10 Kasım 2023 13:10

Eylemlerin ardından: Peki şimdi nereye?

Bu sistem, tek bir asansörden bir cinayet aleti yarattığı koşullarla çepeçevre sarılmıştır.

Evrensel

Paylaş

“Gençliğinde iki yüzlü ve korkak olan burjuvazi, yaşlılığında alçakça yırtıcı ve saldırgan."*

Zeren Ertaş’ın ihmalleri sonucu hayatını yitirmesinin ardından başlayan eylemler, sayısı 60’ı aşan ilde, yurt ve okul kampüslerinde yürüyüşlerle sürdü. Kimilerinde şehir meydanlarına yöneldi. Eylemlerde yer alan, slogan atan özellikle kadın yurdu öğrencilerinde kendilerini, ölen Zeren Ertaş’la özdeşleştirebilmek adına pek çok anı mevcuttu.

Tam da bu sebeple Zeren Ertaş’a sahip çıkmak hem kendimiz hem de çevremizdekiler adına yapılması gereken ilk görev hâlini aldı, meşrutiyeti ve haklılığından aldığı güçle hızla büyüdü. Öyle ki dün eylemde bulunmanın “neyi kazandıracağı” sorusunun harekete geçmenin önüne kurduğu atıllık barikatı, harekete geçmek için hızlı davranabilenlerin müdahalesiyle hızlıca yıkılabildi. Bunun yanında, her KYK yurdunda hem ortaklaşan hem de özelleşen sorunların yarattığı öfkenin dışa vurulmasıyla, “Katil KYK” ve “Kaza değil ihmal” sloganlarına dönüştü. Türkiye gençliği, Zeren’in ardından sorumlulardan hesap sormanın yollarından biri olarak gösterdiği birlikteliği, yurt sorunları gündemini tartışmaya taşıdı. “Asansör” ile simgeleşen şiddeti, güvencesizliği ve yalnızlığı ve nasıl önlenebileceğini tartışmaya başladı.

Hareket, biriken sorunların, çözümlerin, öğrenmenin ve değiştirmenin bütün etmenlerini içinde taşıyor. Tam da bu sebeple her hareketin içinde bir şeyler arıyoruz, umutlanıyoruz, kendimizi onunla aramızda geçen ilişkiyle yeniden tanımlıyoruz.

ORTAK DUYGU ORTAK TALEPLERLE KİTLESELLEŞTİ, ŞİMDİ NASIL MERKEZİLEŞECEK?

Tam da buradan hareketle, KYK yurt eylemleri, KYK yurt öğrencileri başta olmak üzere, üniversiteli gençliği için “ne yapmalı, nasıl yapmalı” sorularına cevap verebilecek bir zemini oluşturmuştur. Ancak bu zemini, yalnızca ortak duygudan öteye taşırsak sağlamlaştırabiliriz. Biriken sorunlar karşısında, mücadele için bir yol açmak, dün aklımıza gelmeyen yanıtları bulmak, kaygı ve çekinceleri birliğin ve olanağın somut görünümleri yoluyla aşmak ancak hareket sayesinde mümkündür.

Öyle ki  ihmaller sonucu hayatını yitiren Zeren Ertaş’ı sahiplenen on binlerce genç, başka yurtları izleyerek, yurtlarının önünde biriken diğer öğrencileri görerek, atılan sloganları duyarak, doğal bir eğilim olarak aynı anda hareket etmiştir. Bu kendiliğinden hareketin ortak kararlar ve mekanizmalar yoluyla yürütülmesi, biçim kazanması önümüzdeki hedeftir.

Zeren Ertaş’ın ölümünün ardından kendi asansörlerinin durumunu paylaşan, yurt yönetimlerini uyaran, kamuoyu açısından öfkeye sebep olan sayısız haber ve fotoğraf paylaşıldı. Buna cevaben Gençlik ve Spor Bakanlığı, bu haberlerin gerçek olmadığını, siyasi provakasyon ve rant olduğunu ifade etti. Dolayısıyla mevcut durumda bu ifadeler binlerce, yüzbinlerce gencin sözüne karşılık, Bakan’ın sözü olduğunu anlamına geliyor. Peki, böyle tutum alarak ne yapılmaya çalışılmaktadır?

KYK yönetimlerinin de dahil olduğu şekilde, Gençlik ve Spor Bakanlığı, YÖK ve ona bağlı olarak atanmış üniversite yönetimleri, tek adamın şahsında merkezileşen karar ve adımların ortak paydaşları ve uygulayıcılarıdır. İşte bu organizasyonun temel hedefi ve politikaları, kendi içindeki kökleriyle öylesi bir halk ve gençlik düşmanlığı yoluyla örgütlenmiştir ki mücadeleyle geri püskürtülene kadar bir asansör denetimi ve düzenlemesi bile yapmayacak, sorumluluk almayacak kadar aymazca hareket eder.

Bu basitçe bir yapıp yapamama durumundan ötedir. Zira merkezi tüm adımlarında öğrenci taleplerinin karşısında yer almayı temel bir düstur olarak içselleştirmiş AKP’li kadrolar ve onlara siyasal olarak bağlı çalışan memurların kafası, asansör sorunun çözümü adına çalışmaz. Aksine hareketin sıçramasının ve kitleselleşmesinin önü nasıl alınabilir sorusu, mesailerinin esas konusudur. Buna yönelik bütçe ayrılmamıştır örneğin, bürokraside yukarı çıkıldıkça öğrenci ve halk düşmanı tartışmalar da, öğrenci gençliğin mücadelesi ve taleplerini bastırmak adına ortaya konacak planın araçları da artar. Dolayısıyla bu bürokrasi kademlerinin hiçbirinde öğrencilerin çıkarlarına yönelik hareket edecek biri yoktur. Memurların kendi başına “iyiliğinin” bu tartışmada bir anlamı da yoktur. Onlar ancak öğrencilerin ihtiyaç ve çıkarları doğrultusunda hareket etmek zorunda bırakılabilir, ancak bu nasıl gerçekleşecektir?

Bu soru güncel yurt tartışmaları açısından, aşağıda yurt yönetimine ve denetimine temsilcilerimiz yoluyla dahil olmak, yukarıda tek adam yönetimine gençlik mücadelesinin merkezileşerek güç kazanan, araçları çeşitlenen olanaklarıyla karşı durmak hedefini ortaya çıkıyor. Çünkü biri olmadan diğerini yapmak mümkün olmuyor.

“BU KADAR DA OLMAZ” DENİLEMEYECEK BİR DÖNEM

Her nasıl yama dikiş tutmazsa, Türkiye gençliği için de talepleri yalnızca ifade etmenin, kapitalist saldırganlığın “bu kadarı da olmaz” duygusuyla kınamanın tek başına yol alamayacağı bir dönemdeyiz. Zira kapitalist barbarlığın bütün dünyayı ve insanlığı yalnızca bir kâr aracı olarak görmesinin düzeyine ve açıklığına bakılırsa, kendi demokratik teamüllerini, temel insan hakları gibi uzlaşı metinlerini tanımadığı, üstelik giderek de daha saldırgan bir biçimde tanımadığını ortaya koyacağı günlerin kapısı açılmıştır.

Bu sistem, tek bir asansörden bir cinayet aleti yarattığı koşullarla çepeçevre sarılmıştır. Garabet dezenformasyon yasasını gazetecilerin birer birer göz altına alınması olarak işletmekten, Orta Vadeli Program’a bağlı olarak geliştirilen 2024 bütçesiyle devletin kasasını açıkça tekelci kapitalistlerin şahsi kasasına dönüştürmekten yaşamsal çıkarı vardır.

Zira hem Türkiye’de hem dünyada, ancak halklara en ağır koşulları ve baskıyı dayatarak ayakta kalabilir.

Öyle ki Filistin’deki soykırımı meşrulaştıran devletlerin karşısında Filistin’den yana halklar denkleminin somut örneklerinin, tekelci burjuvazinin ve devletlerin dayattığı koşullar göz önüne alındığına artması beklenebilir.

“2024 sermayeyi ihya bütçesinin” karşısında yalnızca 2000 TL’ye yükseltilen KYK burs/kredisinin karşı karşıya geldiği bir Türkiye mücadelenin temel denklemidir.

Bizse tam da bu koşulların içinde, daha fazlasını ve ilerisini kazanabiliriz. Sürece dahil olma biçimimizi değiştirdiğimiz takdirde.

 

*Babeuf’tan Dimitrov’a Sosyalist Savunmalar, Marcel Williard, çev: Şahin Say

ÖNCEKİ HABER

Barolardan tepki: Anayasanın açık ihlaline sessiz kalmayacağız!

SONRAKİ HABER

Barış ve özgürlük için bize ne gerekir?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa