08 Kasım 2023 17:27

TTB deprem çalıştayı: İktidarın ekolojik yıkım, rant, talan ve özelleştirme politikaları öldürüyor! 

TTB'nin 28-29 Ekim 2023 tarihinde gerçekleştirdiği  “Antakya, Deprem Çalıştayı” sonuç bildirgesinde; "İktidarın ekolojik yıkım, rant, talan ve özelleştirme politikaları öldürüyor" denildi.

Fotoğraf: TTB

Paylaş

Türk Tabipleri Birliği (TTB) 28-29 Ekim 2023 tarihinde gerçekleştirdiği  “Antakya, Deprem Çalıştayı” sonuç bildirgesini açıkladı. 

“İktidarın ekolojik yıkım, rant, talan ve özelleştirme politikaları öldürüyor!” başlığıyla kamuoyuna sunulan sonuç bildirgesinde 6 Şubat ve 20 Şubat depremlerinde; sonuçların ağır olmasının ve müdahalede geç kalınmasının ölümcül sonuçlar doğurmasında; devletteki neoliberal dönüşüm politikalarının, kamu hizmetlerinin piyasaya açılmasının, özelleştirmelerin, devletin bir şirket gibi yönetilmesinin, iktidarın devleti adeta inşaat şirketlerine teslim etmesinin, denetimsizliğin, KÖİ (kamu özel işbirliği) projelerinin, kamuya ve yatırımlara yeterince bütçe ayrılmamasının temel faktör olduğunun görüldüıünün altı çizilen açıklamada; “Eğer bugün kamu hizmetleri çökme noktasına gelmişse ve müteahhitler bu kadar pervasızca ve kontrolsüzce binalar dikmiş, bu binalar on binlerce insanımıza mezar olmuşsa, bu yıkım ve ölümlerde her şeyden önce bu sistemi kuranlar ve bu sistemden nemalananların kar hırsları ve iktidarın ranta dayalı politikaları sorumludur” denildi. 

“İNŞAAT SEKTÖRÜ GEREKLİ BİLİMSEL DENETİMDEN ADETA MUAF TUTULMUŞTUR”

Bilim insanlarının bölgeye yönelik yıllardır dile getirdikleri deprem tespitlerine rağmen deprem gerçeğini görmezden gelen kent planlaması, imar ve yapı denetim çalışmaları, iktidarın çıkardığı imar afları, yaşanan büyük felakete davetiye çıkardığına vurgu yapılan sounç bildirgesinde şöyle denildi; “Yine iktidarın izlediği neoliberal politikalar tarım alanları, dere yatakları ve biyoçeşitlilik açısından önemli olan alanların imara açılması felakete çağrı olmuştur. Yıllardır izlenen rant-talan ve betona dayalı inşaatlar ekolojik yaşam alanlarını yok etmiştir. En son 1999 depremi sonrasında oluşan toplumsal duyarlılığı da değerlendirerek ülke genelinde deprem gerçeğine uygun kentleşme politikaları ile buna bağlı imar planları ve yapı denetim faaliyetlerinin hayata geçirilmesi gerekirken; depremden sonra iktidara gelen AKP hükümetleri bunun tam tersini yapmış, kentlerimizi deprem gerçeğinden uzak sadece ranta dayalı plansız yapılaşma ve imar uygulamalarıyla beton yığınlarına dönüştürmüş, göstermelik yapı denetim faaliyetleriyle inşaat sektörünü gerekli bilimsel denetimden adeta muaf tutmuştur.”

“YAŞANAN ACILAR TAKDİRİ İLAHİ DEĞİL TAKDİRİ SİYASİ”

Deprem nedeniyle yaşanan acıların takdiri ilahi değil takdiri siyasi olduğu vurgusu yapılan sildirgede; “Kamu adına gerekli düzenleme ve denetimleri yapmak yerine TOKİ eliyle rant odaklı yapılaşmalara öncülük eden siyasi iktidar, her üç dört yılda bir ilan ettiği "imar af"larıyla kentlerimizin plansız yapılar çöplüğüne ve beton yığınları halinde dönüştürülmesine göz yumarak depremin büyük bir felakete dönüşmesine sebep olmuştur. 2002 yılından bugüne, 2023 yılına kadar tam 9 defa imar affı yasaları çıkarılmıştır. En sonuncusu 2018 yılında yapılan imar aflarının ağır sonuçlarını deprem bölgesinde görmek mümkündür. Hatay-Gaziantep, Adıyaman ve Kahramanmaraş başta olmak üzere 300 bine yakın binaya yapı kayıt belgesi verilmesi, fen ve yapı tekniğiyle ilgili zorunlu statik projeleri ve zemin etütleri gibi zorunlu teknik incelemelerin göz ardı edilmesi, sonuçların bu kadar ağır olmasını doğurmuştur” denildi. 

“AFAD'IN CİDDİ BİR HAZIRLIĞININ OLMAMASI CAN KAYBINI ARTIRMIŞTIR”

Devletin denetim yetkisinin özele devri ile mühendislik hizmetlerinin hiçleştirilmesinin sadece rant üzerine kurulu bir yönetsel anlayışın insanlara yaşattığı acı tablonun bir kez daha yaşanmaına neden olduğu belirtilen açıklamada şu ifadelere yer verildi; “Bilim insanlarının yıllardır dile getirdiği deprem tahminlerinin umursanmaması kentlerimizin altyapı olarak deprem gerçeğine göre hazırlıklı hale getirilmemesinde de görülmüştür. Deprem sonrasında elektrik, içme suyu, kanalizasyon ve doğalgaz şebekelerinin çökmesi hem can kayıplarının artmasına hem de enkazdan çıkanların sağlıksız koşullarda kalmasına neden olmuştur. Deprem gibi doğal afet durumlarında devletin hızlı ve aktif müdahalede bulunabilmesi için kurulmuş AFAD'ın bilim insanlarının yıllardır dile getirdiği deprem tahminlerine rağmen hemen hiçbir ciddi hazırlığının olmaması deprem sonrası müdahalelerin gecikmesine ve yetersiz kalmasına bağlı olarak can kayıplarının çok daha fazla olmasına neden olmuştur. İktidarın kadrolaşma politikasının ve liyakatsizliğin 85 milyonun canının emanet edildiği AFAD'da da yaşanmasının ağır sonuçlarını bugün canımızla, yıkılan binalarımızla, haritadan silinen kentlerimizle ödüyoruz.” 

“KIZILAY YARDIM KURULUŞLARINA ÇADIR SATTI”

Doğal afetle de dayanışma faaliyetlerinde bulunması gereken Kızılay’ın, ilk günlerde afet illerine gelmediği, sonrasında yardım kuruluşlarına çadır sattığı, soğuk kış günlerinde depremzedelerin barınma, ısınma, giyecek, yiyecek başta olmak üzere en temel insani ihtiyaçları deprem illerine ilk ulaşan gönüllü demokratik kitle örgütlerinin oluşturduğu dayanışma çalışmaları ile karşılandığı vurgulanan açıklamada; “Depremden hemen sonra ülke genelinde halkların dayanışma ruhuyla başlatmış olduğu yardım toplama ve destek kampanyaları karşısında kamu adına bu yardımların ihtiyaç olan yerlere ulaşması konusunda koordinasyon görevi ve desteği vermesi gereken siyasi iktidarın bunun yerine, AFAD eliyle bu yardım araçlarına el konulması, demokratik kitle örgütlerine ve yerel yönetimlere müdahalelere varan engellemelerde bulunması, başta köyler ve ilçeler olmak üzere deprem nedeniyle yıkılmış birçok yere yardımların ulaşmasında gecikme ve yetersizliklerin yaşanmasına neden olmuştur. Deprem bölgesindeki arama, kurtarma ve yardım faaliyetlerinin tek elde AFAD üzerinden yürütülmeye çalışılması, AFAD'ın ve valiliklerin demokratik kitle örgütleri hatta belediyelerle dahi yeterli koordinasyon ve işbirliği içinde olmaması; hem bölgeye giden sivil arama kurtarma ekipleri, sağlık çalışanları ve yardım kuruluşlarının etkin çalışma yürütememesine hem de yardım faaliyetlerinin gerekli yerlere zamanında ulaşamayıp, zayi olmasına neden olmuştur. AFAD ve Kızılay özellikle Hatay, Maraş ve Adıyaman da köylere ve mahallelere yardım götürürken ayrımcılık yapmış ve özellikle Alevi köyleri başta olmak üzere kendisince öteki gördüğü kesimlere yardım ve hizmet götürmekte yetersiz kalmıştır” denildi. 

Deprem sonrasında karşı karşıya kalınan en acı ve çaresizlik dolu durumlardan birinin de yıkılan binalardan çıkarılan cenazelere dair olduğuna vurgu yapılan bildirgede; “Bölgedeki cenazeler, günlerce sokakta bekletilmiş, cenazelerden örnek alınmadan, çoğunun kimlik tespiti yapılmadan ve bazen toplu olarak defnedilmiştir. Yakınlarını kaybetmiş aileler açısından geçen onca güne rağmen halen cenazelere ulaşamamış olmak, en az deprem kadar ağır bir yük olmuştur. Birçok yere arama kurtarma ekiplerinin çok geç gelmiş olması enkaz altında onlarca yurttaşımızın soğuktan, açlıktan ve havasızlıktan ölmesine neden olmuş, cenazelerin örnek alınmadan defnedilmesi tüm bu bulguların yok olmasına ve ilerde olası hukuksal süreçlerde ciddi hak kayıplarının yaşanmasına neden olmuştur. Günler sonra başlayan enkaz kaldırma çalışmalarındaki özensizlik de birçok cenazenin bulunmasını güçleştirmiştir” denildi. 

"MÜLTECİLERE YÖNELİK LİNÇE KARŞI YARALARI BİRLİKTE SARMAK"

Deprem illerinin aynı zamanda çok fazla mültecinin de yaşadığı bir bölge olduğuna dikkat çekilen bildirgede şöyle denildi; “Depremde hayatını kaybeden, yaralanan ve evleri yıkılan çok sayıda mülteci olmuştur. Depremzede mülteci ve göçmenler çeşitli sorunlarla karşı karşıya kalmıştır: Nefret Söylemi Ve Düşmanlaştırma

Deprem sonrasında mültecilere karşı tetiklenen nefret söylemi, özellikle sosyal medyada kışkırtılmış, barınma ihtiyacı ve yardımlar konusunda mültecilerin dışlanması söz konusu olmuştur. Depremin ardından mülteciler ilk günlerde, Gaziantep ve Diyarbakır'da camilere, Mersin'de otogara sığındılar. Daha sonra Göç İdaresinin yol izin belgesini kaldırarak seyahat serbestisi vermesiyle, mülteciler de diğer depremzedeler gibi başka illere gitmeye başladılar. Ancak gittikleri illerde barınma sorununu kendilerinin çözmesi beklenmiş, geçici barınma yerlerinde ve çadır bölgelerinde mülteciler dışlanmıştır. Deprem sonrasında karşı karşıya kaldıkları nefret söylemleri ve ötekileştirme karşısında evleri yıkılan mülteciler yardımlara erişim noktasında da ciddi sorunlar yaşamışlar, olası saldırı ve çatışmalardan çekindikleri için yardım talebinde bulunurken geri planda durmayı tercih etmişlerdir.” 

DEPREM İLLERİNDE EMEK VE ÇALIŞMA HAYATI

xDeprem bölgesinde 3,8 milyon insan çalıştığı ve bu toplamın 1,5 milyonunun kayıt dışı istihdamda olduğunun altı çizilen açıklamada; “İstihdamın çoğunluğu tarım, imalat ve ticaret ve düşük katma değerli hizmetler sektörlerindeydi (HHİA 2021). Depremle birlikte, deprem illerinde; kitlesel işsizlik, istihdam yetersizliği, kayıt dışı istihdamda artış, sosyal güvenlik açıkları ve hane halkı yoksulluğunun artması gibi durumlar açığa çıktı. Konut ve işyerlerinin yıkımı, kiralardaki aşırı artış, işçilerin göçü ve özellikle inşaat işçileri için insani barınma ihtiyacını ortaya çıkardı Ücretli çalışanların sayısı %23,6 (226 bin), işyeri sayısı %20,2 (66 binden fazla) düşmüş, (TEPAV) En yüksek düşüşler ise; Adıyaman, Hatay, Malatya ve Kahramanmaraş'ta gerçekleşmiştir. Enkaz kaldırma, yıkım ve inşaat işlerinde ciddi İSG (işçi sağlığı ve iş güvenliği) riskleri (asbest, zararlı kimyasallar ve gazlara maruz kalma, elektrik kaynaklı tehlikeler, ergonomik riskler), engelli birey sayısında artış, kadınlar, gençler ve çocuklara özgü kırılganlıklar, kentsel ve kırsal alanda değişen yoksulluk etkisi ve istenmeyen baş etme mekanizmaları: çocuk işçiliği, kayıt dışı istihdam, çalışma standartlarında düşüş, kilit çalışma hayatı kurumlarının gördüğü hasar ve hizmetlerin sekteye uğraması (İŞKUR, SGK, işçi ve işveren örgütlerinin yerel şubeleri) gibi birden fazla sorun derinleşmiş durumdadır.

"İKTİDAR, EKOLOJİK YIKIM VE TALAN POLİTİKALARINA DEPREM SONRASINDA DA DEVAM EDİYOR!"  

Deprem bölgesinde deprem öncesi açılan maden ocakları ve enerji santralleri için ÇED (çevresel etkileri değerlendirme) raporu alamayan firmalar deprem sonrasında ilan edilen OHAL'i fırsat bilerek çevre bakanlığının oluru ile maden ocaklarını ve enerji santrallerini kurduğu ifade edilen bildirgede; "Maden ocakları ve enerji santrallerinin Tarım alanları ve halk sağlığı üzerinde yarattığı risklerin dikkate alınmadığı bilinmektedir" denildi.

“HUKUK SİSTEMİ, SAĞLIĞA ERİŞİM VE SAĞLIK HAKKI ENKAZ ALTINDA KALMIŞTIR!”

Deprem öncesi de kötü olan hukuk anlayışının deprem sonrasında çok daha kötü durumu geldiğine işaret edilen bildirgede; "Mahkeme kararların uzaması, yoksulluk karşısında hukuka erişimin maliyetinin çok artmış olması, yasaların çok hızlı değişmesi, fiziki ortamların yetersizliği, yurttaşların hak arama ve hukuksal süreçleri işletme ile ilgili ciddi güvensizlik yaşamalarına neden olmuş, yüksek maliyet ve hukuka olan güvensizlik davaların açılmasında, hak arayışlarında düşüklük arz etmiştir.

Yıkılan hastaneler, verilemeyen koruyucu sağlık hizmetleri, kaotik çalışma rejimi vb. sağlık sisteminin depreme dayanıklı olmadığının göstergeleri olmuştur. Sağlıksızlığı yaratan her şey halk sağlığı sorunu olup sağlıklı olma hali de toplumsal sağlıkla doğrudan ilişkiliyken 9. Aya geldiğimiz bugünlerde barınma, beslenme, alt yapı, hijyen sorunları ilk günkü gibi devam etmekte. Deprem sonrasında toplumsal sağlık hizmetlerinin halka ulaşabilmesi için sağlık emekçilerinin yanı sıra; barınma, beslenme, temiz su, giyim, ulaşım, eğitim konularında yerelde oluşturulan dayanışma ağları, demokratik kitle örgütleri de ciddi katkılar koymuş, yeni ve alternatif bir kamusallığın öncüleri olmuştur. Neoliberal sağlık reformları iflas etmiş olup sağlık toplumun öz gücü ve dayanışma ile vücut bulmuştur. Demokratik kitle örgütleri tarafından yürütülen her türlü deprem çalışmaları yerelliğin önemini ortaya koyarken çalışmalarımızda ön açıcı olan geçmiş deneyimlerimizin belleğini oluşturmakta bir kez daha önemini ortaya koymuştur. Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği Depremde Daha Da Derinleşmiştir! Depremin en dezavantajlı gruplarından biri olan kadınların sağlık hakkı, erkek devlet aklıyla kurgulanmaya bağlı olarak karşımızda ciddi bir sorun olarak durmakta.  Kadınlar için kamu otoritesi tarafından üreme politikalarına sıkıştırılmış kurgu, kadınlar açısından ciddi bir sağlık krizi yaratmakta. Güvenli ve hijyen olmayan tuvalet kullanımı, temiz suya ve yeterli temiz iç çamaşırına erişememeye bağlı kadınlarda vajinit sistit gibi sorunlar çok sık ortaya çıkmakta, kamu otoritesinin üreme politikasına sıkıştırılan kurgunun devamında takipsiz gebe, takipsiz bebeklerin yarattığı kaygı ile kadınların kendi kendine başa çıkması beklenmekte. Çocuk, engelli ve yaşlı bireylerin bakımının kadınların sırtına bırakılmış olması her temasta kadınların kendileri için değil bakım verini olduğu bireyin yaşamı için soru sormasına neden olmakta. Hem bakım veren kişi olmak hem gözetilmeme hali öz bakımda yetersizlik ve devamında depresyonun oluşması ve derinleşmesine neden olmaktadır. Kadınlar bir yandan depremde yaşadıkları travmatik durum, kayıplar ve yıkımların etkisiyle baş etmeye çalışırken, bir yandan da bakım sorumluluğunu üstlendikleri tüm aile bireylerinin de kaygılarını taşımaktadır. Yetersiz ve güvenliksiz olarak sağlanan barınma imkânları kadınların zaman zaman boşandıkları ya da boşanma aşamasında oldukları erkeklerin yanına dönmesine neden olup kadınları tekrar bir şiddet sarmalının içine çekmektedir. Şiddete maruz kalan kadınların başvurabilecekleri bir mekanizmanın olmaması ve kadınların geçici sığınacağı yerlerin olmaması ise kadınların şiddet sarmalının içerisinden çıkamamasına neden olmaktadır. Depremin üzerinden geçen bunca zamana rağmen kadınların hala yaşam hakkı güvence altına alınabilmiş değil. Depremin dezavantajlı olan bir diğer grubu LGBTİ+ 'lar ise; depremden önce resmî kurumların, üst düzey yetkililerin ve Diyanet Başkanlığı'nın hedef gösteren, nefret yayan açıklamalarının sonucu olarak deprem döneminde barınma ve sağlık hakkı başta olmak üzere pek çok ayrımcılığa maruz kaldılar. Beraber yaşamı paylaştıkları bireylerle yaşadıkları derin çatışmalara maruz kaldılar. Kadınların ve LGBTİ+'ların yaşadığı sorunlarının temelinde toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve kadınlar özelinde devletin üreme politikalarına sıkıştırılmış sağlık politikaları yatmaktadır. Bu nedenle kadınların ve LGBTİ+'ların güçlendirileceği, istihdam olanaklarının yaratılacağı, karşı karşıya kaldıkları şiddet, taciz ve ayrımcılığa karşı çözüm üreten mekanizmaların kurulması elzemdir.” 

ENGELSİZ YAŞAMI BİRLİKTE ÖRELİM!

Deprem bölgelerinde afete bağlı engelli birey sayısının artmış olduğu vurgu yapılan bildirgede; “Toplumsal yaşamın olanaklarından eşit düzeyde faydalanmak, toplumsal yaşama tam ve etkin katılım sağlamak her yurttaş gibi engelli bireyler için de en temel anayasal haklarından biridir. Engelli bireylerin, toplumsal yaşama etkin katılımı çoğunlukla diğer bireylerle aynı ve eşit gerçekleşmemekte; sosyal ve kentsel yaşam alanlarının engelli bireylere sunduğu eşitsizlikler ve engeller, afet gibi kriz durumlarında engelli bireylere yönelik etkin çözümlerin ortaya konulmasını zaruri hale getirmektedir” denildi. 

DEPREM SONRASI EĞİTİM

Maraş merkezli depremlerin öğrenciler, veliler, aileler, öğretmenler ve eğitim kurumları üzerinde uzun süreli etkiler bırakmaya devam ettiği belirtilen açıklamada; “2020 yılında başlayan pandemi dünya genelinde tüm okulları etkilerken, iklim kriziyle birlikte yaşanan seller, anormal sıcaklık artışları, insan merkezli afetler çoklu krizler karşısında eğitim sisteminin dayanıklılığını ölçen ölçütler haline gelmiştir. Teknolojisi ve araçlarıyla yaşadığımız modern çağ çoklu krizlere çözüm üretmemekte ve yeni krizlerin de kapısını açmaktadır. Kara dayalı sermaye üretimi, servet bölüşümündeki adaletsizlikler, sanayi üretimlerinin doğayı hiçe sayan uygulamaları, barınma hakkının apartman imparatorluklarına dönüşmesi eğitim alanını parçalamaya devam etmektedir. Yaşanan son depremler diğer birçok alanda olduğu gibi eğitim alanının da krizlere karşı hazırlıklı olmadığını ortaya çıkarmıştır. Afet dönemleri çocukların nitelikli eğitime ulaşma imkânlarını kısıtlayan ortamlardır. Çocukların eğitim hakkından mahrum kalması çocuklara dönük ihmal, istismar gibi vakaların artmasına sebep olacaktır. Okulların, yurtların barınma alanına dönüşmesi, çocukların ve gençlerin (deprem bölgesinde olmayanlarda dâhil) eğitim hakkına ulaşımını engellemiştir. Bu engel kız çocuklarının hane içindeki emek sömürüsünü arttırmış, kadınların yeniden toplumsal üretime kaynak sağlayan emeklerini görünmez kılmıştır” denildi. (HABER MERKEZİ) 
 

 

ÖNCEKİ HABER

Kentsel yağmanın son örneği: Çay Mahallesi

SONRAKİ HABER

"İyi çocuklar"a beraat, bombalanan kitabevinin sahibine hapis cezası

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa