01 Kasım 2023 04:45

Cumhuriyet ve kapitalist gelişme

Cumhuriyet monarşiye son verdi, hilafeti kaldırdı, çok önemli sosyal-siyasal yenilikler getirdi. Modern toplumun temellerini attı. Aynı zamanda sermaye egemenliğini, kapitalizmi kurumlaştırdı.

Fotoğraf: AA

Paylaş

Özgür ÖZTÜRK

Türkiye 20. yüzyılın ilk çeyreğinde birbirini tamamlayan iki devrim yaşadı. 1908’de meşrutiyetin ilanı, dünya genelindeki (Meksika, İran, Rusya gibi ülkeleri de içeren) büyük devrimci dalganın ilk evresinin bir parçası sayılabilir. 1923’te cumhuriyetin ilanı ise bu dalganın sönme aşamasına denk düşer.

Cumhuriyet monarşiye son verdi, hilafeti kaldırdı, çok önemli sosyal-siyasal yenilikler getirdi. Modern toplumun temellerini attı. Ama aynı zamanda sermaye egemenliğini, bir sömürü sistemi olan kapitalizmi kurumlaştırdı. 100 yılın muhasebesini yaparken bunu unutmamak gerekiyor. Bu kısa yazıda sürecin ana hatlarını çizmeye çalışacağım.

***

Cumhuriyetin ardındaki kapitalist irade Osmanlı döneminde şekillendi. 19. yüzyılda Osmanlı, Avrupa ülkelerine tarım ürünü ve ham madde satıyor, buna karşılık sanayi malı ithal ediyordu. Dış ticarete aracılık eden ve genelde Rum, Yahudi, Ermeni, levanten unsurlardan oluşan bir ticaret burjuvazisi bu süreç içinde gelişti. Bununla birlikte, İttihat ve Terakki döneminde başlatılıp 20. yüzyılın ilk yarısı boyunca devam eden milli iktisat politikaları ile bu aracı tüccar konumu, zor kullanılarak, Müslüman-Türk kapitalistlere aktarıldı. Sonuçta aktörler değişti, ama üretim ilişkileri yapısı pek değişmeden kaldı.

Osmanlı’nın son döneminde ticari burjuvazinin yanında hakim sınıfın ikinci bileşeni, özellikle Ege ve Çukurova’da öne çıkan büyük toprak sahipleriydi. Aslında toprak düzeninin çözülmesi sonucunda tarımda mülkiyet yoğunlaşması çoktan başlamıştı. Nitekim 19. yüzyıl boyunca devlet, mülk sahiplerinin haklarını tanıyan çeşitli düzenlemeler ilan etmek zorunda kalmıştı. 1913 yılına gelindiğinde, ekilebilir arazilerin üçte ikisi büyük toprak sahiplerinin elindeydi.

***

Uzun savaş yıllarından sonra cumhuriyet kurulduğunda, Türkiye’de üretim çok sınırlıydı. Pamuklu ürünlerin, cam, şeker, sabun gibi tüketim mallarının dahi tamamına yakını ithal ediliyordu.

Genç cumhuriyet, Avrupa ile ticari ilişkileri sürdürürken, kapitalist gelişmeyi de hızlandırmaya çalıştı. Özellikle İş Bankası ve Sümerbank üzerinden, tekstil, gıda, madencilik gibi alanlarda ülkenin imalat kapasitesi artırıldı. Bunun yanı sıra, her sektöre bir büyük banka öngören yeni bir kredi sistemi oluşturuldu.

1930’larda Büyük Bunalım yüzünden dünyada birincil mal fiyatları çöktüğü için, Türkiye gibi ülkelerin ihracat (dolayısıyla ithalat) olanakları kısıtlandı. Bu nedenle cam, seramik, kağıt, dokuma gibi dayanıksız tüketim mallarında ithalatı ikame edecek sınai girişimler devlet öncülüğünde başlatıldı. 1934-38 yıllarını kapsayan birinci sanayi planı ile 20 civarında yeni fabrika kuruldu. Fakat dünya savaşının patlaması ile bu ilk sınai atılım kesintiye uğradı. Türkiye’de kapsamlı sanayileşme ancak 1950’lerin ikinci yarısındaki olumlu dünya konjonktürü sırasında başlayacaktır.

***

Birçok geç kapitalistleşen ülkede olduğu gibi Türkiye’de de 1950’lerin ikinci yarısından 1980 yılı civarına dek iç pazara yönelik sanayileşme yaşandı. Bu süreçte yeni hakim sınıf olarak sanayi burjuvazisi öne çıktı. Karşısında da kendisi gibi hızla büyüyen işçi sınıfını buldu: 15-16 Haziran 1970, işçi sınıfının artık düzeni değiştirebilecek bir toplumsal güç olduğunun ilanıdır.

Yine diğer geç kapitalistleşen ülkelerde olduğu gibi, Türkiye’de de sanayiye ilk giren sermayelerin çabucak tekelleştikleri görülür. 10-15 yıl içinde, her sektöre en çok 2-3 firmanın hakim olduğu bir yapı ortaya çıkmıştır. Tekelleşme ile elde edilen aşırı kârlar yeni yeni sektörlere aktarılacak, böylece büyük sermaye grupları oluşacaktır. 1970-71’den itibaren Türkiye’de artık (Salt tüccar yahut sanayici olmayan) büyük sermaye egemenliği başlar. Askeri darbeden birkaç hafta sonra (büyük sermayenin has örgütü) TÜSİAD’ın kurulması ve aynı yıllarda sermaye gruplarının yapılanma biçimi olarak holdingleşmenin hız kazanması, bunun göstergeleridir.

Genellikle kısaca “Banka-sanayi kaynaşması” denilen finans kapital, Türkiye gibi ülkelerde “büyük sermaye grubu” biçimini almıştır. Tipik örneği ticaretten sanayiye geçen, sonra finans kapital ölçeğine sıçrayan gruplardır (Koç, Sabancı, Çukurova, Borusan, Anadolu Endüstri gibi). Küçük imalatçılıktan yola çıkan (Eczacıbaşı, Ülker) yahut inşaat firması olarak başlayıp sanayiye geçen (Tekfen, Enka, Doğuş, Alarko gibi) gruplar da vardır. Yine, her dönemde, siyasal bağlar üzerinden büyüyen gruplar da mevcuttur (İhlas, Çalık, Sancak gibi). Kısacası finans kapitale götüren farklı yollar vardır, fakat “tekelci büyük burjuvazi” fraksiyonu içinde çıkarları ortaklaşmaktadır.

Büyük sermaye egemenliği nedeniyle gelişme olanakları kısıtlanan küçük ve orta boy sermayelerin tepkisinin ise İslami bir renge büründüğü söylenebilir. Siyasal İslam 1960’ların sonunda siyaset sahnesine çıkmıştır. Zamanla bu sermaye kesimi de güçlenecek, kendi içinden yeni büyük sermaye grupları çıkaracak ve siyasal iktidarı ele geçirecektir.

***

Türkiye ekonomisi hiçbir zaman dışa kapalı değildi. Fakat 1980 yılı, dünya kapitalizmi ile bütünleşmede bir sıçramaya işaret eder. 24 Ocak kararları ve 12 Eylül darbesi ile Türkiye sermayesi “Dışa açılmış”, bu sürece işçi sınıfına yönelik yoğun baskı eşlik etmiştir.

Dışa açılmanın üç evrede gerçekleştiği söylenebilir. 1980’li yıllara denk düşen ilk aşamada bütünleşme ticaret yoluyla hızlanmıştır. 1990’larda buna finansal ilişkiler eklenmiştir. 2001 krizini izleyen AKP’li yıllarda ise bütünleşme üretim alanına uzanmış ve hem ülke içine doğrudan yabancı yatırımlar, hem de sermaye gruplarının yurt dışı yatırımları artmıştır. Bunda özelleştirmeler de önemli rol oynamıştır.

1990’ların ikinci yarısından itibaren Gümrük Birliği süreciyle Türkiye’nin dünya kapitalist sistemi içindeki konumu daha belirgin hale gelmiştir. Bugün Türkiye, ucuz iş gücüne dayalı düşük ve orta-düşük teknolojili ürünler imal edip ağırlıklı olarak Avrupa ülkelerine ihraç eden bir sanayi ülkesidir. Bir anlamda “Avrupa’nın Çin’i”dir. Birçok siyasal-toplumsal-ekonomik sorunun temelinde bu durum yatıyor. Zira ucuz iş gücüne dayalı ihracat ekonomisinin sürmesi için, işçi sınıfı katı bir boyunduruk altında tutuluyor. Sermaye, bütün fraksiyonlarıyla, mevcut durumun devamı için bastırıyor. Bu kabustan çıkış ancak işçi sınıfının siyasal iktidarı ile mümkün olacaktır.

ÖNCEKİ HABER

Almanya’da mültecilere verilen yardımın düşürülmesi gündemde

SONRAKİ HABER

Terörle Mücadele Derneği başkanının aracında 50 kilo esrar çıktı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa