Türk-İş’in 24. Olağan Genel Kurulu öncesi deri işçileriyle konuştuk: Cılız bir ‘Kırmızı çizgimizdir’den ötesi lazım
Türk-İş, 24. Olağan Genel Kurula giderken görüştüğümüz deri işçileri, "Ciddi bir tepki ve örgütlenme kurmalı. Bu hayatın zorluğunu, tüm ceremesini biz çekiyoruz, yeter" diyor.
Fotoğraf: Eren Ergine/Evrensel
Hilal TOK
İstanbul
“Kıdem tazminatımız sürekli tehdit altında. ‘Kırmızı çizgimiz’ diyen Türk-İş bunu demekten başka ne yapıyor?”
Türk-İş, 24. Olağan Genel Kurula giderken bu soruyu soran Tuzla’da DERİTEKS üyesi bir deri işçisi tepkisini şöyle sürdürüyor: “Kıdem tazminatımız son dayanağımız, cılız bir ‘Kırmızı çizgimizdir’ sözünden öteye geçemiyor Türkiye’nin en büyük konfederasyonu.”
Türk-İş’e bağlı DERİTEKS, deri işçilerinin üyesi olduğu ancak son dönemde yüzde 1 örgütlenme barajı altında kalan bir sendika. Baraj altında kalması nedeniyle iş yerlerinde toplu sözleşme yetkisi alamıyor ve bu engel, hem TİS masasında hem de sendikalaşma mücadelesinde DERİTEKS’in ve deri işçilerinin karşısına çıkıyor. Konfederasyonları Türk-İş’in bu engellere karşı “pasif kaldığı”nı söyleyen deri işçileri, bugün kıdem haklarının gasbedilme tehdidine karşı da Türk-İş’in tutumunu eleştiriyor.
"UYANIŞ OLSUN İSTEMİYORLAR"
Tuzla Deri Sanayi’de görüştüğümüz iki deri işçisi geçmişte hak mücadeleleri içerisinde yer almış. Biri Birleşik Metal-İş’in örgütlü olduğu Mata’da ek zam talebi ve insanca çalışma koşulları için mücadele etmiş olan bir işçi, diğeri ise DERİTEKS’in örgütlü olduğu, patronunun “Haklarınızı vermiyorum” deyip de kapısına kilit vurduğu ETF işçisi. Şimdi iki eski direnişçi işçi aynı deri fabrikasında yan yana çalışıyor.
Eski ETF işçisi, uzun süredir DERİTEKS üyesi. Yetki sorunu ve bu soruna karşı Türk-İş’in tutumunu değerlendirerek başlıyor sözlerine: “Bu yetki sorununa karşı Türk-İş’in bir adımı olmadı, olmayacak gibi de görünüyor. Sendikal hareketin önünde baraj sorunu büyük bir engel. Ancak Türk-İş en büyük konfederasyon olmasına karşın bir mücadele yürütmedi bu konuda. Türk-İş, hükümetle, bakanlıklarla rahatça görüşebiliyor, ama bunu görüştü mü? Bunu yapmasa bile, üyelerini, sendikalarını harekete geçirip barajların kaldırılması için eylem kararı alabilirdi. Bence bu konuda harekete geçmemeyi tercih ediyor. Sınıftan yana sendikaların üye sayısı çok az, baraj sorunu kaldırılsa bu mücadeleci sendikaların önü açılacak. Belki deTürk-iş bir uyanış olmasın, sınıftan yana sendikalar olmasın, düzenden yana sendikacılık devam etsin diye baraj sorununa karşı mücadele etmiyor. Yasal düzenleme ile güvence altına alınmış olan sendikal mücadele önündeki engeller işverenlere sunulmuş bir lütuf.”
Türk-İş’in mevcut haliyle işçilerin yanında olmadığını, 80 günden fazla süren ETF direnişi sırasında da yalnız bırakıldıklarını anlatan işçi, “Birkaç kere göstermelik gıda yardımı dışında bir şey yapmadı. Bölge sorumlusu gelip ‘Türk İş bütün imkanlarıyla yanınızda’ demesine rağmen yanımızda olmadı” dedi.
"TÜM CEREMESİNİ BİZ ÇEKİYORUZ, YETER"
İşçilerin haklarının yasa maddeleriyle tırpanlandığını söyleyen eski ETF işçisi, ara buluculuk sistemine karşı da konfederasyonunun tutumunu eleştirdi: “ETF direnişinde karşımıza çıkan bir şey; ara buluculuk sistemi. Niye var böyle bir sistem. Düşünün benim bir hakkım var, hakkımı alabilmek için ara bulucu ile görüşüyorum, bir ay sürüyor, işverenin avukatıyla görüşüyorsunuz, devletin avukatıyla bir ay daha kaybediyorsunuz. Bu kimin işine geliyor, bize zaman kaybettirip bu süreçte yıldıran patronun işine geliyor. Buna karşı Türk-İş ne yapıyor? Hiçbir şey!”
Aynı işçi, şimdi yeniden göz dikilen kıdem tazminatı hakları için de çok cılız bir ses çıktığını söyledi: “Türk-İş’ten duyduğumuz tek şey ‘Kıdem tazminatı kırmızı çizgimizdir’ sözü. Yıllardır hükümet kıdem tazminatlarımızı kaldırmanın yolunu arıyor. Kıdemimiz sürekli tehdit altında. ‘Kırmızı çizgimiz’ diyen Türk-İş bunu demekten başka ne yapıyor? Kıdem tazminatımız son dayanağımız, cılız bir ‘Kırmızı çizgimizdir’ sözünden öteye geçemiyor Türkiye’nin en büyük konfederasyonu. Tam tersi buna karşı ciddi bir tepki ortaya konulmalı ki, devlet artık bu hakkımıza göz bile dikemesin. Sendikalaşma karşısında, işçilerin grev yapması karşısında cumhurbaşkanlığı kararı, yasalar çıkarıyorlar. İşçi sessiz kaldıkça daha çok sindirileceğini biliyor, ama sessiz kalmak istemediğinde de karşısına yasalar, yasaklar çıkıyor. Türk-İş bu yasakların, yasaların karşısında da bir mücadele yürütmüyor. Hal böyleyken biz hakkımızı nasıl alacağız?”
Hükümetin, devletin ve patronların işçileri kuşattığını vurgulayan işçi, “Madem Türk-İş kongreye gidiyor, yönetmeye aday kadrolar bunu da somut planlar doğrultusunda gündem etsin. Ciddi bir tepki ve örgütlenme kurmalı. Bu hayatın zorluğunu, tüm ceremesini biz çekiyoruz, yeter” çağrısını yaptı.
"İŞÇİNİN ÖNÜNDEKİ EN BÜYÜK ENGEL SENDİKAL BÜROKRASİ"
Deri işçilerinin düşük ücretlere mahkum edildiğini, konfederasyon tarafından deri işçilerinin yaşam ve çalışma şartlarının görülmediğini, seslerinin duyulmadığını söyleyen eski ETF direnişçisi, çözüm için genel grev örgütlenmesi gerektiğini dile getirdi: “Devlet vergileri artırdı, işçinin sırtında vergi küfesi doldukça doldu. Açlık sınırındayız. Türk-İş bunun karşısında çaba gösterebilir, en azından bu zamlara yönelik tepki eylemi koyabilir. Aldığımız ücretlerden kesilen kademeli vergi sistemine karşı somut tepkiler örgütleyebilir. Senenin ilk ayı aldığım maaş nerede, yıl sonunda aldığım nerede? Bana sorarsan, vergi sisteminde kademeli sistem kaldırılıp yüzde 10’da sabitlenmeli. Türk-İş buna dair bir talep bile ortaya koymuyor. İşçiler bu kadar sıkıntı yaşıyorken, sendikacılar, Türk-İş neden genel bir grevi örgütlemiyor? Güçlü bir eylemlilik kararıyla neden hükümete geri adım atamıyorlar, sendikalar da işçiler de pasif bu konuda ne yazık ki. İşçiler mücadele gücünü kendinde görmüyor, tartışmıyor. Bizim topyekün dil din ırk ayrımı yapmadan işçilerin tepkisini birleştirecek, işçilerin kendisinde o gücü bulmasını sağlayacak, bunu örgütleyecek bir cesarete ihtiyacımız var. Bu kadar kötü koşullarda biz çırpınıyorken farklı bir sendikal anlayış olsaydı çıkıp konfederasyonlar birleşip bir ortak karar alabilir; il il, ilçe ilçe eylem kararı alabilir, baskı kurabilirdi. Biz taleplerimizi dayatacağız, teşvik verdiği şirketlere ‘Tamam bitti’ deyip, onlardan vergiyi alıp işçilerin üzerindeki vergi yükünü hafifletmek zorunda kalacak. Bunu işçi diyecek, sendikaları harekete geçirecek. Benim tek sermayem emek gücüm, emeğimin karşılığında da yaşamak istiyorum. Ücretsiz eğitim, ücretsiz sağlık istiyorum. Sendikalarımızın, konfederasyonlarımızın da bunun için mücadele yürütmesini istiyorum.”
Sendikalı işçinin karşısındaki en büyük sorunlardan birinin de sendikal bürokrasi olduğunu söyleyen deri işçisi, “Hükümet yetkilileri ile iç içe geçmiş bir sendikal anlayış var. Biz işçilerin içinde, işçilerin öz örgütü olan sendikal mücadele istiyorken, tam tersine masa başında iş çözen sendikalara işi bırakmış durumdayız. Ne yapıyorlar? Hükümetin istediği ücretleri kabul ediyorlar, TİS’lerde de ‘Başımız ağrımadan işi çözelim’ diye bakıyorlar. ‘Biz zaten aidatımızı alıyoruz’ rahatlığı var. Haa, şeffaf da olunmalı, sendikacılar ne ücret alıyor bilmiyoruz. Özetle, ‘Başımız ağrımasın sendikacılığı’, işçilerin de hak gasplarına karşı bir refleks halinde olmasının önüne geçiyor. Konfederasyonlardan şubelere kadar bir çıkar ilişkisi var. Sınıf odaklı bir bakış olmayınca, kişi sadece ‘Ben başkan olacağım’ diye bakıyor. Her gelen başkan kendi kadrolarıyla işe devam etmek istiyor. Bir hegemonya kuruyorlar. Ergün Atalay yıllardır neden gitmiyor mesela? İşçiyi temsil edecek, işçinin yanında olan biri neden bu başkanlık koltuğuna oturmuyor? Neden bir işçi ‘Ben de adayım’ diyemiyor. Burada bir güç dengesi var. Demokratik bir işleyiş yok. İşçi hesap sormazsa, sendikaları kendi hallerine bırakırsak bu keyfiyetle hareketlerini devam ettirecekler. Sendikaları biz işçiler tetikleyebiliriz. Sendikaların öznesi olan biz işçiler harekete geçersek, sendikaları da geliştirebiliriz” diye konuştu.
İŞÇİLERDEKİ KABULLENME ANLAYIŞI DEĞİŞMELİ
Eski Mata işçisi ise şunları dile getirdi: “Daha önce 9 yıla yakın Mata’da çalıştım. Orası da Birleşik Metal-İş’e ve DİSK’e bağlıydı. Sadece Türk-İş değil; son yıllarda artan pahalılığa, sömürüye karşı diğer sendikalar ve konfederasyonlarda da ciddi bir hareket yok. Burada işçilere öncülük etmesi gereken sendikalardır, konfederasyonlardır. Bunlar yan yana gelmeli, öncülük etmeli. DİSK’in birkaç eylemi oldu ama katılım zayıftı. İnsanlar sanki her şeyi kabullenmiş gibi. Bu değişmeli. Böyle nereye kadar gidecek? Gelirimizle giderimiz arasındaki makas farkı her geçen gün daha da artıyor. İnsanlar yetişemez hale geldi. Bu durumun değişmesi için sendikalar bir hareket, örgütlenme kurmalı. Bir genel grev kararı almalı. İşçi de arkasında sendikalarının olduğunu bilmeli, güvenmeli. İşçi eylemlerinde sendika konfederasyonlarının, hele ki Türk-İş gibi büyük bir konfederasyonun seyirci kalması yakışmıyor. Bağlı olduğumuz sendikaların biz işçileri harekete geçirmesi lazım, sendikalar bu şekilde kaldığı sürece işçi sesini de çıkaramıyor.”