetlerin öncelenmesidir.
BAŞKA BİR SAĞLIK SİSTEMİ MÜMKÜN
Bu çelişkinin çözümü yani insanlığın sağlığa dair ulaştığı bu bütüncül kavrayışın pratikte de karşılık bulması ise ancak SSCB’de mümkün olabilmişti. Üretim araçlarının mülkiyetinin toplumsallaştırılarak üretimin denetim altına alındığı ve böylece bütün bir toplumsal yaşamın bir avuç sermayedarın değil emeğin çıkarları doğrultusunda bilimsel planlamaya dayalı olarak örgütlendiği SSCB’de sağlık sistemi de bu temelde inşa edilmiş, sağlık hizmetleri sosyalleştirilmiş ve önleyici hizmetlere büyük önem verilmiştir.
Öyleyse sağlık sisteminin de ait olduğu toplumun karakterini edindiği sonucunu çıkarabiliriz. Dolayısıyla bu alandaki sorunların ve çelişkilerin kökten çözümüyle hekimlerin mesleklerini hiçbir maddi kaygı gütmeden, en doğru ve eksiksiz biçimde icra edebilecekleri koşulların yaratılması ancak kökten bir toplumsal değişimle birlikte mümkün olabilecek.
Kaynak: Sağlığa ve Hastalığa Toplumcu Yaklaşım - Akif Akalın