03 Kasım 2023 04:42

Filistin davası: Nereden nereye?

Siyonist devletin saldırganlığının ivmesini arttırarak günümüze kadar devam etmesi, uluslararası alanda, Ortadoğu’da ve Filistin’in kendi bünyesinde var olan birçok etmenin bileşkesinin sonucudur.

Fotoğraf: Mustafa Hassona/AA

Paylaş

Hamas’ın 7 Ekim’de başlattığı saldırının ardında siyonist İsrail devletinin sivil Filistinlileri merkezine alan saldırıları sorunu dünyanın tartıştığı ana mesele haline getirdi. Özellikle hastane katliamından sonra Birleşmiş Milletler ve üye ülkelerden birçok kınama mesajları arka arkaya gelirken İsrail “İnsanlığa karşı suç” olarak nitelendirilen toplu katliamlarına devam etti. Fakat gelen kınama mesajlarına rağmen ne BM’nin ne de herhangi bir üyesinin İsrail’e karşı somut tek bir adım atmaması belki tarihe düşülecek en önemli notlardan birisi oldu.

İsrail devletinin kurulmasından bu yana temel politikası gerek göç yoluyla gerek kitlesel imha ile Filistin topraklarını Arap nüfustan arındırmak oldu. Ancak son günlerde bombardımanlar yoluyla katledilen binler ve abluka yoluyla temel yaşam maddelerinden yoksun bırakma ile Filistinlileri ölüme terk eden politika, şu ana kadar yaşanan en şiddetli soykırım girişimine dönüşüyor. 

Siyonist devletin saldırganlığının ivmesini arttırarak günümüze kadar devam etmesi ise; uluslararası alanda, Ortadoğu’da ve Filistin’in kendi bünyesinde var olan birçok etmenin bileşkesinin sonucudur.

İSRAİL’İN KURULUŞU VE DEYR YASİN KATLİAMI

Şüphesiz yaşadığımız bu süreç 1948 mayısında kurulan İsrail devletinin karakteriyle bire bir ilgili. Kısaca hatırlanacak olursa İsrail devletinin kurulması için atılan en önemli somut adım tarihe “Balfour Deklarasyonu” olarak geçen belgedir.

Britanya savaş kabinesi 1917 kasımında Lloyd George’un başbakanlığında toplanmış ve Dışişleri Bakanı Arthur Balfour Filistin’de bir Yahudi devletinin kurulması konusunda bir girişimde bulunmuştu.  Kabine “Balfour Deklarasyonu” olarak tarihe geçen kararında “Filistin topraklarında bir Yahudi devleti kurulmasını” destekleyeceğini ilan etti. Her ne kadar Deklarasyonda “Ülkedeki öteki sakinlerin medeni ve dini haklarının ihlal edilmemesi” şart koşulmuş olsa da daha siyonist devlet kurulmadan kuruluşunun merkezinde yer alan kadrolar Deyr Yasin köyünde bir katliam gerçekleştirdi. Siyonist çeteler; 9 Nisan’da yani kuruluştan bir ay önce yaptıkları saldırıda aralarında çocuklarında olduğu 254 Filistinliyi katletti. Resmi olarak kurulduktan sonra işgalci devlet katliamlara ve toprak ilhaklarına devam etti. Filistinli İsrail devletinin kuruluş günü olan 14 Mayıs’ı haklı olarak el Nakba yani felaket günü olarak adlandırdılar. Günümüze kadar devam eden imha politikasının en belirgin olanlarından biri sonrasında başbakanlık yapacak olan Ariel Şaron’un Lübnan’da bulunan Sabra ve Şatilla kamplarına yaptığı saldırıdır. Bu saldırılarda 3 bin 500’e yakın Filistinli katledildi

İMTİYAZLI DEVLET İSRAİL

İsrail’in kurulduğu andan itibaren tarihi, Filistinlilere karşı gerçekleştirdiği katliamlar, işgal ve ilhak politikasıyla anılmasına rağmen bu kadar pervasız olması şüphesiz ki uluslararası alanda sahip olduğu “imtiyazlı durum”la ilgilidir. İşgalci devlet, kurulduğu günden bu yana BM’nin Filistin sorunu için aldığı hiçbir kararı uygulamamış buna karşılık herhangi bir yaptırımla karşı karşıya gelmemiştir. Tabii ki bunda özellikle ABD’nin Ortadoğu politikasında merkezi bir role sahip olması yatmaktadır.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında dünyada dengelerin değişmesi sonucu Ortadoğu’da özellikle Fransa ve İngiltere’nin boşaltmak zorunda kaldığı sömürgelerini bütün dünyada ezici bir etkiye sahip olmaya başlayan ABD doldurdu. Bu noktada Ortadoğu’da ekonomik ve siyasi politikaların şekillenmesinde belirleyici bir pozisyona sahip olan ABD için temel sorun “Petrolün çıkarılması ve dünya piyasasına ulaştırılmasının güvenliği”nden önce “İsrail devletinin güvenliği” oldu denirse abartı olmaz. Bunun temel sebebi Sovyetlere karşı ABD liderliğindeki kapitalist blokun müttefiki olmasının yanı sıra ve hatta daha önce ABD’deki İsrail lobisinin politik ve ekonomik açıdan sahip olduğu emsalsiz güçtür.

İsrail, Sovyetler Birliği ile Batı kampının lideri ABD arasında gerçekleşen Soğuk Savaş esnasında bölgede uydu devlet rolünü üstlenerek ileri karakolu oldu. 1967 savaşından sonra Mısır, Suriye gibi Sovyetlerin müttefik konumdaki ülkelere utanç verici bir yenilgi yaşatarak Sovyetlerin bölgedeki yayılmasının kontrol altına alınmasına yardımcı oldu.  Sovyetlerin yıkılmasından sonra “Genişletilmiş Ortadoğu” projesi adını alacak olan “Büyük Ortadoğu Projesi” olmak üzere bölgeye yönelik birçok plan ve proje gündeme geldi. Amerika’nın Ortadoğu politikasını belirleyen bu plan ve projelerde en önde gelen yaklaşım, İsrail’e tehdit olabilecek devletlerin yıkıma uğratılmasıdır.

Gerçekten de bugün geriye baktığımızda İsrail’in tehdit olarak algıladığı Irak, Libya ve Suriye ekonomik ve siyasi olarak yerle yeksan olmuş, içerde yaşadıkları sıkıntılardan dolayı kafalarını kaldırıp dışarıya bakamaz duruma gelmiştir. 1979’da gerçekleşen İran Devrimi’nden sonra en büyük tehdit olarak gördüğü İran, her daim ABD’nin hedefindedir. Bu tutum İsrail’in güvenliği merkezli dış politikayla son derece uyumludur.

MISIR’IN İSRAİL’İ TANIMASI VE BÖLGEYE ETKİSİ

Şüphesiz ki Filistin’de yaşanan katliamlara karşılık bu kadar yalnızlaşmasının en önemli nedenlerinden biri Arap rejimlerinin İsrail’le kurdukları ilişkilerde yatmaktadır. Arap dünyasında İsrail’e yönelik ilk ve önemli kırılma Mısır’ın 1978 yılında imzaladığı Camp David anlaşmalarıyla İsrail’i tanımasıdır.  Mısır-İsrail arasında 1978’de imzalanan antlaşma, Ortadoğu’da yeni bir dönemin başlamasına neden oldu.

Hatırlanacağı üzere Albay Cemal Abdünnasır önderliğindeki Hür Subaylar isimli oluşum 23 Temmuz 1952’de yaptığı askeri darbeyle hükümeti devirmiş ve monarşiden cumhuriyete geçilmiştir. 1956’da tek partili siyasi sisteme dayalı yeni bir anayasa yürürlüğe konuldu. Aynı yıl yapılan seçimde Nasır oyların büyük bir çoğunluğunu alarak cumhurbaşkanı seçildi. 1952’de Hür Subaylar darbesi ile başlayan ve 28 Eylül 1970’de ölümüne kadar olan 14 yıllık süreç Nasır gerek Mısır’ı gerek Ortadoğu coğrafyasını derinden etkiledi.

Kimilerince “Arap sosyalizmi” olarak da adlandırılan temelde Arap milliyetçisi bir siyasi ideoloji olan ve bölgedeki bütün Arapları tek bir devlette birleştirmeyi hedefleyen “Nasırcılık” Arap dünyasında yaygın bir siyasi hareket haline geldi. Ancak Arap Milliyetçiliğinin ve İsrail karşıtlığının merkezi konumunda olan Mısır, İsrail’i tanıdıktan sonra devlet olarak Arap dünyası üzerindeki etkisini tamamen kaybederken Filistin davası çok ciddi bir yara aldı.

Filistin’le uzun bir ortak sınıra sahip olan Ürdün, 1994 yılında imzaladığı Vadi Araba anlaşmasıyla Mısır’dan sonra İsrail’i tanıyan ikinci Arap devleti oldu. Böylece Filistin’in bugün yaşmış olduğu kuşatmanın temelleri atılmış oldu.

İSRAİL’LE NORMALLEŞEN ARAP DÜNYASI

Arap dünyasının lider ülkesi olan ve Gazze’ye sınırı nedeni ile Filistin sorununun bir numaralı muhatabı konumunda bulunan Mısır; Enver Sedat iktidarının İsrail’i tanımasıyla birlikte Filistin davası etrafında birleşen Arap Birliğinin gücünü ve birliğini kırdı. Böylece günümüze İsrail’le normalleş adımlarına ilham verdi.

Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) eylül 2020’de imzaladığı Abraham/İbrahim anlaşmasıyla başlattığı normalleşme süreci, ABD’nin “Yüzyılın Anlaşması” adıyla duyurduğu Filistin-İsrail barış planının hemen akabinde geldi. Ocak 2020’de açıklanan planın özeti; Kudüs İsrail’in bölünmemiş başkenti kalırken Filistin halkının hak ve özgürlüklerinin yok sayılması ve iki devletli çözüm arayışını sonlandırmasıydı. Zaten dönemin ABD Başkanı Donald Trump daha anlaşma açıklanmadan önce İsrail Büyükelçiliğini mayıs 2018’de Kudüs’e taşıyarak bu planın ruhunu ve amacını açıklamıştı. Trump’ın o dönem attığı diğer bir önemli adım “Arap NATO’su” veya “Sünni NATO” olarak adlandırılan bir örgüt kurma girişimiydi.  İsrail en büyük tehdit olarak gördüğü İran’a karşı kurulması amaçlanan örgüt altı Körfez ülkesinin yanı sıra Ürdün ve Mısırı da kapsayacaktı.  Her ne kadar bu girişim başarısız olsa da normalleşme sürecinin alt yapısını hazırlayan bir teşebbüs oldu.

Normalleşme sürecinde aynı yıl BAE’yi Bahreyn, Fas ve Sudan izledi. Körfez’in en önemli ülkesi Suudi Arabistan da desteğini açıklayarak kendisi de normalleşme konusunda “İsrail uçaklarının Suudi hava sahasını kullanmasına izin vermesi” gibi somut adımlar attı. Esasında normalleşme sürecinde yaşanan; masa altından yürütülen ilişkilerin aleni hale getirilmesiydi. Benyamin Netanyahu Hükümetinin İsrail’in soykırım noktasında en ileri adım atan yönetim olmasına rağmen Arap rejimlerinin İsrail’le kuruduğu bu yeni ilişki biçiminin İsrail’i pervasızlaştırdığı kesin. Tabii adı konmadan İsrail’le normalleşme adımlarını atan Türkiye’yi de unutmamak gerekiyor.

FİLİSTİN’DEKİ SİYASİ SÜREÇ

Batı Şeria’da ve Gazze Şeridi’nde tamamen birbirinden ayrı siyasi süreçler yaşanıyor. Bağımsız ve özgür bir Filistin kurmayı amaçlayan harekette en önemli dönüm noktası Haziran 1964’te Yaser Arafat liderliğinde kurulan Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) oldu. FKÖ bir yandan Filistin parlamentosuna eş değer olan ulusal konseyini oluşturarak diğer yandan silahlı kanadını kurarak; içeride halkın örgütlenmesinde, dışarda ise sorunun uluslararası alana taşınmasında önemli bir rol oynadı.

Ancak 1993’teki I. Oslo Anlaşması’ndan bugüne seküler-demokratik çizgideki FKÖ, soruna iki devletli barışçıl çözüm bulma konusunda Filistin halkında yarattığı beklentiyi karşılayamadı. Mahmut Abbas’ın başkanlığı döneminde Filistin Ulusal Yönetiminin halktan koparak giderek bürokratikleşmesi, yolsuzluk iddiaları ve siyasi sürecin tıkanması 1987’de Müslüman Kardeşlerin Gazze kolu olarak kurulan İslami Direniş Hareketinin (HAMAS) gelişmesinin önü açmış oldu. Hamas, bölgede güçlendi ve 2006’da yapılan seçimlerde özellikle Gazze Şeridi’nde büyük bir başarı kazandı. ABD’nin başını çektiği Batı dünyası seçimleri tanımadı ve günümüze dek sadece devlet başkanlığına devam eden Mahmut Abbas’ı muhatap olarak aldı. Ancak Hamas’ın Filistin sorununda başat aktör haline gelmesi birçok sonuç doğurdu.

Birincisi; 2006’daki seçimleri kazanmasından sonra Haziran 2007’de el Fetih güçleri ile Gazze Şeridi’nde çatışması Filistin Ulusal Kurtuluş hareketinin bölünmesine yol açtı.

İkincisi; Hamas’ın dinci kimliğiyle ön plana çıkması dünya halkları nezdinde Filistin sorununun savunulmasında kafa karışıklığına yol açtı.

Üçüncüsü; Hamas’ın Müslüman Âlimler Birliği Başkanı Prof. Dr. Yusuf el Kardavi’nin verdiği fetva ile sivillere zarar veren intihar eylemlerini bir mücadele biçimi olarak benimsemesi, Filistin davasının meşruluğunun sorgulanmasına vesile oldu.

Dördüncüsü; Suriye iç savaşında muhaliflerden yana saf belirleyerek birçok aktörü karşısına aldı. Hamas, İran’ın liderlik ettiği ve içinde Suriye’nin de bulunduğu direniş ekseni olarak adlandırılan blokun bir parçası olarak biliniyordu. Aldığı bu tavırdan sonra Suriye’nin başkenti Şam’daki bürosunu kapatarak Katar’a taşınmak zorunda kaldı. Suriye’de yaşanan iç savaş; Rusya ve ABD gibi uluslararası ve Suudi Arabistan ile İran gibi bölgesel aktörlerinin de karşı karşıya geldiği bir “vekalet savaşı” olarak adlandırıldı. Böylece Filistin sorununu bölgedeki saflaşmanın bir parçası haline getirerek Filistin davasını bölgesel çıkar çatışmalarının bir parçası haline getirdi.

SONUÇ OLARAK

Ortadoğu’da yaşanan her gelişmede olduğu gibi İsrail’in 7 Ekim’den sonra giriştiği etnik temizlik hareketi de uluslararası alanda ve bölgede birçok sonuca yol açtı ve de açacak. ABD başta olmak üzere devlet başkanlarının Netanyahu’nun yanında poz verme yarışına girmeleri, ABD başta olmak üzere Batı ülkelerinin Filistin kıyısına askeri yığınak yapmaları; Ukrayna sorununda karşı karşıya geldikleri Rusya ve İran ile bölgedeki müttefiklerine bir göz dağı niteliğindedir.

Şüphesiz İsrail, Filistinlilerin olmadığı bir Filistin’in peşindedir. 1948 kurulduğu andan beri bütün siyasi ve politik tercihlerini bu noktada yapmaktadır. Filistin halkı sahip olduğu mücadele azmi, sebatkar tavrı ve dünya halklarının kalbinde edindiği yer nedeniyle muhakkak kazanacaktır. (DIŞ HABERLER)

ÖNCEKİ HABER

Gazeteci Tolga Şardan, Sincan Cezaevi'nden İstanbul'a nakledildi

SONRAKİ HABER

Yunanistan’da Neonazi buluşmasına karşı antifaşist yürüyüş

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa