Vazgeçmedik, yaşayacağız!
“Dünya bir testidir, de, Ömür hanım, ömür bir su... Sızar iğneucu gözeneklerinden zamanın, bir içim serinlik bir yudum mutluluk için. Ve bir gün ölümün balkonundan... Dökülür toprağa el içi kadar bir su. Yerde birkaç damla nem, bir avuç ıslaklık...Ölümü bilerek nasıl
Ölümü bile bile yaşayabilir mi insan... Öldürüleceğini yitip gideceğini bilerek. Ama vazgeçmeden yılmadan yaşayarak bir taraftan da... Tüm umutları, tüm dermanları toplayarak yaşayabilmek ne büyük kabiliyet...
Fotoğraflar var karşımda... Nevin’in gözleri kapalı. Üzerinde siyah bantlar. Başında kırmızı yazma, dudakları kapalı. Varla yok arası tebbessümü asılı yüzünde. Ne zamandan kalma bu suret. Önce mi sonra mı? Çocuklarından vazgeçmek zorunda kaldığı dört duvar arasında girmeden öncesi bu belli.
Belli ki, Nevin’in evinin bahçesinde yıllar önce bugünlerde elini toprağa değdirdiği soluk soluğa çocuklarına yemek yetiştirdiği günlerden bu fotoğraf... Nevin’in kırmızı dudakları, kırmızı yazması solmadan öncesine ait. Peki şimdisi nasıl Nevin’in? Bilmiyorum. Düşünüyorum, haberlere bakıyorum yok. O tecavüz çocuğunu doğurmak zorunda bırakıldıktan sonra “o bebek doğdu” başlıklarının ardından cezaevinin soğuk duvarları arasında unutulan kadın. Müebbetle yargılanan ve ölümü bilerek yaşayayan bir kadın... *** Bir diğer fotoğrafta Sakine, Fidan Ve Leyla... Çok yazıldı çizildi, konuşuldu. Tanımadığımız, dokunmadığımız kadınların fotoğraflarına bakıp ağladık. Bilmediğimiz bir dilde ağıtlar dinleyip acılar yaşadık, anlamaya çalıştık. Akıl almaz işkencelerden başı dik bir kadın olarak çıkan Sakine’nin fotoğrafı neler anlatıyor? “Neler yaşadım neler gördüm ölümü bilerek, ölümü hissederek, ölümü yaşayarak, ama vazgeçmedim” diyor... Herkese, her kadına bir ögüt fısıldıyor. “vazgeçmeyin!”. Cezaevlerine hapsedilsek de, tecavüze işkencelere uğrasak da, öldürülüp bir uçurumdan atılsak da vazgeçmeyin... Son ekmeğimiz elimize verilip evlerimize gönderilsek de, yıllarca gözümüzden sakındığımız ciğerlerimiz yansa da, barış diyen dillerimizi lal etseler de vazgeçmeyin... Her yıl baharı ölüm çetelelerine kurban etsek de vazgeçmeyin. Çığlıklarınız zılgıtlara karışsın isyanınız halaylara.... Vazgeçmeyin. *** Derin bir soluk almak lazım şimdi... Ciğerlerimizi doldurmak, bahara hazırlamak. Sarsıp tüm zihinleri, yine yeniden, yeniden söylemek lazım. “Kadınız! Ölümü bilerek yaşamak istemiyoruz. Ölerek yeni hayatlar vermek istemiyoruz. Savaşarak barış istemiyoruz. Çetelelerde adımızı görmek istemiyoruz. Her baharı kaybettiğimiz kardeşlerimizin, kızlarımızın, oğullarımızın mezarlarındaki çiçeklere su vererek karşılamak istemiyoruz.
Yenilenmenin, umudun en güzel tarihi, tekstil fabrikasında umutları ve akıllarıyla emeklerini ilmek ilmek işleyen kadınların, yüz yıl öncesinden bize selam eden kızkardeşlerimizin bedenlerini armağan ettikleri 8 Mart’ta bu yıl baharı karşılıyoruz. Ve “vazgeçmedik yepyeni bir bahar için kolkolayız” diyoruz....
EKMEK İSTİYORUZ, GÜL DE...
8 mart 1857 ‘de New York’lu 40 bin dokuma işçisi kadın, daha iyi koşullarda çalışmak, 10 saatlik işgünü, eşit işe eşit ücret talepleriyle greve çıktı. Patron, grevci kadınlarla diğer işçilerin dayanışmasını engellemek için fabrika kapısına kilit vurdu. Fabrikada çıkan yangında, 129 grevci kadın, yanarak can verdi.
1889 Kibritçi kadınlar grevi: Londra’daki Bryant ve May fabrikalarında dehşet verici koşullar altında çalışan kadınlar beyaz fosforla çalışmanın sonucu olarak çene kemiği hastalıklarına yakalanıyorlardı. Çene kemikleri çürüyor ve yemek yiyemiyorlardı. Çalışma koşullarının düzeltilmesi için yaptıkları grev kitlesel destek gördü. 1908’de, “beyaz fosfor” maddesi, sendikal hareket sayesinde yasaklandı.
1908 yılının 8 martında, yine dokuma işçisi kadınlar grev başlatarak, işyerlerini işgal ettiler. Taleplerini daha da genişletmişlerdi: “8 saatlik işgünü, çocuk emeğinin sömürülmesine son verilmesi ve kadınlara oy hakkı tanınması.” 1909’da Manhattan’da 20 bin gömlek işçisi kadının grevi, diğer fabrikalara da yayıldı. Polis saldırısında yüzlerce kadın yaralandı ve tutuklandı. Grev talepleri kabul edilinceye kadar, yaklaşık iki ay sürdü.
1910 yılında Danimarka’nın Kopenhag kentinde toplanan İkinci Enternasyonalin Kadınlar Konferansı’nda, Clara Zetkin’in önerisiyle 8 Mart “ Uluslararası Emekçi Kadınlar Günü” olarak ilan edildi. Bu tarihten sonra, cinsel ve sınıfsal sömürüye karşı, mücadele günü olarak dünyada kutlanmaya başlandı.
1911 yılında, 1910 Kopenhag Konferansı’nda alınan karar uyarınca, 8 mart ilk kez Avusturya, Danimarka, Almanya ve İsviçre de yüz binlerce kadın ve erkeğin katılımıyla kutlandı. Bu kutlamalardan 1 hafta sonra 25 Mart’ta New York kentinde çıkan Triangel yangınında 140 kadın işçi yanarak öldü. Bu olay Amerika çalışma koşullarını büyük ölçüde etkiledi.
1912 yılında Amerika’da, Massachusetts Eyaleti’ndeki büyük yün merkezi Lawrence’de, 20.000 işçi, ücretlerinin azalmasını protesto ettiler. Bunun üzerine büyük New England Tekstil Sanayi’ni sarsan işi bırakma olayı gerçekleştirildi. Grevcilerin yaptığı pek çok yürüyüşden birinde, bir grup genç kız “Hem Ekmek Hem de Gül İstiyoruz” yazılı bir pankart taşıdı. Bu James Oppenheim’in ünlü “Ekmek ve Gül” şiirine ilham oldu.
1917 yılında Rusya’da kadınlar, savaşa ve sefalete karşı “Ekmek ve Barış” için yürüdüler. Ekim devriminden sonra 8 mart tüm Sovyetlerde, mücadele günü olarak kutlandı. 1962 yılında İngiltere’de 200 bin kadını temsil eden 19 sendika, işverenle eşit ücret sözleşmesi yaptı.
1970 ‘de Londra’da gece temizlik işçisi kadınlar sendika için mücadele ettiler. 1972 ‘de İngitere’de, Goodman’da çalışan kadınlar eşit ücret için grev yaptılar. 1973 ‘de yine İngiltere’de, çoğu kadın yüz binlerce hastane işçisi ilk ulusal grevlerini yaptılar. 1973’de çorap fabrikasında çalışan Asyalı kadınlar ırk ayrımına karşı gösteri yaptılar. 1975 ‘de İngiltere’de, eşit ücret için Heywood’da kadınlar 11 hafta grev yaptı.