Canım Kardeşim: Kare kare bir yoksulluk!
Canım Kardeşim’den bahsediyoruz. Yeşilçam’ın ağır dramlarından… Cahit Oben imzalı müzikleri ve dokunaklı finaliyle seyirciyi hâlâ ağlatan ’73 yapımı filmden.

Canım Kardeşim filminden bir sahne
Haydar Ali Albayrak
‘70’lerde, ülke siyasi tarihinin en hareketli dönemi yaşanırken çevresinde topladığı oyuncu kadrosuyla Postyeşilçam’a altın çağını tattıran Ertem Eğilmez güldürü furyasından evvel Beyoğlu Güzeli, Tatlı Dillim, Sev Kardeşim gibi yakışıklı Ferit (Tarık Akan) temalı çapkınlık eğlenceleri arasına bir film sıkıştırır ki hem Ferit’in karizmasını yıkma gözü pekliği gösterir hem aşkla parlatılmış pembe tabloların epey dışında bir içerikle hafızalara kazınır. Bu film bir yandan ise Hababam Sınıfı ve Münir Özkul-Adile Naşit’li aile filmlerinin altyapısını hazırlar. Yakışıklı Ferit’ten daha geniş bir kadroya geçer Eğilmez… Tatlı Dillim’de (1972) yolu kamp yapmak için bir köye düşen basketbol takımında gelecek vadeden kadronun birkaç yıla “Vazgeçilmez” olacak oyuncularını bu filmde de görürüz. Biri dışında, özellikle Eğilmez yönetiminde pek değişmeden ‘90’lara dek vardırırlar oyunculuk serüvenlerini… Adile Naşit iyi yürekli bazen muzip orta yaşlı kadın; Kemal Sunal “avanak” tiplemelerini giyinir. Halit Akçatepe “sıkı dost” ceketine sarılır filmdekine benzer şekilde... Biri dışında dedik ya, o biri birkaç yıl sonra Zeki Alasya ile kendi yoluna gidecek olan Metin Akpınar’dır ve filmin tek kötüsü olarak göze batarken son “kötü adam” rolünü oynar. Dönemin çocuk yıldızlarından Kahraman Kıral ise sergilediği güçlü performansla gerçekçi bir portre çizerken Sezercikgillerden ayrılır.
Canım Kardeşim’den bahsediyoruz. Yeşilçam’ın ağır dramlarından… Cahit Oben imzalı müzikleri ve dokunaklı finaliyle seyirciyi hâlâ ağlatan ’73 yapımı filmden.
BİR GÜN BİR ÇOCUK
Filmin konusu kısaca şöyle... Halit (Halit Akçatepe) ile Murat (Tarık Akan) aylak bir yaşam süren iki arkadaştır. Murat’ın alkolik bir babası ve ilkokula giden bir kardeşi Kahraman-(Kahraman Kıral) vardır. İkilinin kendi halinde yaşamı art arda gelen sıkıntılarla değişir. Önce Murat’ın babası ölür. Oğlunun uyarılarına kulak asmaz ve ağzında sigara sızdığı bir gece çıkan yangında yanarak can verir. Daha sonra Kahraman’a lösemi teşhisi konur. İki arkadaş pek az ömrü kalan Kahraman’ı mutlu etmek için elinden geleni yapar. Öleceğinden habersiz çocuğun en büyük arzusu ise bir televizyona sahip olmaktır.
FABRİKASYON SENARYO ÇÖLÜNDE ÖZGÜN ANLATI
Ertem Eğilmez’in oyuncu kadrosundan söz ettik, senaryoya da değinmekte yarar var. Senaryo Sadık Şendil tarafından yazılmış ve Eğilmez-Şendil ortaklığı da kuşkusuz döneme damga vuran bir birliktelik. Ancak bu noktada iyi öyküler yaratabilen Eğilmez açısından bir handikap belirmekte. Eğilmez yapımcı yönetmenliğin sıkıntılarını yaşar. Yapımcı doğası gereği ticari başarısı ağır basan filmler çekmeye meyilliyken yönetmen doğasıyla bu durumu dizginlemeye çalışır. Canım Kardeşim’i de Eğilmez’in yönetmenlik refleksinin ağır bastığı filmler arasında değerlendirebiliriz. Ağır bir dram olmasının yanında sıradan bir Yeşilçam melodramı sayılmaz. Senaryosu özgündür. Fabrikasyon üretime karşı çıkıp özgünlüğünü koruyabilen filmler de çoğu zaman o fabrikasyonun esintilerini taşır. Bu bakımdan Canım Kardeşim’in de yer yer gerçekçi anlatıma yaslanıp yer yer klasik melodram ögelerini işlediğini görürüz. Film iki eğilimi dengelerken acıyı sömürmüyor.
ÜÇ ARTI BİR YOKSULLUK VE ÖLÜM
Canım Kardeşim’in mekanları öteki İstanbul’a dair... Olaylar yol ve sudan yoksun bir gecekondu mahallesinde geçerken okulu, derme çatma evleriyle şehre sıkışmış bu yerleşim şehir tarafından sıkıştırılıp dışarı atılmış bir köy havası yansıtıyor. Şehrin içinde ama şehre dâhil değil…
Film böylesi bir mahallede serseri bir hayat yaşayan iki arkadaşın anlatımıyla başlıyor. Murat (Tarık Akan) ve yakın dostu Halit (Halit Akçatepe) aylak aylak gezen, vaktini kahvede geçiren, emek harcamadan para kazanma peşinde iki tembel… Murat yaşlı babası ve ilkokula giden kardeşi Kahraman’la (Kahraman Kıral) yaşarken bir de yer yer “şiirsel tembellikleri”ne renk katan eşekleri var. Yoksul hayatları bu üç artı bir nüfus çerçevesinde şekilleniyor. Sevgisizlik artık yabancılaşmaya dönüşmüş. Baba küçük oğluna ilgi göstermiyor, büyük oğlu babaya yardım yerine ha bire sitem ediyor. Kahraman televizyon meraklısı, “Televizyon kazanırım” umuduyla kupon biriktiriyor ağabeyi ile Halit ise Almanya’ya gidecek işçileri kandırarak yollarını bulmaya çalışıyorlar. Kolay yoldan para kazanıp köşeyi dönme derdindeler. Babanın ölümünden sonra Murat gönülsüz de olsa bazı sorumlulukların altına giriyor, küçük kardeşine başımdan gitse de kurtulsam gözüyle bakıyor. Cenaze masraflarını karşılamak için sattıkları eşeğin yanında “Bunu da (Kahraman’ı) versek ya” şeklinde şaka yapıyorlar. O sorumluluk kendini daha ağır hissettirmeye başlıyor. Kahraman’ın öğretmeni ağabeyi okula çağırtıp Kahraman’a göz kulak olmalarını öğütlüyor. Murat huzursuz, isteksiz dinliyor. Çocuğa iyi davranmıyor, “ders çalış” diye azarladığı kardeşini top oynarken görünce eve gönderiyor, gönülsüz bir baskı kurmaya başlıyor. Ancak işler Kahraman’ın ölümcül hastalığının öğrenilmesiyle değişiyor. Uyuz şüphesiyle gittikleri doktordan çocuğun 2-3 aylık ömrü kaldığını öğrenerek çıkıyor Murat ve Halit. Tam bir hayal kırıklığıyla!
BEN KARDEŞİME TELEVİZYON ALAMAYACAK MIYIM?
Kahraman’ın odağı ise film boyunca hiç değişmiyor: Televizyon! Aynı dönemi başka bir açıdan, başka bir coğrafyanın kılavuzluğunda işleyen ’99 yapımı Yılmaz Erdoğan filmi Vizontele de bu büyüleyici kutunun dramını yansıtmıştı. Sosyal yaşamdaki yeri ve statü ifadesiyle ’70’lere damga vuran televizyon, filmde açmazları simgeliyor ve mahalleye “Kancı Mehmet” diye nam salmış, kapitalizmin küçük mahallede somutlaşmış hâli sayılabilecek Kayseri şiveli tüccar Mehmet (Metin Akpınar) tarafından getiriliyor. Anten Mehmet Ağa’nın evinin çatısına adeta törenle yerleştiriliyor. Meraklı gözler evin etrafına üşüşüyor. Çocuklar bu merakta en ön sırayı alıyorlar. Kahraman için de Kancı Mehmet bu anlamda saygın bir konumda… Kahraman onu kan tüccarlığıyla değil, televizyona sahip oluşu ve muktedirliğiyle tanıyor.
Murat’la Halit televizyon almak için her yolu deniyorlar. At yarışından tüyo alıp İzmir’e koşuyu izlemeye gidiyor, oynadıkları at kaybedince beş parasız kalıp bir kamyon kasasında rica minnet dönebiliyorlar. Kan satarak birikim sağlayamıyorlar. Ancak filmin sonunda Murat artık bu dolmuşluğun da etkisiyle bir vitrin camını kırarak televizyon çalıyor ve eve götürüyor. Gerçekçi anlatımla melodram arasındaki en ciddi çarpışmanın belki burada yaşandığını söyleyebiliriz. Boğazda düğümü artıracak bir durum Kahraman’ın televizyonu hiç görmemesiyle ortaya çıkıyor. Gerçekçi bakış çocuğun televizyonu görüp görmemesinden ziyade tablonun genelini vurgulayabilir. Zira çocuğun sefaletten ölümü ve o sefaletin betimi çatışmanın billurlaştığı anlardan… Yine de filmin finali hem akıllarda yer etmesi hem sinemamızda bir itibara sahip olmasıyla öne çıkmakta.
***
Canım Kardeşim, Eğilmez’in ticari kimliğini karşısına alıp toplumsal bir söz söyleme ihtiyacının sonucu olarak değerlendirilebilir. Dolayısıyla salt bir Eğilmez melodramı değil aynı zamanda bir Eğilmez macerasıdır. Yönetmen aşk ilişkisine yer vermediği hatta öğretmen dışında hiçbir rolde kadın görmediğimiz bir Yeşilçam filmi çeker. Bu tavrı bir cesaretin göstergesidir.
Film binbir emekle ayakta tutulan umuda rağmen bir çıkışsızlıklar silsilesi halinde ilerlemesi, at yarışından medet umulması, yoksulluğun insanı kan satmaya kadar zorlaması gibi bakımlardan çarpıcı bir tablo sunar. Kan anonslarından gurbet yolcusu işçilerin idrar tahlillerini değiştirmesine kadar yaşamsal değerlerin izini sürer Canım Kardeşim. Hastalıkta ve sağlıkta kardeşliği işler. Kamerayı İstanbul’un kenar mahallelerine çevirmesi, çatıları antenden geçilmeyen apartmanlarla yolları çamur gecekonduları aynı kareye sığdırması bile başlı başına anlamlıdır. Çünkü ne Yeşilçam ne televizyon bunları göstermez!
Evrensel'i Takip Et