Erdoğan'ın "yüzde 50+1" çıkışı | Çelişkili açıklamalar bir anlaşmazlığın yansıması
AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın "yüzde 50+1" koşulunun değiştirilmesine yönelik açıklamasını siyaset bilimciler Dinçer Demirkent ve Derya Kömürcü ile konuştuk.
Fotoğraf: Murat Çetinmühürdar/TCCB
Şerif KARATAŞ
İstanbul
Yeni anayasa için bir süredir çağrılar yapan AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 2017 yılında mühürsüz oylar geçerli sayılarak yapılan anayasa değişikliği ile getirilen "yüzde 50+1"i tartışmaya açtı. Cumhurbaşkanı seçim sisteminde yer alan “yüzde 50 +1” formülünden yakındı ve “Oyların çoğunluğunu alan” adayın seçilmesi gerektiğini öne sürdü. Erdoğan’ın “yüzde 50+1” çıkışını siyaset bilimciler Dinçer Demirkent ve Derya Kömürcü ile konuştuk.
"BİRÇOK MESELE YÜZDE 50+1 FORMÜLÜNÜ MECBURİ KILIYOR"
16 Nisan 2017 referandumunu hatırlatan Dinçer Demirkent, “Kanunu göre cumhurbaşkanlığı seçimi iki turlu. Ya ilk turda salt çoğunluğun oyu (yüzde 50+1) ya da ikinci tura kalan en yüksek oy almış iki adaydan en çok oyu alan cumhurbaşkanı seçilir” dedi.
Bununla amaçlanana dair de Demirkent, “Hem yürütme yetki ve görevini üzerine almış hem de devleti temsil etme görevleri olan cumhurbaşkanının sıradan bir çoğunlukla seçilmesi yerine, belirli bir uzlaşıya dayanması gereği” olarak açıkladı.
Demirkent, Türkiye bakımından, asıl olarak, sağ bir çoğunluğun diri ve iktidarda tutulması arzusuna dikkat çekti. Demirkent şu değerlendirmede bulundu:
“Örneğin yüzde 25’lik bir azınlığın adayının beş aday içinde birinci geldiği bir tek turlu çoğunluk sistemine göre seçilen cumhurbaşkanını düşünün. Bu kadar geniş yetkileri yürütme gücü olarak tek başına kullanacak, yargıya ilişkin atama yetkilerini kullanacak vesaire. Tabii sistem açısından bir de şöyle düşünün; TBMM’nin seçimleri yenileme yetkisi var, yüzde 25 ile seçilmiş cumhurbaşkanının bu yetkilerini kullanması için bir de görevde kalması gerek. Fakat Meclisin nitelikli çoğunluğu (360 milletvekili) seçimlerin yenilenmesi kararı aldığında cumhurbaşkanı seçimleri de yenileniyor.”
Aşırı yetkiyle donanmış bir yürütmenin, TBMM’nin nitelikli çoğunluğunu elinde tutmaması durumunda her an krize gebe bir durum olacağını işaret eden Demirkent, “Bu kriz, koalisyon krizlerinden çok daha tehlikeli. Çünkü yürütmenin elinde tuttuğu güçleri suistimal etme potansiyeli kurumlar üzerindeki gücü nedeniyle çok yüksek. Sisteme ilişkin daha birçok mesele yüzde 50+1 formülünü mecburi kılıyor” dedi.
"GASBEDİLEN PAYLARIN PAYLAŞIMINA İLİŞKİN BİR ANLAŞMAZLIK MÜMKÜN"
“Yüzde 50+1 sadece seçime ilişkin prosedür değil, kendi kurdukları sistemin merkezindeyse Erdoğan bunu neden söyledi” sorusunun yanıtı ise Demirkent'e göre şöyle:
“Bu formül temeline oturan anayasa tasarımını ortaya çıkaran akıl, cumhurbaşkanı ve TBMM’nin her zaman kurulu temsil ilişkisi içinde kalacağına, kalması gerektiğine dayanıyordu. 7 Haziran 2015 sonrası mümkün olduğu gibi HDP’ye ya da diğer sosyalist partilere yürütme içinde herhangi pay verilemezdi. Hatta yasamaya, hatta ve hatta mahalli idarelere ilişkin payların bile gasbedilmesi fikrine dayanan bu akıl, Erdoğan ve Bahçeli’de temsil edilen hareketlerin ortak aklı olarak 8 yıldır işliyor. Erdoğan ve Bahçeli’nin bu temel meseledeki çelişen açıklamalarını bu bakımdan bir pazarlığın yansıması olarak değerlendiriyorum ben. 'Ne istedin de vermedik' sözünü hemen hatırlayanlar olacaktır. Yasamadaki temsilden, mahalli idaredeki temsilden, bürokrasideki ve ekonomideki temsilden gasbedilen payların paylaşımına ilişkin bir anlaşmazlık olması mümkün bu çelişkili açıklamaların kaynağında.”
"ERDOĞAN BU FORMÜL YOKKEN DE GANİMET PAYLAŞIMLARIYLA YÖNETTİ"
Yapılan açıklamayı gelecek seçimlere ilişkin bir kaygı bağlamında düşünmediğini belirten Demirkent, “Bu formül belli düzeyde uzlaşmaları zorunlu kılıyor. Bu yalnızca iktidar ittifakı için değil muhalefet için de belirli ölçülerde zorunlu. Aslına bakarsanız 'Ne istedin de vermedik' Erdoğanizmin bu anlamda paradigması. Çünkü Erdoğan bu formül (yüzde 50+1) yokken de ittifaklarla ve ganimet paylaşımlarıyla yönetti. Şimdi de 'Ona verdik, sana da veririz'i işaret edince ağzının suyu akanlar olduğu muhakkak. Siyaseti bu tarz bir paylaşımın kavga alanı olmaktan çıkaracak bir fikir, program ve kadro hareketi olmadıkça da bu cendereden çıkmamız zaten mümkün değil” ifadelerini kullandı.
Otoriterleşen yönetim biçiminin seçim sistemine yansımasına dair bir tartışma olup olmadığı sorusuna Demirkent, “Otoriterleşen rejimlerin bir sonu var. Ya artık belli prosedürleri üzerinden atmayı mümkün görecekler ve başarırlarsa atacaklar (Anayasa falan tanımıyorum, arada halkın onayını inşa eder istediğim gibi yönetirim) ya da demokratik güçlerce değiştirilecekler. Son AYM-Yargıtay krizi ve meselenin 'milli yargı' bağlamında ele alınmasının gösterdiği gibi Türkiye koşar adım ilk sona doğru gidiyor. Fakat cumhurbaşkanının seçileceği oy oranını basit çoğunluğa düşürmek halkın onayını inşa etmenin uygun bir yolu değil. Dolayısıyla bunun doğrudan doğruya değil, dolaylı olarak hem muhalefetin hem de iktidar ittifakının inşası bağlamında seçimlere yönelik bir hamle olduğunu düşünüyorum” yanıtını verdi.
"SEÇİMLERİ GÖSTERMELİK BİR MEKANİZMAYA İNDİRGEME TEŞEBBÜSÜ"
Doç. Dr. Derya Kömürcü ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu tür açıklamalarının anlık, öfkeyle ya da heyecanla dile getirilmiş açıklamalar olmadığına dikkat çekti. “Erdoğan, hele de uçakta gazetecilere soru sordurup yanıtlıyorsa, bunu onun çok önceden olgunlaştırmaya başladığı sürecin adımlarından biri olarak görmek gerekir” diyen Kömürcü, “Erdoğan daha önce deneyip başarılı olduğu yöntemleri tekrar tekrar uygulayan ve bu anlamda öngörülmesi çok da zor olmayan bir lider” değerlendirmesinde bulundu.
Bu sistem bu haliyle devam ettiği sürece Erdoğan’ın MHP ve Bahçeli’ye bağımlılığının daha da derinleşeceğine işaret eden Kömürcü, “Bu anlamda devlet içinde MHP’nin daha da güçleneceği ve AKP içindeki huzursuzluğun büyüyeceği çok açık. Yani evet, bu konunun MHP ile AKP arasındaki gerilimle bir ilgisi mutlaka var ama onunla sınırlı değil” ifadesini kullandı.
Gezi davası kararları, Can Atalay’ın milletvekili seçilmesine rağmen tahliye edilmemesi, sonrasındaki Yargıtay 3. Ceza Dairesi kararı ile bir bütün olarak Türkiye’nin fiilen daha da otoriterleşen bir yönetim biçimine geçtiğine vurgu yapan Kömürcü, şöyle devam etti:
“Yeni anayasa tartışmasının bu fiili durumun hukuki çatısını oluşturmak için gündeme getirildiğini gösteriyor. Dolayısıyla 50+1’den vazgeçmek 'demokrasi'si 5 yılda bir oy vermeye indirgenmiş bir ülkede vatandaşlara 'Benim tek adam yönetimimde artık sizin oyunuz daha az değerli olacak' demekten başka bir şey değil.”
"TEK ADAM REJİMİNİ MUTLAKLAŞTIRMA TEŞEBBÜSÜDÜR"
Erdoğan’ın, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından sadece AKP’nin değil devlet içindeki güç odaklarını da kapsayan yeni bir koalisyonun lideri olarak ortaya çıktığına da dikkat çeken Kömürcü, şöyle devam etti:
“Bu koalisyon içinde Erdoğan’ın üstlendiği sorumluluk söz konusu yeni iktidara kitle desteğini sağlamaktı, sağladı da. Seçimler, referandumlar kazandı. Şimdi gelinen noktada Erdoğan, 'Ben artık yüzde 50’yi garanti edemiyorum' diyorsa söz konusu koalisyonun buna nasıl yanıt vereceğini görmek için Bahçeli’nin konuşmasını beklemek gerekecek. Erdoğan ya da onun işaret edeceği bir ismin gerekli çoğunluğu devlet aygıtının tüm desteğine rağmen artık elde edemeyeceğinin ortaya çıktığı bir tabloda, bu değişiklik teklifi, seçimleri göstermelik bir mekanizmaya indirgeme, tek adam rejimini mutlaklaştırma teşebbüsüdür.”