06 Kasım 2023 04:12

Filistinli Sendikacı Abdelsalam: Kıyımı durdurmak için daha fazla dayanışma!

Evrensel'e konuşan Kudüs Ulusal Sendikalar Federasyonu Başkanı Suzan Tayseer Abdelsalam, Gazze’deki kıyıma karşı dünya işçilerine ve halklarına daha fazla dayanışma çağrısı yaptı.

Fotoğraf, Suzan Tayseer Abdelsalam'ın kişisel arşivinden alınmıştır.

Paylaş

Elif GÖRGÜ
İstanbul

İsrail’in bir ayı geride bırakan saldırıları Gazze’de bir soykırım girişimine dönüşürken dünya halkları Filistin’le dayanışma için sokağa daha fazla ve daha kitlesel çıkmaya başladı. Filistin’le dayanışma kararlılığı ABD ve AB devlet ve kurumları başta olmak üzere geniş bir devletler ittifakının ve onlara bağlı medyanın dayanışmayı çeşitli biçimlerde engellenme girişimlerini de boşa çıkarıyor.

Gazetemize konuşan Dünya İşçi Sendikaları Federasyonu (WTFU) Başkanlık Konseyi Üyesi, aynı zamanda Kudüs Ulusal Sendikalar Federasyonu Başkanı Suzan Tayseer Abdelsalam ise Gazze’deki kıyıma karşı dünya işçilerine ve halklarına daha fazla dayanışma çağrısı yaptı. Abdelsalam, Filistinli işçilerin ve kadınların yaşamı ve mücadelesi konusunda da detaylı bilgiler verdi. Abdelsalam, internet üzerinden sorularımızı yanıtladı.

FİLİSTİNLİ İŞÇİLER EKONOMİK BASKI İÇİN KULLANILIYOR

Bir sendikacı olduğunuz için Filistinli işçilerden başlamak istiyorum. Filistinli işçiler için hayat “normalde” nasıldı ve 7 Ekim’den sonra bu durum nasıl değişti?

Filistin’deki işçi sayısı 1 milyondan fazla, 655 bini Batı Şeria’da, 260 bini Gazze Şeridi’nde ve 193 bini İsrail işgal devleti içinde çalışıyor. İşgal, Filistinli işçilerin istihdamlarını kontrol ediyor, izin belgesi veriyor, güvenlik ve ekonomik koşullara bağlı olarak işlerini yasaklıyor, sayılarını azaltıyor ya da arttırıyor.

Geçen yıl, İsrail’in işgal devleti içinde çalışan binlerce Filistinli işçiye yönelik ihlallere tanık olduk. İş kazaları nedeniyle 2022 yılında 93 Filistinli işçi öldü ve bu yılın ilk çeyreğinde Gazze Şeridi’nden 7 işçi de dahil olmak üzere 32 işçi kazalar nedeniyle yaşamını yitirdi.

İşgal makamlarının atölyelerdeki güvenlik ve koruma prosedürlerini göz ardı ve ihmal etmesinden ve İsrailli işverenler üzerinde gerçek bir denetimin olmamasından kaynaklanıyor bunlar. Ek olarak, binlerce işçi sağlık sigortası hakkından mahrum bırakılıyor, bu da onları ikamet yerlerine dönmeye ve işgal altındaki topraklarda çalışırken yaralandıktan sonra Filistin hastanelerinde tedavi görmeye zorluyor, İsrailli işverenler tedavi masraflarını üstlenmiyor.

İsrail makamları ayrıca Filistinli işçilerin ekonomik ve sosyal haklarını ihlal etmeye ve ayrımcı politikalar izlemeye devam ediyor. Bunlardan en önemlisi, İsrailli ve Filistinli işçilerin ücretleri arasında dört kattan fazla olan büyük fark olması. Yanı sıra, İsrailli işverenler, ekonomik ihtiyaçlar için çeşitli isimler altında sınırlı süreli çalışma izni verilerek Filistinli işçilerin haklarını ihlal etmeye teşvik ediliyorlar.

İsrail makamları, işçi dosyasını Filistinliler üzerinde ekonomik bir baskı kartı olarak kullanıyor, herhangi bir güvenlik gerginliği yaşandığında Filistinlilerin işlerine devam etmelerini engelliyor veya izinlerini geri çekiyor. Ayrıca Filistinli işçileri geçim kaynakları karşılığında güvenlik servisleriyle iletişim kurmaları için şantaj yapıyor.

İşgalci yetkililer, Filistinli işçilerin maaşlarında Histadrut (İsrailli bir işçi sendikası) yararına yasa dışı mali kesintiler uygulamaya devam ediyor ve maaşlarını ve haklarını İsrailli şirkete (Amtim) devretmek için prosedürler başlatarak fonlarını çalıyor. Bu da Filistin’deki Sosyal Güvenlik Fonunun gelişimini ve işçilerin bu fondan yararlanmalarını engelliyor. Filistinli işçiler uluslararası yasalar tarafından garanti altına alınan haklara sahip ancak bu durum, aylık ücretlerinin bir kısmını yasa dışı yollardan izin belgesi komisyoncularına ödemeye devam eden binlerce işçi için ek bir yük teşkil ediyor ve işçilerin maaşlarından aylık toplamda yaklaşık 120 milyon şekel (İsrail para birimi) çekilmesine neden oluyor.

Filistinli işçilerin İsrail’deki iş yerlerine ulaşmaları da bir tür hak ihlali olarak değerlendirilmeli, çünkü işçiler çok erken saatlerde (sabah üç ile beş arasında) sınır kapılarına ulaşmak için yola çıkıyorlar, geçişlerine izin verilene kadar uzun süre bekliyorlar ve bu süre 3-5 saat arasında sürüyor. Büyük bir kısmı iş yerlerinde gecelemek zorunda kalıyor ve ancak hafta sonunda evlerine dönebiliyor.

7 EKİM SONRASI İŞÇİLERİ İŞKENCE, GÖZALTI VE ÖLÜM!

Peki ya 7 Ekim’den sonrası?

El-Aksa Tufanı savaşının başlamasıyla birlikte işgal, Batı Şeria ile 1948 toprakları arasındaki geçişlerin ve sınırların kapatıldığını duyurarak işçilerin evlerinden çıkmasını engelledi. Birçoğu tutuklama, taciz, dayak ve öldürmeye maruz kalırken, diğerleri şehirlerine ve köylerine gidebildi, bazıları ise 1948 topraklarındaki ikamet yerlerinde kalarak kaderlerini bekledi.

İşgal güçleri ve İsrail polisi, 1948 topraklarında işçilerin barındıkları yerlere art arda saldırılar düzenledi ve bir grup yerleşimciyle birlikte, Gazze Şeridi’nden giren direniş savaşçıları oldukları bahanesiyle Filistinli işçilere nerede olurlarsa olsunlar saldırdılar. Herzliya’da, İsrail polisinin koruması altındaki bir grup silahlı yerleşimci, 7 Ekim’de Kassam Tugayları direnişçilerinin İsrail ordusuna yaptıklarını cezalandırmak için şehirdeki bir grup işçiye saldırdı, onları yere attı, kelepçeledi ve üzerlerine silah doğrulttu.

İşgal güçleri ayrıca Gazze’ye gitmekte olan 4 kişilik bir işçi grubunu da direnişçi oldukları bahanesiyle infaz etti. İşgal askerleri, suçlarını örtbas etmek için şehit edilen işçilerden birinin vücuduna silah yerleştirerek bir video hazırladı. Ayrıca 1948 topraklarında çalışan yüzlerce Gazzeli işçiyi Batı Şeria’daki İsrail kontrol noktalarına atarak taciz etti ve eşyalarını çaldı.

İşgal ve direniş arasındaki her savaş ve çatışmada kapatma, çalışmayı durdurma ve izinsiz işçileri tutuklamanın yaşandığını, ancak bugünlerde yaşanan baskının daha önce hiç yaşanmadığını, işgalcilerin çalışma izni olsun ya da olmasın işçileri tutukladığı görülüyor. İşçileri tehdit ediyor ve saldırıyorlar.

Yerleşimciler de işçiye ihtiyaçları olduğunu duyuruyor ve işçi geldiğinde onu dövüyor, parasını çalıyor ve bazen kaçırıyorlar. İsrailli şirketler Arap işçilerin kendilerine gelmesini engelleyen bir uyarı da yayımladı.

İşten uzaklaştırılan çok sayıda işçinin geçim ve mali yükümlülüklerini yerine getiremeyecek olması nedeniyle, 1948 topraklarında çalışmalarının durdurulması sonucunda işçilerin uğrayacağı ekonomik zarara dikkat çekmek önemli.

FİLİSTİN DEVLETİNDE DE İŞÇİ HAKLARI SORUNLU

Filistin düzeyinde, Filistin İş Kanunu’nun gevşek uygulanması ve Filistin devletinin en önemlisi Sosyal, Ekonomik ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi olmak üzere uluslararası sözleşme ve anlaşmalara katılımından kaynaklanan haklarının sürekli ihlal edilmesinin yanı sıra yüksek yoksulluk ve işsizlik oranları nedeniyle işçilerin koşulları son yıllarda daha da kötüleşti.

Ulusal bir sosyal güvenlik ve koruma sisteminin bulunmaması, özel sektörde çalışan binlerce Filistinli işçiyi yaşlılık ve maluliyet durumlarında yardım alma hakkından, aileleri için ölüm sonrası sosyal güvenlikten ve işle ilgili yaralanma ve doğum sonrası yardımlardan -Filistinli kamu çalışanları faydalanabilirken- mahrum bırakılması, işçilerin onurunu ve insan haklarını koruyan ulusal bir sosyal koruma sisteminin geliştirilmesi ihtiyacını doğurmaktadır.

Filistin’deki çalışma ortamı, iş yerlerinin izlenmesi ve buralardaki işçilerin koşullarının denetlenmesine yönelik zayıf hükümet politikalarının yanı sıra bazı sanayi ve ticaret kuruluşu sahiplerinin iş güvenliği önlemlerini uygulamamasının bir sonucu olarak asgari koruma ve güvenlik koşullarından yoksun.

Filistin İş Kanunu’nun uygulanmaması aynı zamanda işçilerin asgari ücret haklarının da -her ne kadar bu ücret işçilerin aileleri için insanca bir yaşamın gerekliliklerini karşılamasa da- ihlal edilmesine neden oluyor. Asgari ücretin Filistin’i etkileyen büyük ekonomik bozulma ve küresel yüksek fiyatlar ışığında yeniden gözden geçirilmesi ve daha adil hale getirilmesi gerekiyor.

Filistin Merkezi İstatistik Bürosuna göre, Gazze Şeridi’ndeki gerçek asgari ücret 697 şekel (177 dolar) iken, Batı Şeria’daki 1419 şekel ve yasal olarak öngörülen asgari ücretten (1880 şekel) daha düşük. Gazze Şeridi’nde özel sektörde çalışanların yüzde 86’sı asgari ücretin altında maaş alırken, Batı Şeria’da bu oran yüzde 8.

FİLİSTİNLİ KADINLAR EŞSİZ BİR MÜCADELE VERİYOR

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü yaklaşırken Filistinli kadınların hayatlarını da sormak istiyorum...

Filistinli kadınlar; hayatta kalma, özgürlük ve kendi kaderini tayin etme mücadelesinin köklerine inme ve işgal ihlalleri ile Filistinli kadınlara kamusal hayattaki rolleri ile özel aile hayatları arasında karmaşık yükler yükleyen korona salgınının etkileriyle yüzleşmek için olası çözümler önerme konusundaki kararlılıklarıyla eşi benzeri görülmemiş bir örnek teşkil ediyorlar.

Korona salgınının iş gücü piyasası düzeyindeki etkilerinden en çok etkilenen grup kadınlar oldu, eğitim sürecinin kesintiye uğramasının yükünü kadınlar taşıdı. Kadınlar, salgının kendi hakları ve ailelerinin hakları üzerindeki ciddi etkileri ışığında adalet mücadelesi verdi, yüksek işsizlik oranlarını göğüsledi ve kıt imkanlarıyla ailelerinin insanca yaşamasını temin ettiler.

KADINA YÖNELİK ŞİDDETİN HER TÜRLÜSÜNÜ YAŞIYORUZ

Filistinli kadınlar, diğer Doğu toplumlarında olduğu gibi Filistin toplumunda da kadınlara yönelik adaletsizlik, baskı ve ayrımcılığa dayalı kültürel ve sosyal belirleyicilerden muzdarip olmaya devam ediyorlar. Kadına yönelik şiddetin her türlüsü, azaltılması için yeterli önlemler alınmaksızın kadınlara ve kız çocuklarına karşı uygulanmaya devam ediyor ve yürürlükteki mevzuat hâlâ kadınlara yönelik ayrımcı hükümler içeriyor. Engelli kadınlar ve kız çocukları da engelleri nedeniyle ayrımcılığa maruz kalıyorlar ve reşit olmayanların evlendirilmesi, Filistin Çocuk Yasası ve Çocuk Hakları Sözleşmesi uyarınca hakları ihlal edilerek yasadan alınan ruhsatla hâlâ yaygın bir şekilde uygulanıyor.

Filistin toplumunda kadın hakları, Filistin devletinin çekincesiz olarak taraf olduğu anlaşmalarda yer alan kadın haklarının uygulanmasına ilişkin siyasi düzey ile yürütmenin söylemleri arasındaki çatışma ve dini-hukuki figürlerin kadınların fiziksel olarak istismar edilmesini teşvik etmesiyle belirginleşen bir tartışma durumuna tanık olmaya devam etmektedir. Şeriat ve hukukta izin verildiği için bu, ulusal düzeyde kadın haklarının uygulanmasında ciddi bir gerileme, uluslararası düzeyde ise Filistin Devleti'nin taahhüt ve yükümlülüklerine saygı gösterilmemesi anlamına geliyor.

Filistinli kadınların karar alma pozisyonlarında temsil edilme düzeyi de, 2021 genel seçimlerine ilişkin usullere dair kararnamenin yayımlanması ışığında, hâlâ arzu edilen düzeyin altında ve kadınların siyasi hayata katılımı, rolleri çoğu durumda seçmen olarak seçimlere katılmakla sınırlı olduğu için hâlâ kısıtlı. Seçim yasalarındaki “kota sistemi” yoluyla yapılan pozitif ayrımcılığın uygulamada değişikliğe ihtiyacı olduğu kanıtlandı ve ayrıca kadınların rollerini yüksek etkinlikle yerine getirmelerini sağlayan, karar alma pozisyonlarında kadınların liderlik yeteneğinin gerçek görüntüsünü yansıtmalarını sağlayan ve mevcut seçim listelerinde kadınların katılımını artırarak siyasete kadınların katılımını güçlendirmeyi gerektiren destek programlarına ihtiyaç var.

KADINLARIN FİLİSTİN DİRENİŞİNDEKİ ROLLERİ TARTIŞILMAZ

Neredeyse yüz yıldır devam eden bu efsanevi kararlılığın, Filistin toplumunun tüm grup ve kesimlerinin katılımı olmaksızın gerçekleşemeyeceği ve kadınların toplumun yarısı olmaları nedeniyle bu katılımda ciddi ve merkezi bir role sahip oldukları da tartışılmaz. Eğer Filistin toplumu inatçı ve kararlıysa ve zafere olan umut ve güvenle direnmeye devam ediyorsa, kadınların da direniş, kararlılık ve umutta önemli bir ortak olduğuna şüphe yok.

Kuşkusuz doğrudan siyasi ve askeri çatışmanın tüm alanlarında ve arenalarında erkeklerin azminden bahsederken; onların anneleri, kız kardeşleri ve eşleri olarak kadınların da varlığından ve bu kararlılığa temel katkılarından bahsetmemek mümkün değildir.

(Örneğin) Kudüs’te de zorla yerinden edilme ve demografik değişim karşısında efsanevi bir direnç gösteren kadınların belirgin bir varlığı söz konusudur.

Filistinli kadınlardan bahsederken, Gazze Şeridi’ne yönelik yasa dışı ve insanlık dışı kuşatmaya karşı koymadaki rolleri de kesinlikle göz ardı edilemez. Gazze toplumunun bir bütün olarak kuşatma karşısındaki kararlılığından söz ettiğimizde de kadınların burada önemli bir varlığı olduğu kesindir.

Gazze’de de, İsrail’in son saldırısını -geçen mayısta- ve ondan önceki üç savaşı yenmek ve engellemekten bahsettiğimizde, kadınların azim ve metanet ve İsrail savaş makinesi karşısında geri çekilmeme veya teslim olmama konusundaki rolü göz ardı edilemez.

Filistin davasının simgesi olan kadın, savaşçıları ve şehitleri doğuran ve onları gurur ve onurla yetiştiren annedir. O, Filistinli savaşçılarla arkadaşlık eden, onlara öğreten, onların gizli koruyucusu olan bir kız kardeştir. O, ilk kıvılcım patladığından beri mücadelede omuz omuza olan, ileriye iten ve coşku yayan sevgili ve eştir. O bir direniş sembolü, bir devrimci, bir tutsak ve bir şehittir ve hâlâ öyle.

Filistinli kadınların yaşamları -sadece Gazze’de değil, Batı Şeria’da, Kudüs’te ve İsrail’de- son gelişmelerden, saldırılardan nasıl etkileniyor?

Mücadelenin başlangıcından bu yana baktığımızda Filistinli kadınlar için etkili bir hareketin ilk kıvılcımı 1925 yılında, dönemin İngiliz Dışişleri Bakanı Balfour’un Kudüs’e yaptığı ziyaretin protesto edilmesi ve Mescid-i Aksa ziyaretinin tamamlanmasıyla yakılmıştır.

Bundan sonra Filistinli kadın hareketi, özellikle 1929’da Burak Devrimi sırasında Arap Kadınlar Derneğini ve ardından Kudüs’te bulunan Arap Kadınlar Birliğini kurduğu her düzeyde büyük bir faaliyete tanık oldu.

İsrail işgalinin hapishaneleri de Filistinli kadın mahkumlardan yoksun değildi. Yakalandıktan sonra hapishanelerin dışında ve içinde mücadele ettiler ve nisan 1970’i unutamayız, Filistinli kadın mahkumlar, hapishanelerinde kendilerine yönelik dayak ve şiddetin, özellikle de hücre hapsinin sona ermesi nedeniyle dokuz gün üst üste toplu açlık grevi yaptılar ve bundan sonra protestolar günümüze kadar devam etti.

Güncel olaylarda, yaralıları tedavi eden bir doktor ya da şiddetten ve sivillerin dövülmesinden etkilenenlere yardım eden bir gönüllü olarak tüm güçleriyle katılan Filistinli kadınların görüntüsünü inkar edemeyiz.

Siyonist düşman, öldürme, yıkım ve art arda tutuklamalara rağmen Filistinli kadınların kararlılığını durduramadı. Kendilerini feda eden ve isimlerini tarih boyunca ölümsüzleştiren kadınların ve kız çocuklarının kahramanlıkları ve kararlılık hikayeleri olmaya devam edecek.

Direniş, ister İslami ister seküler olsun, siyonist baskıya karşı bir direniştir. Japon Kızıl Ordu Örgütünün bir üyesinin Filistin halkı adına yürüttüğü gerilla operasyonu nedeniyle 22 yılını geçirdiği İsrail hapishanelerinden serbest bırakılması bunun kanıtıdır. Belki de haklı davayı savunan ve Filistinlilerin evlerini başlarına yıkan İsrail buldozerlerinin önünde durup öldürülen Yahudi Rachel’in hikayesi, meselenin insani ve siyasi bir mesele olduğuna ve bazı aptalların yaftalamak istediği gibi dar bir dini mesele olmadığına tanıklık etmeye devam edecektir.

FİLİSTİN DİRENİŞİ HAMAS VE İSLAMİ CİHAD’DAN İBARET DEĞİL

Bazıları, direniş hareketinin çeşitli dini, entelektüel ve siyasi referanslarıyla Filistin halkının tüm kesimlerini kapsadığı gerçeğini kendiliğinden veya kasıtlı olarak göz ardı ederek, Filistin direnişini şu anda Hamas ve İslami Cihad’a bağlamaya çalışmaktadır.

Hamas ve Cihad’ın yanı sıra iki seküler sol örgüt olan Filistin Halk Kurtuluş Cephesi ve Demokratik Cephe ile İslami olmayan diğer gruplar da bulunuyor. Direniş hareketine on yıllar boyunca liderlik eden ancak İsrail’in uymadığı Oslo Anlaşmalarını imzalamasına yol açan dönüm noktası, askeri rolünün gerilemesine ve bazı Arap rejimlerinden ve Sovyetler Birliği’nden aldığı yardımın azalmasına neden olan laik El Fetih hareketi de var.

Öte yandan, bir yandan Hamas ve Cihad ile diğer yandan İran arasındaki mezhepsel farklılığa rağmen, İran’ın askeri ve ekonomik yardımı onlara aktı. Bu sayede, direniş hareketindeki konumlarını yükselten ekonomik ve askeri bir güç elde edebildiler.

Filistin halkının özgür, bağımsız, egemen bir vatana sahip olma hakkı, Filistin halkının özgürlük ve onur hakkı ve milyonlarca Filistinli mültecinin dedelerinin topraklarına geri dönme hakkı… Filistin halkının bunları elde etmek için verdiği mücadeleye kim liderlik ederse etsin, bu haklar devredilemez haklardır. Bu haklara el koyan, Filistinlilerin ana vatanlarındaki haklarını reddetmekle kalmayıp devleti için sınırlar belirlemeyi de reddeden ırkçı, yayılmacı varlık İsrail’dir.

FİLİSTİNLİ KADINLAR ÇİFTE BİR YÜKLE KARŞI KARŞIYA

Filistin direnişi çoğunlukla seküler bir pozisyona sahipti. Yıllar içinde direniş daha İslami/dini bir hal aldı. Bu değişim Filistinli kadınların hayatlarını ve sosyal/politik statülerini nasıl etkiledi?

Kadınların karşılaştığı zorluklarla ilgili olarak, kadınlar çifte yük ile karşı karşıyadır ve eğitim sektöründeki özel istatistiklerin gösterdiği gibi akademik dereceler alarak, çoğunluğu erkek olan çeşitli karar alma çevrelerine kendilerini kabul ettirmek için erkeklerden daha fazla çaba sarf etmektedirler.

Radikal fikirlere sahip insanlar var ve bunlar bizi geriye doğru sürüklemeye ve klişeleri sürdürmeye çalışıyorlar ve tüm bunlara rağmen kadınlar sınırlı da olsa kendilerini kabul ettirebildiler.

Kadınların karar alma pozisyonlarına gelebilmeleri için yasaların çıkarılması, politikaların onaylanması ve hükümet ile ilgili insan hakları ve feminist kurumlar arasında uyumlu iş birliği çabalarının yanı sıra toplumsal kültürün değiştirilmesi, gerekli farkındalığın yaratılması ve destekleyici bir kamuoyu oluşturulması gerekiyor.

Siyasi partiler ise, farklılıklarına rağmen, ulusal ve toplumsal mücadeledeki varlıklarına ve rollerine rağmen ve buna uygun olarak kadınları dikkate almamıştır.

Eril zihniyet, toplumsal kültür ve parti kültürü açısından, kadınlara olması gerektiği şekilde bakmamaktadır. Liderlik organları, ki bunlar da erkektir, partilerin, federasyonların ve sendikaların üst organlarında kadınların varlığına yer verme sorumluluğunu vurgulamaktadır, ancak üyelerini referanslara ve etkileşimlere göre seçmektedir.

İSRAİLLİ KADIN ÖRGÜTLERİYLE İLİŞKİMİZ YOK

Filistinli kadın örgütleri ile İsrailli kadın örgütleri arasında nasıl bir ilişki var?

Filistinli ve İsrailli feminist örgütler arasında bir ilişki yok. Çünkü herhangi bir ilişki ihanet ve normalleşme olarak görülüyor ve Filistinli kadın, rolünün her türlü şüpheden uzak, ulusal bir mücadele olarak kalmasını istiyor ve sosyal ve siyasi haklarını her türlü şüpheden uzak bir şekilde almak için mücadele ediyor.

Peki Filistinli sendikalar ile İsrailli sendikalar arasında ilişki var mı?

Evet. Histadrut (İsrail Genel İş Sendika Konfederasyonu) ile uluslararası ilişkilerde yapıcı bir köprü kurulması ve 1948 topraklarında çalışan Filistinli işçilerin fonlarını paylaşması gerektiğine inanan bir sendika var. Bu, Filistin Genel Sendikalar Federasyonu (PGFTU). Ancak bu para sayesinde Histadrut, sendikanın kendisiyle olan ilişkisindeki pozisyonunu istismar ederek yurt dışında “İsrail’i boykot” hareketini vurmayı başardı. Yıllar önce İngiltere’deki işçi sendikaları işgali boykot etme kararı aldığında Histadrut, PGFTU’yu İngiliz sendikasını boykotun faydasız olduğuna ve ilişkinin temelinin diyalog olması gerektiğine ikna etmesini istedi. Nitekim sendika da, İngiltere’ye yaptığı bir ziyaretle BDS hareketini engelledi.

Bu da ona uluslararası yaptırımlara karşı bir tür koruma sağlıyor ve Filistin meselesini, özellikle de işçi boykotunu etkiliyor. Boykotu destekleyen sendikalar var ama bu sendikanın Histadrut’u kapsaması nedeniyle Histadrut’u ihraç edemiyorlar. Son yıllarda gerçekleşen birçok toplantı (Normalleşme toplantıları) var ve bunların Filistinli işçilerin yararına olduğunu savunuyorlar.

Bu toplantıları ve bu şüpheli ilişkiyi reddediyoruz ve bu sarı (sendikacılığı), yurtseverlik dışı ilişkiyi boykot etmeye ve reddetmeye çağırıyoruz. Histadrut’un işgali destekleyen ve Filistinli çocukları ve kadınları öldüren orduyu destekleyen bir sendika olduğunu söylüyoruz. Bu nedenle onu derhal boykot etmeli ve onunla anlaşma yapmamalıyız.

DÜNYANIN ÖZGÜR İNSANLARINA SESLENİYORUM

Ve son olarak, sendika olarak dünya işçi sınıfına çağrınız nedir?

Bu dünyanın özgür insanlarına sesleniyorum, bu kötülüğü durdurun. Savaş kötülüktür ve halkımıza yönelik saldırganlık durdurulması gereken bir kötülüktür. Gazze’deki çocuklarımızın kanı, Tanrı’nın çocukları olan tüm insanlarda olduğu gibi ucuz değildir. İnsanın onuruna, özgürlüğüne ve öldürme, istismar, savaş ve saldırılardan uzak yaşama hakkına saygı gösterilmelidir.

Evler, hastaneler, okullar, camiler, kiliseler, fırınlar yıkılıyor; su, elektrik ve yakıt kesiliyor ve çoğu çocuk ve kadın binlerce kurban, dünyanın gözü önünde ve demokrasi ve insan hakları iddiasındaki Amerikan devletinin suç ortaklığıyla öldürülüyor.

Tüm insani normlar ve yasalar ihlal edilerek halkımıza karşı gerçekleştirilen bu katliamları ve kıyımları durdurmak için daha fazla dayanışma!

ÖNCEKİ HABER

YÖK’ün 42. yılında üniversiteler: Bilimsel bilgi değil, kurşun asker üretiliyor

SONRAKİ HABER

CHP Kurultayı | Prof. Dr. Tanju Tosun: Değişim talebi sonuç üretti

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa