Yakılan işçi Nourtani’nin ailesi: Çalışan tek kişiydi şimdi bize ne olacak?
Zonguldak’ta kaçak ocağın patronları tarafından yakılan Nourtani’nin yaşadığı mahallede birçok Afganistanlı aile ikamet ediyor. Aileler, kaçak madene gitmekten başka çareleri olmadığını söylüyor.
Hilal TOK
Cihan ÇELİK
Zonguldak
Zonguldak’ın Kilimli ilçesinde faaliyet gösteren kaçak maden ocağında çalışan Afganistanlı Vezir Muhammed Nourtani’nin patronlar tarafından yakılmasının ardından kaçak ocaklar ve buralardaki çalışma koşulları yeniden gündeme geldi. ’90’lardan bu yana bölgede kamuya ait maden alanları rödovansla özel şirketlere tahsis edildi. Özelleştirmeyle birlikte kaçak maden ocaklarında da ciddi bir artış yaşandı, Zonguldak’ta adeta ayrı bir sektöre dönüştü. Bu ocaklarda kaç kişinin çalıştığı ise net olarak bilinmiyor, resmi olmayan bilgilere göre 4 bine yakın işçinin kaçak ocaklarca çalıştığı tahmin ediliyor. Zaman zaman kaçak ocaklar kapatılsa, imha edilse de bu kalıcı bir çözüm olmuyor. Kapanan ocaklar yeniden açılıyor. Diğer yandan burada bazı rödovansçıların kendi sahalarında kaçak madene izin verdiği, özel şirketlerin kaçak ocaklarda üretilen kömürü satın aldığı bölge halkı tarafından bilinen bir gerçek.
Kaçak ocaklarda çalışan işçiler iş kolundaki en düşük ücreti alırken, aynı zamanda buralarda denetim mekanizmasının kağıt üstünde bile olmaması, işçiler için iş güvenliği önlemlerinin alınmadan çok ağır koşullarda çalışması anlamına geliyor.
Bölgedeki kaçak ocaklarda Vezir Muhammed Nourtani gibi daha çok Zonguldak’a yerleştirilen mülteciler çalışıyor. Vezir Muhammed Nourtani’nin eşi, ailesi, Afganistanlı komşuları kaçak ocaklarda mültecilerin yaşadıkları zorlukları anlatırken, Maden Mühendisleri Odası Zonguldak Şube Başkanı Çağlar Öztürk de devletin kaçak ocaklara göz yumduğunu belirtiyor.
ZORLUKLARLA GEÇEN GÖÇ HİKAYESİ
Nourtani’nin ailesi Zonguldak merkezde daha çok yoksulların yaşadığı, gecekonduların olduğu 10 Temmuz Mahallesi’nde ikamet ediyor. Evin kapısının önü ayakkabılarla dolu. Afganistanlı komşuları Nourtani’nin 7’si için gelmişler… Çoğu savaştan kaçıp daha bir yaşam umuduyla sığınmış ülkeye, ancak son yaşanan dehşetle endişe içindeler. Çoğunun ya ailesinden biri ya da yakını kaçak madenlerde çalışmaya devam ediyor. Dışarıda yağmur, yağmurun altında cılız bir ateşin üzerinde yemek pişiriyorlar. Sobada kaçak ocakta üretilen ve satılamayan, elde kalmış ucuza aldıkları kömürler yanıyor. Soğuk geçmesin diye her yanı halıyla örtülen evde kapı eşiğindeyiz.
Vezir Muhammed Nourtani’nin 37 yaşındaki eşi Kamergül Maliki Nourtani, ailenin göç hikayesini anlatıyor: “Savaştan kaçtık, çünkü orada hayatta kalamazdık. Kaçak yollardan İran’a geçtik. Günlerce, gece gündüz yoldaydık. İran’da bir hayat kurduk, çocuklarım oldu. Tarlalarda domates toplayarak geçinmeye çalıştık. Bir gün oğluma araba çarptı, yanlış tedavi nedeniyle bacağı kesildi. Bu olay üç yıl önce oldu. Bir anne olarak bu işin peşini bırakmak istemedim. Şikayetçi olduk. Davacı olduğumuzda, sınır dışı edileceğimizi öğrendik. Kaçtık…”
Önce Van’da ardından Iğdır’da göç idarelerinde ve kamplarda kalıyorlar. Ardından ellerine bir belge tutuşturup Zonguldak’a yolluyorlar. “Beş aydır buradayız. Üç gün göç idaresinin kapısında bekledik, sonra burada başka bir Afgan aileyi aradılar. Onlara geldik. İlk geldiğimizde bir süre iş bulamadık. Evi de hemen bulamadık. Ne bir dil biliyorduk ne yer. Bir ay küçük bir evde kaldık, ama kalabalık olduğumuz için ev sahibi evden çıkardı. Bu süreçte kimliklerimiz iptal edildi, üç defa üst üste. Bir oğlumun bacağı kesik, diğer oğlum sağır ve konuşamıyor. 12 ve 2.5 yaşlarında iki çocuğum daha var. Bu evde çalışabilecek tek kişi vardı, eşimdi” diyor.
"O BOY POSLA BİR POŞETİN İÇİNDEYDİ"
Kimliksiz oldukları için kayıtlı işlerde çalışamamış baba Nourtani. Bir süre balık tutup satmaya çalışmış. Sonra kaçak maden ocağına girmiş. Aldığı düzenli ücretle artık kirayı, faturaları ödeyebilecekken, “Üç hafta önce madene başladı, üçüncü haftada öldürdüler” diyor Kamergül.
İşe gittiği gün kendisinden bir türlü haber alamadığı eşinin cesedine ulaşılıyor sonra: “Cesedini gösterdiler, o boy posla giden adam küçük bir poşetin içindeydi. Vücudu gövdesi yok edilmiş, kollarında kırıklar var… Yakmışlar, yok etmek istemişler. ‘Neden’ soruma, her defasında farklı bir cevap aldım, ‘Vagon çarptı, kalp krizi geçirdi, kavga ettik anlık sinirle böyle bir şey yaptık, hiç görmedik olayı bilmiyoruz’ gibi… Daha önce madende çalıştığını bile bilmiyordum ben. Bilseydim öyle bir işe asla göndermezdim. Bana sadece ‘Enver’ ile çalışıyorum demişti.”
Tüm sorumluların tutuklanmadığını söylüyor Kamergül, bu yüzden endişe içinde olduklarını belirtiyor: “Üç kişiyi serbest bırakmışlar, üç kişi tutuklu. Bu insanların para durumu iyi, para karşılığında çıkabilirler. Çıkmasınlar hapisten, cezalarını çeksinler. Biz burada sahipsiziz. Ya o serbest kalanlar bize zarar vermek isterse? Onlar serbest bırakıldığından beri biz çok korkuyoruz. Geceleri uyuyamıyoruz korkudan, eve girip bize de bir şey yapmaya çalışırlar diye. Yatağa girince dua ediyoruz çabucak sabah olsun diye.”
SAĞLIK HAKKINDAN YARARLANAMIYORLAR
Bundan sonra ne yapacaklarını, nasıl yaşayacaklarını bilmiyor Kamergül. Elinde eşinin fotoğrafı, yan yana ya da çocuklarla birlikte... Eşinin vesikalık dışında tek bir fotoğrafının bile olmadığını söylüyor. 2.5 yaşındaki çocuğu olayların farkında bile değil. Diğer çocukları cinayetin ardından sessizleşmiş ve içe kapanmışlar. En büyük oğlunun ikinci bir ameliyata ihtiyacı var… “Bu ailede tek bir kişi vardı çalışabilecek. Bu tek kişinin bu kadar kişiye baktığını biliyordu patronu, bunu neden yaptı bu aileye? ‘Nasıl olsa, yeni gelmiş dil bilmiyor, bunu koruyacak kollayacak kimse yok’ diye baktılar. Türkiye devletinden bizi bu durumdan kurtarmasını istiyoruz. Adalet istiyoruz. Bu olaydan sonra çocuklar psikolojik olarak çok etkilendiler ve hastaneye gittik, ancak yine öğrendik ki kimliğimiz iptal edilmiş, o yüzden hiçbir sağlık yardımı alamadık. Büyük oğlumun ameliyat olması gerekiyor. Yürümekte zorlanıyor” diyor.
"CANLARI KARŞILIĞINDA OLSA BİLE KAÇAK MADENDE ÇALIŞMAK ZORUNDALAR"
Kamergül hiç Türkçe bilmiyor, aramızda tercümanlık yapan ve 6 yıldır burada yaşayan Fatma bize anlaşmamız için tercümanlık yapıyor. Onu ve ailesini de mülteci kamplarından sonra buraya göndermişler. “Şehir sunmuyorlar, şuraya gideceksin diyorlar ve oraya gidiyorsun. O şehrin dışına çıkman yasak, çıkarsan ve yakalanırsan deport edilirsin. Burada 100’den fazla Afgan aile var. Burada Afganlar genelde kaçak ocaklarda çalışır, öbür maaşlar çünkü çok düşük. Genelde çalışma izni yok, bu yüzden mecbur kaçak ocaklarda çalışıyorlar, başka bir fırsat yok. Ailelerde mutlaka bir kişi engelli veya hasta. Hanede bir kişi ya da iki kişi çalışabiliyor. Kazandıkları ile geçinmek zorundalar. Boya badana gibi işler de var ama maaşları çok düşük. Bazen ücretini vermiyorlar, mesela bir ay çalıştırıp bir haftalık ücret veriyorlar. Bu yüzden haftalık alabilecekleri kaçak ocaklarda çalışmayı tercihe diyorlar. Kaçak ocakta çalışmanın yevmiyesi 700 lira iken, boya badanada günlük yevmiye 200 lira…”
"İŞÇİYİ HASTANEYE BİLE GÖTÜRMÜYORLAR"
Fatma kaçak ocaklarda çalışmanın hayatta kalmak için bir mecburiyet olduğunu vurgularken, ölümle de burun buruna çalışmak anlamına geldiğini söylüyor: “Genelde madenlerde beş altı kişilik ekipler oluyor, çoğunlukla Afganlar çalışıyorlar. Canları karşılığında olsa bile kaçak madende çalışmak zorundalar. Çalışma şartı ne kadar kötü olursa olsun mecbur. Madenciler kendileri bile geri dönme umudu olmadan gidiyorlar bu kaçak ocaklara, çünkü her an bir göçük olabilir ya da tutuklanıp deport edilebilirler. Gittiğinde bir umudu olmuyor mülteci madencinin yani. Burada daha önce de Afgan madenciler öldü ama duyulmadı. İlla duyulması için çok büyük bir şey olması gerekiyordu, Çünkü mülteciydi. Genç bir erkekti biri. Ölüm belgesi alınıp uçakla Afganistan’a gönderildi cenazesi. Onu burada gömecek kimsesi bile yoktu. Çoğu zaman kaçaklarda kaza olduğunda işçiyi hastaneye bile götürmüyorlar, şöyle bakıyorlar; ‘Maden ceza alacağına sahipsiz birinin canı yansa kaç yazar?’ Bu yüzden hastaneye götürme gereği bile duymuyorlar. Ocakta kask bile vermiyorlarmış. ‘Zaten mülteci, zaten muhtaç niye kendimizi riske atalım’ diye düşünüyorlar, bu çok canice.”
"SANIYORLAR Kİ RAHATÇA YAŞIYORUZ…"
Mültecilerin yaşadığı ırkçılığa da dikkat çekiyor Fatma. Sağlık hakkından, eğitim hakkından, yaşam hakkından nasıl mahrum edildiklerini anlatıyor: “Şu an ülkede ekonomik sıkıntılar arttıkça mültecilere dönük öfkeler de daha çok artıyor, çok duyuyoruz, ‘Vergilerimiz mültecilere gidiyor’ diyorlar. Ekonomi kötü durumda ve insanlar bunun mültecilerden kaynaklı olduğunu düşünüyor. Bana çok soruluyor, ‘Ne kadar yardım alıyorsun’ diye. Ailede baba varsa hiçbir şekilde yardım yapılmıyor. O babanın yok olması; ölmesi, öldürülmesi, kaybolması gerekiyor ki o aileye yardım yapılsın. O yardım ise kişi başına 200 TL, aylık. İnsanlar verdikleri tüm verginin o 200 lira yardım olduğunu düşünüyorlar. İnsanlar biz rahat yaşayıp rahatça devam ediyoruz hayatımıza sanıyor. Benim abim var, okumamalı çalışmalı bizim ailemiz için, başka çaresi yok çünkü. Bazı kadınlar var, hasta olmalarına rağmen 6 yaşındaki çocuğun eline 2 yaşındaki çocuğunu emanet edip çalışmaya gitmek zorunda kalıyor. Ki o anne çalışsın ve o aileye bakabilsin… Ama bunu kimse görmüyor ya da görüp de görmezlikten geliyor. Ben üniversiteyi kazandım, ancak benim de 6 yıldır burada yaşamama rağmen üniversiteyi kazandıktan sonra kimliğim iptal edildi. Bu yüzden kayıt yaptıramadım ve şimdi yeniden üniversiteye hazırlanıyorum.”
Odadaki kadınlara dönüp soruyoruz; “Sizin de eşleriniz, yakınlarınız çalışıyor mu bu kaçak ocaklarda?” Bazısı kafa sallıyor ama sessiz kalıyor bazısı hiç anlamıyor bile sorduğumuzu. Fatma, kadınların kaçak ocakta çalışan yakınlarının olduğunu ancak konuşmaktan korktuklarını dile getiriyor. “Tek gelir kaynakları bu, o yüzden bu işten olurlarsa bir daha iş bulamazlar” diyor. Bir Afgan kadın, “Madenin risklerini biliriz, buna rağmen mecbur çalışır eşlerimiz ama orada çalışırken yakılarak öldürüleceğini hiç düşünmezdik” diyebiliyor sadece.
"DEVLET KAÇAKLARA GÖZ YUMUYOR"
Maden Mühendisleri Odası Zonguldak Şube Başkanı Çağlar Öztürk devletin kaçak ocaklara göz yumduğunu belirtiyor. Daha önce bu soruna karşı pek çok çalışma yaptıklarını ve rapor hazırladıklarını söyleyen Öztürk, bunların dikkate alınmadıklarını anlatıyor: “Zonguldak küçük bir çevre ve birkaç hektarlık alanda bulunan bu ocakların görülmemesi, bilinmemesi mümkün değil. 2007 sonrası ve 2010’dan sonra kaçak ocak sahipleri kentte yürüyüş yapıp vali ile görüştü. Kaçağın sorununa çözüm bulunabilir mi? Türkiye Taşkömürü Kurumunun üzerine yıkıldı bu sorumluluk ama TTK tek başına bununla mücadele edemiyor. Zaman zaman patlamalar, mühürlemeler oluyor. Ama siz mühürlüyorsunuz, aynı insanlar ocağın diğer tarafından girip kaçak üretim yapmaya devam ediyor. Denetim söz konusu değil. TTK, valilik, kaymakamlık, belediyeler, özel idareler bunun sorumluluğunda. Buraya elektrik bağlanıyor, telefon bağlanıyor, atık var, siz bunu görmüyorsunuz? Bu görülemeyebilir mi? Kaçak ocakların sahipleri belli siyasi partilere yakınlığı ile bilinir. Burada kendi duyduğum yöneticilerden; kaçak ocak sahipleri hem istihdam sağlıyor hem de katma değer üretiyor. Bu anlayış yanlış ve yalan. Katma değere katkısı olması söz konusu değil, bir kere burası kayıt dışı. Siyaset TTK’ye nasıl egemense ne yazık ki piyasaya da öyle egemen.”