12 Kasım 2023 04:51

Ukrayna, AB üyesi olacak mı?

Avrupa'nın Gündemi'nde bu hafta Ukrayna'nın AB üyeliği, İngiltere'de kemer sıkma politikasının yerel yönetimleri iflas noktasına getirmesi ve Fransa'da Airbus işçilerinin sınıf dayanışması grevi var.

Fotoğraf: Pixabay

Paylaş

Avrupa Birliği Komisyonu, Ukrayna ve Moldova ile Avrupa Birliği’ne üyelik müzakerelerinin başlaması tavsiyesinde bulundu. Almanya basınından, Junge Welt’ten aldığımız yorumda bu durum, AB’nin Ukrayna’ya Batı için yaptıklarına karşı bir hediyesi olarak değerlendirildi. Ancak üyeliğin 2033’ten önce mümkün olmayacağı da konuşuluyor.

Birleşik Krallık’ta belediyeler iflasın eşiğinde. Londra’dan sonra en büyük şehir olan Birmingham’da kent konseyi iflas ettiğini açıkladı. Birmingham’ın ardından birçok belediye de iflasın eşiğinde olduklarını duyurdu. The Counterfire’dan Rob Horsfield, kemer sıkma politikalarının Birmingham’ı nasıl bu düzeye getirdiğini ve Birleşik Krallık genelinde yerel demokrasi için bir tehdit oluşturduğunu tartıştırıyor.

Fransa’da ise bir çalışanın işten çıkarılmasının ardından Toulouse şehrinde kurulu bulunan Airbus Boya Atölyelerinde kitlesel katılımlı bir grev başladı. Bir haftayı geride bırakan grev, fabrika yönetimin manevralarına rağmen ivme kazanmaya devam ediyor.


AB KOMİSYONU UKRAYNA’NIN ÜYELİĞİNİ DESTEKLİYOR

Reinhard LAUTERBACH
Junge Welt

AB Komisyonu Ukrayna ile katılım müzakerelerinin başlaması için gerekli koşulların oluştuğuna inanıyor. Komisyon çarşamba günü, Komisyon Başkanı Ursula von der Leyen tarafından hazırlanan ilerleme raporunu onayladı. Raporda Kiev’deki hükümetin hukukun üstünlüğü ve “Demokratik kurumların güçlendirilmesi” alanlarında AB standartlarına yaklaşma konusunda “büyük ilerleme” kaydettiği kabul ediliyor. Bekleyen reformların, katılım müzakerelerinin başlamasının daha fazla ertelenmesine gerek kalmayacak kadar hızlı bir şekilde kabul edilebileceğini ummak için sebepler var. Bekleyen “reformlar”, diğer hususların yanı sıra, yolsuzluk ve kara para aklamaya karşı daha güçlü bir mücadeleyi de içermekte; ancak bunlar sadece yasaklarla ortadan kaldırılmayacak.

Komisyon raporuna verilen olumlu oyun aralık ayında yapılacak AB zirvesinde devlet ve hükümet başkanları tarafından onaylanması gerekiyor. Bu da oy birliğiyle yapılmalı. Komisyon, Ukrayna’daki ulusal azınlıkların daha fazla dikkate alınması çağrısında bulunarak Macaristan’ın olası direncini yatıştırabileceğini umuyor. Budapeşte’deki hükümet Kiev’i, kamu yaşamını Ukrayna diline çevirirken Transkarpatya’daki Macar azınlığın eğitim olanaklarını ve ilerleme şansını azaltmakla suçluyor. Brüksel, Ukrayna’da Rusça konuşan nüfusun eğitim olanakları konusunda ise daha az endişe duyuyor.

Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy salı günü akşam saatlerinde yaptığı video konuşmasında Komisyondaki oylamanın sonucunu önceden tahmin etmiş ve Ukraynalıların yakında AB vatandaşı olacağı sözünü vermişti. Bunun ne zaman olacağını söylemedi. Şu anda kimse bunu tahmin edemiyor. Şu ana kadar sadece Belçika Konseyi Başkanı Charles Michel katılım müzakerelerinin süresi hakkında yorum yaptı: Ukrayna “2030 yılına kadar” üye olabilir. Bu da AB’nin bir sonraki yedi yıllık mali programının ortasına denk geliyor, dolayısıyla 2033’ten sonraki bir tarih, daha olası görünüyor. Bu arada, AB 1999’dan beri Türkiye ile katılım müzakereleri yürütüyor, ancak görüşmeler fiilen askıya alınmış durumda.

Bilindiği üzere bir bardak su için ya yarısı dolu ya da yarısı boş denilebilir. AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen Ukrayna için ilk seçenekten yana karar verdi. Çarşamba günü Komisyon genel kurulunda kabul edilen raporunda, Ukrayna’nın AB standartlarına uyum yolunda kaydettiği önemli ilerlemeden söz ediyor.

Alttaki küçük yazılar biraz farklı görünüyor: Von der Leyen, Ukrayna’nın Brüksel’in şartlarını yerine getirmek için daha fazlasını yapması gerektiğini yazdı. Yani görünüşe göre “yolsuzlukla daha fazla mücadele” konusunda -ülke henüz hedeflere ulaşamadı- “özellikle üst düzeylerde” yapılacak çok şey var. Açık bir dille ifade etmek gerekirse bu, siyaset tabakasının her zamanki gibi hırsızlık yaptığı anlamına geliyor. Ayrıca, şeffaf olmayan lobiciliğin kısıtlanması ve kara para aklama ile etkin bir şekilde mücadele edilmesi için daha fazla şey yapılması gerekiyor. Başka bir deyişle: Ukrayna’da hâlâ, diğer şeylerin yanı sıra siyasetçileri satın almak için de kullanılabilecek bol miktarda kara para dolaşıyor. Ve Ukraynalı yolsuzlukla mücadele kampanyacılarına göre, kolektif Batı’nın ihracat ve dolayısıyla kâr fırsatları konusunda çok endişelendiği tarım şirketleri, vergi ödemek zorunda kalmamak için mallarını nakit olarak satmayı tercih ediyor. Bu arada, bu şirketler de AB Avrupa’sından geliyor.

Von der Leyen “Bayraklar yukarı gözler sımsıkı kapalı” sloganıyla hareket ediyor. On yıl önce AB rüya gemisine binme hayalleri kuran ve bunun ne anlama geldiğinin farkında olmayan Ukrayna toplumuna, eğer savaş bir başarı sağlamazsa, en azından sembolik bir başarı hissi vermek istiyor. Aksi takdirde, Lviv ve Harkiv arasındaki birileri, oyunun tüm çabalara değmediği fikrine kapılabilir. Durum böyle olmamalı: Geçtiğimiz günlerde Ukrayna halkına hitaben yaptığı konuşmada “Onlar sadece kendi özgürlükleri, demokrasileri ve gelecekleri için değil, aynı zamanda bizim için de savaşıyorlar” dedi. Asıl mesele, övülenlerin bu düşünce biçiminde birilerinin çıkarları açısından kullanılanların kendileri olduğunun farkında olmamalarıdır.

Konuyu alaycı bir şekilde ele alabilir ve şöyle diyebilirsiniz: Bu ilk kez olmuyor. AB, yolsuzluklarıyla nam salmış Yunanistan’ı kabul etti, Bulgaristan ve Romanya’daki durumu jeopolitik nedenlerle görmezden geldi, şimdi neden yolsuzluğa bulaşmış Ukrayna’yı kucaklamasın? “Biz” hâlâ bunu da başarabiliriz. İlerleme raporunun Ukrayna örneğinde eleştirdiği şüpheli lobiler Brüksel’de zaten mevcut. Ancak: Kötü örnek genellikle iyi örneğin yerini alır, dolayısıyla kimse Ukrayna’nın zaman içinde daha az “Avrupalılaşıp” AB’nin daha fazla “Ukraynalılaşacağı” konusunda tahmin yürütemez. Ve o zaman herkes kendisine bunu nasıl yaptığını tekrar soracaktır.

Çeviren: Semra Çelik


MUHAFAZAKAR KEMER SIKMA POLİTİKASI BIRMINGHAM KENT KONSEYİNİ NASIL MAHVETTİ?

Rob HORSFIELD
The Counterfire

Birmingham Kent Konseyi felaketinin göze çarpan gerçeği, Amsterdam’dan daha büyük bir kenti yöneten Avrupa’nın en büyük tek ilçe konseyinin harcama gücünün 2010’dan bu yana reel olarak yüzde 60 azalmış olmasıdır. Bu düşüş, Birmingham ekonomisinin on yıl öncesine göre yüzde 36 daha büyük olmasına rağmen gerçekleşmiştir. Birmingham, iflasını ilan eden 114. madde bildirisini yayımlamak zorunda kaldı.

Medya, Birmingham kent konseyini beceriksiz olarak yaftalamaya çalıştı. Kadın personele yıllarca eksik ödeme yapmasının bir sonucu olarak belediyeye yüklenen 760 milyon sterlinlik eşit ücret talebinin de bu sürece yardımcı olmadığı doğrudur. Aynı zamanda belediyenin çalışanları için Oracle IT sistemine yapılan beş katı fazla harcama da yardımcı olmadı. Yine de, Muhafazakarların büyük bütçe kesintileri olmasaydı bu sorunların üstesinden gelinebilirdi. Daha da kötüsü, Birmingham’ın mali durumunu incelemek üzere getirilen komisyon üyesi, Muhafazakarların iddiası olan ‘Konseyin tamamen kendi işlevsizliği nedeniyle çöktüğü’nü desteklemek için günde 1100 sterlin ücret talep edecek.

Birmingham’ın büyüme döneminde yaşadığı mali çöküş, Muhafazakarların yerel demokrasiyi ne kadar küçümsediğini göstermektedir. Geriletici belediye vergisi dışında doğrudan para toplayamayan Birmingham, Londra dışındaki en yüksek yabancı yatırım artışından faydalanamadı. Bunun yerine belediye, giderek azalan devlet hibelerine ve büyük ancak küçülen emlak portföyünden elde ettiği gelirlere bel bağlamak zorunda kaldı. Aynı zamanda, sosyal bakım hizmetleri, İngiltere’deki en yüksek işsizlik oranına ve en yoksun bölgelerden bazılarına sahip olan şehirde yoksulluk ve yoksunluk cehenneminden geçen insanlardan gelen artan taleple karşı karşıya kaldı.

Her belediye benzer baskılarla karşı karşıya ve en az 26 belediye önümüzdeki iki yıl içinde 114. madde ihbarnamelerini yayımlamayı düşündüklerini şimdiden bildirdi. Muhafazakar hükümet, Birmingham’a dayatılan derin kesintileri telafi etmek için herhangi bir ekstra fon sağlamayı reddedeceklerini açıkladı. Ulusal düzeyde bu, yerel konseyler iflas ettikçe, yerel düzeyde karar alma yetkisinin demokratik organlardan alınıp parlamentoda atanan komisyon üyelerine verileceği anlamına gelmektedir.

Belediyeler artan harcamalarını varlıklarını satarak karşılamak zorunda kalmaktadır. Örneğin Birmingham Belediyesi, 2012 yılında eşit ücret taleplerini çözmeye başladığında Ulusal Sergi Merkezindeki hisselerini satmıştır. Pek çok diğer belediye, bir süre önce gereksiz olarak nitelendirilebilecek varlıklarını satma aşamasına çoktan geçti.

2015 yılında Oxfordshire İl Meclisi Lideri Ian Hudspeth, sosyal hizmetlerde kesintiye gittiği için meclisi eleştiren David Cameron’ı yerden yere vurmuştu. Sekiz yıl sonra İngiliz toplumu, Harold Macmillan’ın 1985’te Thatcher’ın özelleştirme politikalarını tanımladığı gibi, evdeki gümüşleri satmanın çok ötesinde bir aşamada. İngiliz kapitalizmi gündelik yaşamın bağlayıcı dokusunu metabolize ediyor (…)

Birmingham’daki kriz, kemer sıkma politikalarının doğrudan bir sonucudur ve en savunmasız insanların yaşamlarını en ağır şekilde etkilemektedir. Belediye bütçelerini, yerel demokrasiyi yeniden tesis etmek ve insanların ihtiyaçlarını karşılamak için hükümet değişikliğine ve sistem değişikliğine ihtiyacımız var.

Muhafazakar Parti kesinlikle (iktidardan) kovulmalı, ancak (İşçi Partisi Lideri) Starmer’ın yerel yönetimlerin parçalanması sorununu kavramaktan kaçınmasına izin veremeyiz. ‘Mali açıdan sorumlu’ olmak ve bankacıların çizmelerini yalamak ihtiyacımız olan değişimi karşılamayacaktır.

Kemer sıkma politikaları sona ermeli ve zenginleri vergilendirerek ve toplumlarımızda üretilen milyonlardan pay vererek yerel demokrasiyi yeniden inşa etmeliyiz. İşçi Partisinin Konsey liderlerinin bu meydan okumayı üstlenmelerini sağlamak mantıklıdır. Ancak onlar bunu yapmazsa, kamu sektörü sendikalarının ve Halk Meclisi gibi kampanya gruplarının öncülük etmesine ihtiyacımız var.

Sendika ve toplum gücünü birleştirmek kazanmamızın tek yoludur.

Çeviren: Sarya Tunç


AIRBUS’TA ‘HAREKETLİLİK BÜYÜYOR’: İŞTEN ÇIKARMANIN ARDINDAN BAŞLAYAN GREV SÜRÜYOR

Rafael CHERFY
Revolution Permanente

Boyacı olarak çalışan Corentin, 2 Kasım perşembe sabahı, emniyet kemeri takmayı unuttuğu için Airbus tarafından işten çıkarıldı. Airbus Genel Emek Sendikası (CGT) İş Yeri Temsilcisi Bruno Galaud “6 güvenlik görevlisi tarafından yönetilen iki güvenlik aracıyla dışarı çıkarıldı. Kendisine sanki bir suçluymuş gibi davranıldı” dedi.

Airbus’ta geçirdiği 8 yılın ardından Corentin’in işten çıkarılması meslektaşları için gerçek bir şok oldu. CGT yaptığı açıklamada şu ifadelere yer verdi: “Corentin bugüne kadar, ne yaptığı işin kalitesi ne de güvenlik talimatları konusunda en ufak bir eleştiriye maruz kalmıştır. Tüm meslektaşları onun iyi işçiliği konusunda hemfikir ve yönetimin bu acımasız kararı karşısında son derece şok olmuş durumdalar.”

Bu temelde Toulouse’daki Airbus boya atölyesinde Corentin’in işe iadesi talebiyle spontane bir grev patlak verdi. İşçiler, ertesi gün de greve devam ederken ve hafta sonları çalışan ekip genel bir toplantı yaparak neredeyse oy birliğiyle greve devam kararı aldı. CGT’ye göre Airbus Toulouse’un çeşitli boya odalarında çalışan 170 boyacının yüzde 80’inden fazlası geçtiğimiz perşembe gününden bu yana grevde. “Boya atölyesi durmuş durumda, çıkması gereken uçaklar çıkmıyor ve grev kitlesel olarak takip ediliyor. Bu pazartesi günü, greve pek katılımın olmadığı boya odalarından birinde, meslektaşlarımız nihayet toplu olarak greve katıldılar. Bugün grevin beşinci günü ve şimdiye kadarki en geniş katılımlı grev oldu, ve sayı giderek artıyor” diyor Sendikacı Bruno Galaud.

Grevin büyüklüğü karşısında yönetim çeşitli manevralarla yükselen ivmeyi durdurmaya çalışıyor. Galoud, “İş yeri yönetimi, çalışanları grev yapmamaya ikna etmek için vardiya başlangıçlarına çağırıyor ve Corentin’in disiplin sicili olduğu bilgisini yayıyor, oysa bu tamamen gerçek dışı” diye vurguluyor. Ayrıca, havacılık devinin yönetimi bir basın açıklaması yaparak, Corentin’in “Airbus’ta yürürlükte olan güvenlik kurallarına uymayı kasıtlı olarak reddettiğini” belirtti. Bruno Galaud “İnsanları, işçilerin savunmasız olduğuna inandırmak için bir dezenformasyon kampanyası” başlatıldığını söylerek, “Üstleri Corentin’e emniyet kemerini takmayı unuttuğunu söylediğinde, Corentin hemen kemerini takıyor. Oysa, yönetim kasıtlı bir redden bahsederken yalan söylüyor”.

İş güvenliği konusundaki bu baskıcı yönetim, üretim oranlarındaki keskin artışla el ele gidiyor. Aslında, Airbus yakında hedeflediği 8 bin uçak siparişiyle tarihi eşiğe ulaşacak. Corentin örneğinde görüldüğü gibi, daha hızlı üretim baskısını çalışanlar kendi üzerlerinde de hissediyor. CGT, Airbus’ın yaptığı basın açıklamasını kınayarak, “Onun hatası mı? Yönetiminin talebi üzerine fazla mesai yapmayı kabul etti: 2’si bir haftalık gece vardiyası olmak üzere arka arkaya 5 cumartesi çalıştı. Başka bir deyişle, pazar akşamı gece yarısı başlayan ve cumartesi günü sabah 11’de sona eren bir hafta. Eğer 4. cumartesi sabah 5’te Corentin bir an için emniyet kemeri takmayı unutursa, bunun nedeni bu çalışma saatleri ve fazla mesainin biriktirdiği yorgunluktur” dedi.

Dolayısıyla Airbus yönetimi, iş temposuyla başa çıkmak için büyük ölçekte işe alım yapmak yerine, iş temposunun baskısını mevcut çalışanlarına yüklüyor. Yönetim, iş yerindeki tehlikenin gerçek nedenlerini göz önünde bulundurmak yerine, iş güvenliğini disiplini sağlamak için kullanıyor. CGT’nin de basın açıklamasında özetlendiği üzere, “Hiçbir çalışan iş yerinde kendini gönüllü olarak tehlikeye atmaz. Kazaların nedeni her zaman çalışma koşulları, iş yükü, uygulanan baskı, çalışma temposu, kusurlu ekipman veya uygun olmayan güvenlik önlemleridir.”

İşçilerin başlattıkları grevle eşi benzeri görülmemiş bir güç gösterisine girdiği bir dönemde, yönetim de mevcut yükselen ivmeyi kırmak için manevralarını artırıyor. Bu durumda yönetimin geri adım atmasını sağlamak için grevi havacılık devinin diğer sektörlerine de yaymak bir zorunluluk haline geldi. Hareketi genişleterek, yalnızca Corentin’in işe iadesini değil, aynı zamanda iş temposuyla başa çıkmak için yeni işe alımlar ve baskının son bulduğu daha iyi çalışma koşulları gibi talepleri de elde etmek mümkün olacaktır. Bunu başarmak da genel toplantılarda grevcilerin öz-örgütlenmesini geliştirmek ve onların karar alıcı-örgütleyici bir konuma gelmesi ile olacaktır.

Çeviren: Eren Can

ÖNCEKİ HABER

Ne para ne tercih, mecburiyetten gidiyorlar

SONRAKİ HABER

EMEP Çankaya ilçe örgütü kongresini gerçekleştirdi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa