20 Kasım 2023 04:30

Filistin gündemi Arap basınında: Liderlerin suskunluğu İsrail’i cesaretlendiriyor

Arap basınındaki birçok yorumda Arap ülkelerinin katliam karşısında sessiz kalması ya da alt perdeden bir karşı duruş sergilemesine dikkat çekildi.

Fotoğraf: Mustafa Kamacı/AA

Paylaş

Yusuf ERTAŞ

Arap basınının ana gündemi İsrail’in Gazze halkına yönelik 45 gündür devam eden saldırıları oldu. Arap ülkelerinin katliam karşısında sessiz kalması ya da alt perdeden bir karşı duruş sergilemesine dikkat çekildi. Başlangıçta İsrail’e açık destek veren Batılı ülke liderlerinin dünyada gelişen protesto eylemlerinin baskısı altında tutum değiştirmek zorunda kaldığının da altı çizildi.

Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da 11 Kasım’da toplanan Arap ve İslam zirvesini eleştiren Rai al Youm’un Filistinli Başyazarı Abdulbari Atwan “İsrail’in Gazze’deki imha savaşının başlamasından sadece 36 gün sonra cumartesi günü Riyad’da ‘acil’ bir ortak oturumda bir araya gelen Arap ve İslam liderleri, savaşı durdurmadı, herhangi bir geçit açmadı veya tek bir çocuğun hayatını kurtarmadı. Onlar kendi halklarını veya genel olarak insanlığı temsil etmiyorlar” diye yazdı.

GÖSTERİLER LİDERLERİN TUTUMUNU DEĞİŞTİRDİ

Mısırlı Gazeteci Abdel Latif Al Menavi  de Al Masri al Youm  gazetesindeki köşesinde kaleme aldığı yazısında, Gazze’deki savaşın, İsrail tarafına güçlü uluslararası koruma ve sınırsız destek ile başladığına dikkat çekerek “Art arda gerçekleşen saldırılar, çok sayıda toplu mezar, Gazze Şeridi’nin kuzeyinden güneyine doğru yapılan göçün manzaraları, hastanelerin bombalanması ve İsrail’in Gazze’ye uyguladığı boğucu kuşatma sonucu şehit olan çocuk ve bebeklerin fotoğrafları dünyanın ses tonunu değiştirdi. Filistin’i destekleyen gösteriler, liderlerinin başlangıçta Tel Aviv’deki otoriteyi destekleyen bir pozisyon aldığı ülkelerin sokaklarında ve başkentlerinde yaygın bir olay haline geldi. Londra, Melbourne, Stockholm, Washington ve birçok dünya başkentinin sokaklarında gösteriler gerçekleştirildi ve bu ülkelerin sokakları ile kafası karışan liderleri arasında ciddi bir bölünme durumu oluştu” diye yazdı.

An Naharar Yazarı Amr Faruk ise İsrail saldırganlığının Filistin’de dinci gruplarının etkisini artırdığına değindiği bir yazı yazarak şu ifadeleri kullandı: “Çocukların ve gençlerin maruz kaldığı sahnelerin ve trajedilerin boyutu, onları bir saldırganlık döngüsü içinde bir arada yaşamaya ve Filistin davasında uzun süredir ticaret yapan şiddet yanlısı aşırı grupların dini söylemlerine kolayca yem olacakları bir duruma doğru sürüklüyor. Filistin davasına bağlılık, İslami kutsallıkları savunma iddiaları çerçevesinde kökten dinci örgütler tarafından genç kuşak kitleler arasında entelektüel kutuplaşma ve örgütsel eleman toplama süreçlerine güçlü bir girdi olarak değerlendiriliyor.”

YARGI KURUMLARININ SAVAŞI ARAP BASININDA

Öte yandan Arap basınında Türkiye’deki gelişmeler de gündem olmaya devam ediyor. Türkiye’yi yakından takip eden Lübnanlı Yazar ve Akademisyen Muhammed Nureddin, Birleşik Arap Emirlikleri merkezli al Halic gazetesinde kaleme aldığı yazısında, Anayasa Mahkemesinin, tutuklu Türkiye İşçi Partisi Temsilcisi Can Atalay’ın serbest bırakılmasına yönelik bağlayıcı kararının Yargıtay tarafından bozulmasını ve Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunmasını yargı kurumlarının savaşı olarak değerlendirdi.


DÜNYA LİDERLERİNİN KAFASI KARIŞIK VE BASKI ALTINDA

Abdel Latif Al MENAVİ
Al Masri al Youm

Gazze’deki savaş, İsrail tarafına güçlü uluslararası koruma sınırsız destek ile başladı. Bunun gerekçesi, tüm bu ülke ve kurumların Tel Aviv’in kendisini Filistin tehdidine karşı koruduğuna inanmasıydı; bu, İzzeddin el Kassam Tugayları’nın İsrail yerleşimlerine saldırıları ve 1000’den fazla askeri öldürmedeki başarısıyla da açıkça görülüyor.

Dünyanın pek çok ülkesinin savaşın başlangıcındaki pozisyonlarını temel aldığı önermelerden biri, Hamas örgütü tarafından esir alınan vatandaşlarının olmasıydı.

Ancak günler geçtikçe bu inanç azaldı ve İsrail ordusunun yaptığı katliamlar karşısında önermelerin mantığı zayıfladı. Bu ülkelerin liderlerinin, uysal ve istismarcı bir kuzu olarak resmettikleri İsrail’e dair oluşturdukları pembe imaj tamamen ortadan kalktı, intikam ve bombalamada vahşet, Filistinli çocuklara ve yaşlılara karşı barbarlık ortaya çıktı.

Art arda gerçekleşen saldırılar, çok sayıda toplu mezar, Gazze Şeridi’nin kuzeyinden güneyine doğru yapılan göç manzaraları, hastanelerin bombalanması ve İsrail’in Gazze’ye uyguladığı boğucu kuşatma sonucu şehit olan çocuk ve bebeklerin fotoğrafları dünyanın ses tonunu değiştirdi. Filistin’i destekleyen gösteriler, liderlerinin başlangıçta Tel Aviv’deki otoriteyi destekleyen bir pozisyon aldığı ülkelerin sokaklarında ve başkentlerinde yaygın bir olay haline geldi.

Londra, Melbourne, Stockholm, Washington ve birçok dünya başkentinin sokaklarında gösteriler gerçekleştirildi ve bu ülkelerin sokakları ile kafası karışan liderleri arasında ciddi bir bölünme durumu oluştu. Meşru müdafaa olarak İsrail vahşetine sonuna kadar destek mi verecek, böylece içeride popülerliğini kaybedip sokaktaki bölünmeyi artıracak, tüm tahtını tehdit mi edecek? Yoksa yetkililer her gün yaşanan cinayet sahnelerine kızarak sokaktan mı yana davranacak ve İsrail’in dostluğunu kaybedecek?


GAZZE DİRENİŞİ TÜM BÖLGENİN HARİTASINI YENİDEN ÇİZECEK

Abdulbari ATWAN
Rai Al Youm

İsrail’in Gazze’deki imha savaşının başlamasından sadece 36 gün sonra cumartesi günü Riyad’da ‘acil’ bir ortak oturumda bir araya gelen Arap ve İslam liderleri, savaşı durdurmadı, herhangi bir geçit açmadı veya tek bir çocuğun hayatını kurtarmadı. Onlar kendi halklarını veya genel olarak insanlığı temsil etmiyorlar.

Arap ve İslam dünyası halkları adına konuşan, bu ülkelerin geleceğini belirleyecek ve fedakarlıklarıyla bölgenin siyasi haritasını adalete dayalı yeni çizgilerle yeniden çizecek olanlar, saldırıya direnen cesur savaşçılardır.

Doktorların çocukları karanlıkta anestezi olmadan ameliyat etmek zorunda kaldığı hastaneler, televizyondan canlı olarak bombalanırken, yaklaşık iki milyar insanı temsil eden 55 kadar ülkenin ordularının ve onların ağır madalyalı generallerinin seyirci kalması büyük bir utançtır.

Gazze’nin kararlılığı şaşırtıcıydı. İnsanlar direniş etrafında benzeri görülmemiş bir düzeyde birleşiyor ve birçoğu zafere ulaşmak ve saldırıyı ve onunla birlikte Filistin’deki tüm siyonist projeyi engellemek için fedakarlık yapmaya ve hatta ölmeye hazır.

Riyad’da toplanan liderler, Gazze’deki Şifa Hastanesi Müdürü Dr. Mahmud Ebu Salmiya’nın sözlerini duymamış gibi görünüyor; binalar, hastalar ve güvenlik için yerleşkesinde toplanan binlerce insan İsrail füzeleri tarafından bombalanıyor: “Cesetler birikiyor. Onları hastaneye gömmeye çalışacağız ama hastane İsrail ordusu tarafından sürekli bombalanıyor. Ölüme saatler kaldı ve dünya izliyor. Biz sadece rakamlardan ibaret değiliz.”

Batılı hükümetler Gazze’de birkaç hafta içinde yaklaşık 5 bin çocuğun öldürülmesine yanıt olarak kıllarını bile kıpırdatmadı. Bunun nedeni, katilin İsrail olması, insan haklarına bağlılıklarını sürekli sergileyen ABD ve Avrupa hükümetleri tarafından desteklenmesi ve kurbanların çoğunlukla İslam inancına sahip Arap çocuklar olmasıdır. Onları temsil ettiğini iddia edenlerin çoğu, Joe Biden ve Antony Blinken tarafından koyun gibi güdülen ve ne söylenip ne yapılacağı konusunda talimat verilen ABD’nin yardakçıları.

‘İKİNCİ NAKBA’ VE YENİ AŞIRILIKÇILARIN YARATILIŞI

Amr FARUK
an Naharar

Gazze Şeridi’nin 7 Ekim’den bu yana maruz kaldığı insani felaket ve korkunç katliamlar, genç nesillere getirdiği son derece karmaşık psikolojik ve insani baskılar nedeniyle siyasi ve dini sahnede bir dönüm noktasını temsil ediyor.

Silahlı direniş Filistin topraklarının özgürleştirilmesi adına meşru bir haktır ve buna kimse itiraz edemez. Aynı şekilde, İsrail işgalcisinin işlediği suçlar ve devam eden yerinden etme ve kasıtlı tasfiye projeleri karşısında, çatışma siyasi müzakerelerin sınırlarında duramaz.

Arap sokakları, diplomatik çabalarla engellenemeyen İsrail ordusunun tıbbi yapıları ve tesisleri kasıtlı olarak yok etmesi karşısında son derece sert duygularla dolu, çaresizlik ve hayal kırıklığı içinde. Ancak anlık duygulara dayalı kararlarla, kamu yararını dikkate alan, çatışmaların yayılmasını önleyen, bölgeyi bölgesel bir savaşa girmekten uzaklaştıran siyasi kararlar arasında farklar vardır.

Çocukların ve gençlerin maruz kaldığı sahnelerin ve trajedilerin boyutu, onları bir saldırganlık döngüsü içinde bir arada yaşamaya ve Filistin davasında uzun süredir ticaret yapan şiddet yanlısı aşırı grupların dini söylemlerine kolayca yem olacakları bir duruma doğru sürüklüyor. Filistin davasına bağlılık, İslami kutsallıkları savunma iddiaları çerçevesinde kökten dinci örgütler tarafından genç kuşak kitleler arasında entelektüel kutuplaşma ve örgütsel eleman toplama süreçlerine güçlü bir girdi olarak değerlendiriliyor.

İslamcı örgütlerin artan faaliyetlerini bölgesel ve küresel olaylar sahnesinden ayırmanın zorluğu ışığında, ikinci “Nakba” bütünüyle yeni bir aşırılık yanlısı neslin yaratılmasının başlangıcını temsil edecek. Ancak ne “Müslüman Kardeşler” gruplarının ya da Arap bölgesinin derinliklerindeki “siyasi İslam” hareketlerinin siyasi yayılımını arttırmaya, ne “el Kaide” örgütünü canlandırmaya, ne de IŞİD” örgütünün geri dönüşüne yarayacaktır.

Yaklaşan veya beklenen şiddet dalgaları arasında siyasi ve entelektüel düzeyde amaçlarına ulaşmada farklı referanslara sahip, modern teknolojiye güvenerek “gerilla savaşı” sanatına dayalı görevlerini yerine getiren nesiller yer alıyor. Bu aynı zamanda silahlı cihadın kaçınılmazlığı, kökten dinci enternasyonalizm, halifelik şemsiyesi ve örgütsel ve gizli çalışma gibi ilk şiddet ve kefaret hediyesi olarak ortaya koyduğu birikmiş mirasla da “ideolojik olarak” tutarlıdır. Kelime dağarcığı İslamcı grupların literatüründe formüle edilen, “Arzu edilen zafer” kuşağını yaratmak olarak bilinen şeye doğru ilerlemek.

Yeni aşırılıkçılar, hareketlerinde ve silahlı eylemlerinde, “yalnız kurtlar” veya “timsah hücreleri” metodolojisine uygun olarak geleneksel düzenleyici çerçeveden uzakta, mümkün olan en düşük maliyetle veya “düşük maliyetli cihat” olarak bilinen yöntemle en fazla miktarda kaybı elde etmek için “gerilla saldırıları” veya “yıldırım” stratejisini benimseyecekler.

Gerçekçi ve pratik olarak siyasal İslam akımları ve İslamcı gruplar Filistin meselesinde ticaret yapmış ve bundan maddi, siyasi ve örgütsel kazançlar elde etmişlerdir. Filistin meselesi onlara Arap bölgesinin derinliklerinde var olma fırsatı verdi ve geçtiğimiz yıllardaki düşüşün ardından kendisini yeniden ortaya koyma çabasıyla güncel olaylardan yararlanarak hâlâ bu sorunu maniple etmeye devam ediyor.

Çoğu durumda “Selefi hareketler”, silahlı cihatçı eylem alanına geçişte bir ara halkayı temsil ederek entelektüel düzeyde oynadıkları ön rol nedeniyle “yeni aşırılıkçılar yaratmada” aktif bir rol oynayacaktır.

Sonunda kaçılması mümkün olmayan gerçek şu ki, İsrail’in Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa ülkeleri tarafından desteklenen Filistin halkına yönelik katliamları, Batı’nın bölgedeki yatırımlarını ve çıkarlarını hedef almaya çalışacak yüzlerce “yeni aşırılıkçı” üretme kapasitesine sahiptir. Terörle mücadele, terör kaynaklarının kurutulması ve terörün yayılması karşısında İsrail devletinin korunması iddiasıyla Arap içlerine daha fazla yabancı müdahale fırsatı yaratılıyor.


TÜRKİYE... YARGI KURUMLARININ SAVAŞI

Muhammed NUREDDİN
al Halic

Yirmi yılı aşkın süredir Adalet ve Kalkınma Partisi dönemi, mevcut sisteme karşı çoklu “darbeler” sayılabilecek olaylara sahne oldu. Bu darbelerden ilki, cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi çağrısıydı.

Nisan 2007 sonunda Dışişleri Bakanı Abdullah Gül cumhurbaşkanlığına aday oldu. Türk ordu komutanlığı, o dönemde Gül’ün, eşinin başörtüsü takması nedeniyle göreve aday olamayacağını değerlendirmişti; bu durum, ordu komutanlığına göre devletin laik ilkelerine aykırıydı.

Muhalefetteki Cumhuriyet Halk Partisi, cumhurbaşkanını seçmek için meclisin tüm oturumlarında gerekli yeter sayının oy sayısının üçte ikisi yani 450 milletvekilinin 367’si olması yönünde ilk kez Anayasa Mahkemesine dava açtı.

Cumhurbaşkanının Mecliste oylamayla seçilmesi ve Adalet ve Kalkınma Partisi ile onu destekleyen diğer temsilcilerin üçte iki çoğunluğa sahip olmaması nedeniyle, Cumhurbaşkanı Ahmed Necdet Sezer yeni bir seçime kadar görevini sürdürdü. Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan da partinin ve destekçilerinin üçte iki çoğunluk elde edeceğini umarak aynı yılın temmuz ayında erken parlamento seçimleri yapılması yönünde çağrıda bulundu. Bu seçimlerde Adalet ve Kalkınma Partisi büyük çoğunluğu kazandı ancak üçte ikilik sayıya ulaşamadı. Asıl sürpriz Devlet Bahçeli liderliğindeki Milliyetçi Hareket Partisinin cumhurbaşkanlığı seçimine katılmaya ve üçte iki çoğunluğu elde etmeye ikna edilmesi oldu. Böylece Abdullah Gül, 28 Ağustos 2007’de cumhurbaşkanı seçildi.

En önemli darbe, yeni parlamentonun Adalet ve Kalkınma Partisinin girişimiyle cumhurbaşkanının doğrudan halktan seçilmesi konusunu 31 Ekim 2007’de yapılan halk oylamasına sunmasıdır.

Referandum başarılı oldu ve sistemin niteliğinde ilk radikal değişiklik oldu; askeri kurumun milletin temsilcileri üzerindeki etkisi ortadan kalktı.

Üçüncü önemli darbe, 2016’daki başarısız darbe girişiminin ardından ordunun subay yetiştiren askeri okullarının kapatılmasıydı.

Ordu liderliğinin Adalet ve Kalkınma Partisine sadık kalması için artık bu görevi yürüten ve sadece güvenilenlerin girebildiği Milli Savunma Üniversitesi kuruldu.

Sistemdeki en büyük değişiklik, 2017 yılında ülkenin parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçişine ilişkin referandumla başbakanlık makamının kaldırılarak tüm yetkilerin cumhurbaşkanına verilmesiyle yaşandı. Ertesi yıl bu anayasa değişikliklerinin hayata geçirilmesi için erken parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimleri yapıldı, Erdoğan ve partisi kazandı ve ülke artık gerçek başkanlık sistemine geçti.

Birkaç gün önce ise Anayasa Mahkemesi, tutuklu sol görüşlü Türkiye İşçi Partisi Temsilcisi Can Atalay’ın serbest bırakılmasına yönelik bağlayıcı bir karar yayımladı. Yasalar, parlamento seçimlerini kazanması halinde tutuklunun serbest bırakılmasını gerektiriyor. Bunun birden fazla örneği var.

Ancak Atalay’ın 14 Mayıs’taki adaylığı ve milletvekili zaferi onun serbest bırakılmasını sağlamadı ve bu da partisinin Anayasa Mahkemesine başvuru yapmasına yol açtı. Mahkeme birkaç gün önce açık çoğunlukla Atalay’ın tahliyesine karar vermişti. Ancak Yargıtay, Anayasa Mahkemesinin kararını bozdu, hatta Atalay’ın tahliye kararına destek veren Anayasa Mahkemesi yargıçlarının soruşturulması için talepte bulundu.

ÖNCEKİ HABER

Öğrencilerin paylaşımı üzerine Samsun KYK yurdundaki yemeklere dair soruşturma başlatıldı

SONRAKİ HABER

BBC: Ukrayna'da 20 bin erkek askere alınmamak için ülkeden kaçtı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa