Soft Analog: Değişimi reddeden bir illüzyona sarılır
Alternatif pop ikilisi Soft Analog ilk konsept albümleri “Dans İllüzyon”u Evrensel'e anlattı.
Şeyma AKCAN
Özgür GÜLTEKİN
İstanbul
Alternatif pop ikilisi Soft Analog, ekim ayında ilk konsept albümü “Dans İllüzyon”u çıkardı. Türkiye’de yaptıkları deneysel çalışmalar ile dikkat çeken grup, Dans İllüzyon’da synthwave, disco, dream pop ve rock türlerini barındıran, birbirinin devamı niteliğinde on bir şarkıdan oluşan bir ‘dönüşüm hikayesi’ aktarıyor. 2019 Ankara çıkışlı, İdil Tavşanlı ve Ömer Çelik tarafından kurulan grup, albümlerinde toplumsal yabancılaşma ve değişimi tema edinirken anlatımlarında bilim kurgu ögeleri ve metaforlar kullanıyor. Albümün konserleri için de görsel şov ve kostüm gibi özel bir konsept hazırlandı.
İdil Tavşanlı ve Ömer Çelik ile albümleri ve müzik dünyasını konuştuk. Değişimin karanlıkla birlikte geldiğini aktaran ikili, albümün hikayesinin bu duyguyla temellendiğini anlattı. Tavşanlı bahsi geçen değişim hakkında “Benim için bir zorluk varsa ortada, o bir şeyin değişmesini de zorunlu kılar” dedi. Sektörde genel olarak güvensiz bir hava olduğunu aktaran Çelik ise, “Birçok insanın bir şeyler söylerken kendini yalnız hissetmesi kötü bir şey. O yüzden oralarda beraber olmak daha kıymetli bir şey” dedi.
Öncelikle albümün ismiyle başlamak istiyorum. Nedir “Dans İllüzyon”?
Ömer Çelik: Aslında çift anlamı olan bir isim. Son şarkıda şöyle bir muhabbet var: “Değişimi reddederken bir illüzyona sarılırsın ve değişimi kabul etmek için ve onun akışında olabilmek için onun dansına katılman lazımdır.” O yüzden dans ve illüzyon diye biraz ‘mavi hap, kırmızı hap’ gibi bir muhabbet var aslında orada. Aynı zamanda ‘dans l’illüsion’ Fransızca illüzyon içinde gibi bir anlamı var. Hem de konserlerimizin enerjisi ve dinamizmi yüksek oluyor. Yani zevkli geçiyor, danslı geçiyor. O yüzden bize uygun geldi.
"HİKAYEYLE BÜTÜNLEŞTİK"
Ben albümü dinlediğim zaman karanlık, bıkkınlık, umutsuzluk gibi duyguların olduğunu düşünmüştüm. Ama bir yandan dansa da yöneltiyor. Böyle bir tezatlık var. O duyguları toplumda birçok insan deneyimliyor, paylaşıyor ve hatta bununla mücadele ediyor. Sizin açınızdan bu duygular bu albümü yaparken nerede duruyordu?
Ö.Ç: Evet, ana karakterin girdiği bir ruh hali var ve bu ruh halinin içerisinde biz “Böyle bir film veya dizi olsa izlemek isterdik” diyorduk. Bize heyecanlı gelen, kendimizin de sonunu merak ettiği bir hikâaye vardı aslında elimizde. Önce bu hikayeyi yazdık hatta daha sonra bunun müzikal tarafını yaptık. Başkarakterin yaşadığı bu durumları düşünürken aslında bizim de eskiden yaşadığımız bazı travmatik denilebilecek hisleri aklımıza getiriyordu. Hikayeyi İdil ile beraber ürettik ve sonra hikayedeki bu karakterle bütünleşmeye çalışırken o karanlık taraf biraz daha ortaya çıktı gibi.
Evet ama bu dans ettirmeye de yöneltiyor bir yandan...
Ö.Ç: Evet, çünkü biz de aynı şeyi yaşadık. Bir keresinde böyle bir deneyimim oldu. Çok mutsuzdum, gözlerim doluyordu, evde kafayı yemek üzereydim. Büyük bir kaygı içindeydim. Elimde bir basgitar vardı, aldım ve hüzünlü bir şekilde çalmaya başladım. Kendi adıma bu anı çok güçlü bir deneyim olarak yaşadım. Müziğin yavaş tempolu olması sanki beni anlayan biri varmış gibi hissettiriyor. Aynı zamanda müziğin yüksek tempolu ve dans ettiren bir şey olması da bu hissi geçici kılıyor diyebilirim.
İdil Tavşanlı: Çok negatif hissederken enerjisi daha yüksek şeyler dinlemek ya da onların içine katılmaya çalışmak o enerjiyi bence biraz boşaltıyor. Çünkü negatif duygular olsa bile onlar da çok yüklü bir enerji taşıyor bence insanın içinde ve onu atmanıza yardımcı oluyor.
"ZORLUK DEĞİŞİMİ GETİRİR"
Beni son parçada yer alan şu cümle etkilemişti: “Değişimi reddeden, bir illüzyona sarılır. Değişimi kabul etmenin yolu, onun dansına katılmaktır.” Tarihsel ilerleyiş içerisinde değişim kaçınılmaz bir yerde. Bahsi geçen karanlık duyguların; insanın kendisine yabancılaşmasının, bir kaçış yolu aramasının, onunla mücadele edip edememenin bir yansıması gibi düşünmüştüm... Bahsi geçen “değişim” sizin için ne ifade ediyor?
İ.T: Aslında biz onu çok ucu açık bıraktık. Benim için bir zorluk varsa ortada, o bir şeyin değişmesini de zorunlu kılar. O zorluklardan sonra bir şeyle mücadele etmek, o durumun değişmesiyle biter gibi geliyor. Hani dinleyen kimse onun hayatında o sırada neler oluyorsa ona bağlayabilir diye düşünerek yazmıştım çoğu şeyi. Yani bizim için de o sırada yapmaya çalıştığımız şeyler, içinde bulunduğumuz durumlar etkiledi tabi.
Ö.Ç: Bir şeyin kontrolünün elinde olmasını istersen bu seni kaygılandırıyor, depresyon ve takıntılar olabiliyor. Değişimin bir akışı var. Örneğin, bir bardağı yere atıyorum ve çat diye kırılıyor. Hemen her şey olabilir. “Aman bana batmasın” demek yerine bir noktada değişim, bana diken olabilmek gibi geliyor bu kadar dikenin içerisinde. Çünkü kaos var günün her yerinde. Kaos bu dünyada akışın bir parçası. Oradaki karakterin de bunu reddetmesi, uzun bir süre kavga etmesi… İki tarafa baktığın zaman herkes kendince haklı, karşıdakini haksız bulabilir. O karakterin değişmesi gerekiyordu biraz daha orada bulunabilmesi için. Zorunda kalarak değişti aslında ve canavara döndü. Bu kadar beklemeyebilirdi de değişmek için ve canavar olmazdı.
Bir süredir “dream-pop”, “synthwave”, “retrowave” gibi birçok alt türü de olan elektronik müzik türleri çoğalıyor ve ilgi görüyor. Burada sizin ilginizi çeken nedir?
Ö.Ç: Hiçbir müzik türü diğerinden iyi ya da kötü değil. Ama bu dönem beni en çok doyuran tarzlardan biri “synth-pop” diyebilirim. Çünkü durmadan devam eden bazı hareketleri olmasına rağmen sıkmıyor. Temasındaki elementler, klavyedeki sesler, gitarda yaratılan hareketler falan çok hoşuma gidiyor.
İ.T: Bu tür birçok şeyi bir arada barındırabilir bence. Yani çok eğilip bükülebilir şey olarak kullanılan elektronik cihazlar ya da bilgisayar üstünden çok hızlıca yapılabilen bir tür bu. Böyle kolay eğip bükmek, bir şeyleri abartmak falan çok daha eğlenceli geliyor bana. Kendimi böyle rahat ifade edebildiğimi düşünüyorum bu türde.
"FİLMLER ETKİLİYOR"
Sizin açınızdan üretim ve tüketim arasındaki ilişki nasıl? Bir şey üretirken bütün süreçlerinde nelerden ilham alıyorsunuz? Sizi ne besliyor?
İ.T: İkimiz de çok müzik dinliyoruz. Hangi dönemde ne dinliyor olsam, onları bir araya getirip bir şeyler yapma isteği hep oluyor içimde. Söz yazarken ya da bir hikaâye oluştururken filmler çok etkileyebiliyor. Daha çok karakterlere odaklanıyorum. Albümde de bir karakterin başından geçenler, o evrenin detayları yer alıyor. Bir de bir şey itiraf edeyim: O son konuşma için Joker’in söylediği bazı şeylerden, Arkham City’den esinlendim ve onun söylediği bazı şeyleri anlatmaya çalıştık
Ö.Ç: Evet benim de aynı şekilde, görsel olarak bu albüm özelinde diziler, filmler… Tabii okumalar da var, daha çok şiir odaklı. Robert Pattinson’ın Batman’i mesela. Gotham City bizim albümün havasına yakın bir hava.
"MADDİ ZORLUK YAŞANIYOR"
Bu sizin ilk albümünüz. Bugünlerde albüm çıkarmak herhalde çok kolay değil, özellikle genç sanatçılar açısından. Albümü yapma süreciniz nasıldı?
İ.T: Aslında bir cesaretle biz başladık bu üretim sürecine. İlk başta bir hikaâye yazdık ve sonra onun üstüne şarkılar yapmaya başladık. Herkes belli önerilerde bulunabiliyor, biraz kulakları kapatıp en azından bir şeyler ortaya çıkarana kadar insanın kendisinin devam etmesi gerekiyor. Biz tabii bunun nasıl yapılacağını yaparken öğrendik.
Ö.Ç: Üretirken “Bundan sonra bir daha da bir şarkı yapamam” gibi hissettiği oluyor insanın. Bu hissi de tanımaya başladık. Çünkü albüm kararını vermek 2023’te zor, 2016-17’de belki böyle değildi. Klip çekmek de şu anda çok mantıklı değil. Daha çok maddi zorluklar oluyor. Üreten kişi tüketiciye bir şey sunuyor ama tüketici sadece sunulan şeyi görüyor. Süreci bilmiyor, ilgisini çekmiyor, onun için bir şey ifade etmiyor. Çünkü evinde oturup bir platformda müzik dinleyen biri bunları zaten bilemez. Böyle olunca biz biraz kendimizin tatmin olacağı şekilde yapma kararını aldık. Kendimizi en iyi hissettiğimiz ve bize iyi geleceğini düşündüğümüz şeyi yapmaya çalıştığımız için zor.
"YETERLİ DAYANIŞMA YOK"
Müzik sektöründe albüm çıkarmanın çoğunlukla maddi zorlukları olduğunu konuştuk. Siz bunun karşısında müzik dünyasında dayanışmanın eksikliğini hissediyor musunuz?
İ.T: Bence müzik türleri kendi arasında daha çok birlik oluyor. Ama müzisyenlerin o kadar birbirine bağlı oldukları bir durum yok. Ben mesela göremiyorum.
Ö.Ç: Eskiden mesela Sezen Aksu, Sertap Erener gibi bir sürü popçunun hep beraber olduklarını görüyoruz. Şimdi böyle bir şey çok fazla yok. Sadece belli kişilerle görüşülüyor. Genel olarak bir birliktelik yok. Bence dayanışma var ama yeteri kadar yok. Daha fazlasına ihtiyaç olduğunu düşünüyorum burada bazı konularda. Çünkü çok fazla istemediğimiz durumlar oluyor. Bazı siyasi durumlar olabilir, özgürlük için vs. Birçok insanın bir şeyler söylerken kendini yalnız hissetmesi kötü bir şey. O yüzden oralarda beraber olmak daha kıymetli bir şey gibi geliyor.
Ne yapılabilir peki? Var mı bir fikriniz?
İ.T: Daha çok bir araya gelinebilir yerlerden biri festivaller. Bazı yaklaşımlar değişebilir. Sonuçta orada da ister istemez hiyerarşik bir durum oluyor. Açılış grupları başka, son gruplar daha farklı oluyor. Ayrılan süreler, hazırlık için ayrılan süreler çok değişiyor. Mesela açılış gruplarına çok daha kısa süre veriliyor ama herkesin şovu kendine has ve herkes istediği şekilde orada bir şey yapmak istiyor. Birbirine alan tanıma ve yardımlaşma duygusu daha da yükselebilir. Herkes birlik duygusunu daha çok hissedebilir bence. Çünkü öyle ortamlarda da hep birilerinin yardıma ihtiyacı oluyor. Sadece sanatçılar arasında da değil, teknik ekiplerin arasında da.
Ö.Ç: Yani güvensiz bir hava var… Herkes karşıdakinin ona bir şey yapabileceğini, zarar verebileceğini düşünüyor. Böyle bir senaryoda herkes kendini güvene almak istiyor. O yüzden aslında bu anlaşılabilir. Belki de eğitim sistemimizle alakalı bir problem var. Çünkü bu problem sadece müzikte de yoktur. Yani bu yaşadığımız şeyler her yerde, her şekilde vardır.