Babetna Müzik Grubu: Müziğe devam edebilmek için direniyoruz
Babetna müzik gurubuyla Revîn albümünü, sanata bakışlarını, farklı dillerde müzik yapmanın zorluklarını konuştuk.
Babetna Müzik Gurubu
Şeyma AKCAN
İstanbul
Babetna 2016 yılında kurulan, kendi deyimleriyle “Bir ayağımız Anadolu’da diğer ayağımız Mezopotamya’da” dedikleri çok kültürlü biz müzik anlayışına sahip müzik grubu... Deniz İnal, İlkan Pala, Ciwan Ayaz, Serdar Baba’nın üyelerini oluşturduğu grup kendi bestelerini yaparken anonim şarkıları da kendi tarzlarında ortaya koyuyor.
Grup ekim ayında tamamı kendi bestelerinden oluşan albümleri Revîn’i çıkardı. Kürtçe’de “kaçış” anlamına gelen albüm 8 parçadan oluşuyor. Babetna’nın müziğini, Revîn albümünü, sanata bakışlarını, farklı dillerde müzik yapmanın zorluklarını grup üyeleriyle konuştuk. Grup bu zorlukları anlatırken “Dünyanın başka bir yeri yoktur ki otuz milyonu aşkın bir halkın kendi ana dilindeki müziğinin sunumu bu kadar sinsice göz ardı edilsin” diyor.
YAŞAM MÜCADELESİ VEREN DİLİ YAŞATMAK
Babetna ismi Zazacada ‘başka çeşit’ anlamına geliyor. Sizin çok kültürlü müzik anlayışınızı ifade ediyor. Sizin için birden fazla dil, birden fazla müzik türü ve aslında birden fazla kültürü bir araya getirmenin önemi nedir? Bu müzikte nasıl bir fark yaratıyor?
Aslında halihazırda böyle olmanın bir sonucu olarak çok kültürlülük ortaya çıkıyor müziğimizde. Bizler, içinde bulunduğumuz sosyolojinin ürünleriyiz sonuçta. Bu sosyoloji, son yüzyılda budana budana tekleştirilmeye çalışılmış bir sosyoloji olsa da geriye kalanlarla büyüdük. Yaşamak için mücadele eden hangi dil ve kültür varsa onlarla iç içe yaşadık, şarkılar söyledik ve hayata biraz da oradan bakmaya gayret ettik. Dolayısıyla yaptığımız müziğin de bundan nasibini alması kaçınılmazdı. Her şeyin tek renk, tek ses ve tek görüntüye sıkıştırıldığı yerde açığa çıkan müzik sizce nasıl olur? Kaçınılmaz olarak hem üretim hem de sunum anlamında çözünürlüğü oldukça düşük, ayrıntılardan yoksun ve anlatımı kısır bir müzik ortaya çıkacaktır.
Revîn sizin üçüncü albümünüz ve diğer albümlerden farklı olarak tamamı sizin kendi bestelerinizden oluşuyor. Bu üretim sürecini varsa kaygılarınız ve heyecanınız açısından nasıl deneyimlediniz?
Albüm çalışmalarına başlarken dinlenebilirlik kaygımız neredeyse müzikal kaygılarımız kadar ön plandadır. Kimsenin bu konuda ‘Don Kişot’luğa soyunmasına gerek yok. Sanatın kitleyle dirsek temasının en yoğun olduğu, dolayısıyla dejenerasyona en yakın alanında üretim yapıyoruz. Müzikal üretim safhasında arı bir sanat kaygısıyla hareket ediyoruz demek artık hızla atmosfere karışıp yok olan sözlerden başka bir şey değildir. Aslında formülümüz şu; müzikaliteyi en az aşağıya çekip hem bizim hem de dinleyicinin keyif alabileceği bir müzik yapmak. Hal böyleyken ‘Revîn’ albümünde bir risk aldık ve tamamı kendi bestelerimizden oluşan sekiz şarkı yayımladık. Keza yepyeni eserlerin dinleyicide karşılık bulma hızıyla bilinen şarkıların karşılık bulma hızı aynı değil. Bu anlamda dinleyiciye ulaşma kaygımız var elbette ama aynı zamanda kendi bestelerimizi üretmenin verdiği huzur da var. Bu albümde bir konsept değişikliğine gittik. Değiştirdiğimiz şey, sunumla ilgili değil, üretimlerimizi merkeze almamızla ilgili. Geleneksel halk şarkısı kullanmayınca duyulan şey, müzikal bir değişime gidildiği yönünde olabilir fakat müzikal yaklaşımımız, ilk albümümüzden bu yana bizi biz yapan enstrümanlar ve çalım tarzları üzerine kurulu yine.
SANATSAL ÜRETİM VE GERÇEKLİK İLİŞKİSİ
Revîn aynı zamanda tematik bir albüm, kendi deyişinizle ‘kentli bir albüm’. Albümün isminin anlamı da Kürtçede ‘kaçış’ anlamına geliyor. Buradaki kent ve kaçış kavramları sizin için ne ifade ediyor?
Kaçma fikrini biraz da Deleuzyen bir bağlamda ele alırsak eğer, öznenin toplumun temel değerlerine mesafe alarak yaratıcı yönlerini en duru şekilde açığa çıkarması, yine Deleuze’nin deyimiyle oluş/haline-geliş halidir. Mekansal bir değişimden öte bir şey var burada. Bir de ‘kaçış çizgileri’nden söz eder Deleuze ve Guattari. Çizgi, bireyi ve grupları belirleyen aile, meslek, askerlik, okul gibi kurumlardır. Kaçış çizgisi, bütün bu belirlenmişlikleri altüst eder. Kaçışla çizgi sapmaya uğratılır. Biz de bir nevi müzik üretimindeki öz anlatımcılığından kaçıyor, uzaklaşıyoruz ‘Revîn’de. Böylelikle yeteneğimize yeniden yaratım gücü hediye ediyoruz. Veya Baudrillardcı bir yaklaşımla anlatırsak eğer, mekan değiştirmeden mesafe alıyoruz, bir yerden ayrılmadan eylemlilik içine giriyoruz bu albümde.
Albümdeki şarkıları oluştururken sizi en çok etkileyen şeyler neler oluyor? Parçalarla bağınızı nasıl kuruyorsunuz?
‘Revîn’ albümü biraz da geçtiğimiz pandemi zamanlarının bir sonucu; evlere sıkışmak zorunda kaldığımız, yani kaçma isteğini en yoğun hissettiğimiz zamanların… O süreç bizde, yeniden düşünmek, yeniden başlamak, kısacası “yeniden”liğe olan ihtiyacı açığa çıkardı. Bunları düşünedururken şunu fark ediyoruz, hastalığından siyasetine, ezeninden ezilenine kadar her şey yaşadığımız kentlere dairken, bizler sanatsal yaratımlarımızı hâlâ gerçekliğimizden uzak “bir köyde” inşa ediyoruz. Bu da “ben”i aidiyetsiz, arada sıkışmış bir hale getiriyor.
"MARKET HIZLI ÜRETİMDEN YANA"
Müzik sektörü giderek devleşiyor, tekelleşiyor, bağımsız ve yenilikçi sanatçıların barınmasını zorlaştırabiliyor. Bu koşullarda albüm çıkartmak veya klip çekmek de hayli zorlayıcı olabiliyor. Ekonomik açıdan siz nasıl etkileniyorsunuz?
Müziğe devam edebilmek için direniyoruz. Her seferinde son demlerimizmiş gibi hissediyoruz. Acaba daha ne kadar direnebiliriz diye birbirimize soruyoruz. Bu dediklerimiz ajitasyon değil, gerçekliğin ta kendisi. Yedi yılda üç albüm ve on dört tekli çıkardık ama hâlâ dinleyiciye ulaşma konusunda oldukça zorlanıyoruz. İnternetin yaygınlığının, hakkaniyeti (liyakati) arttıracağı düşünülürdü ama hiç de öyle olmadı. İşler bildiğimiz şekliyle devam etti. Yani sektörün güçlü sponsorlarca desteklenen isimleri en fazla dinleyiciye ulaşabildi. Sosyal medya algoritmaları da buna hizmet ediyor. Paran varsa üretimini sosyal medyada tanıtabilirsin, yoksa keşfedilmeyi beklersin. Günaşırı “Şu ana kadar sizi nasıl keşfedememişim” mesajları alıyoruz. Romantik-arabesk, duygu sömürücü ve sindirimi kolay şarkılar yapmayınca ne algoritma ne de dinleyiciye ulaşma kaynakları sizlere yol açıyor. Belki de burada en son eleştirilmesi gereken dinleyicidir. Market, dinleyicinin duygusal ve zihinsel gelişiminden yana değil, hızlı üretim ve satıştan yana.
"DİL VE KÜLTÜR ŞOVENİZMİ VAR"
Film festivallerinde sansürden konser yasaklarına, sanatçıların hedef gösterilmelerinden devlet desteğinin kesilmesine kadar sanat dünyasında artan baskı ve sansür karşısında Kürtçe, Ermenice gibi farklı dillerde müzik yapmak sizi nasıl etkiliyor? İçinde bulunduğumuz süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kürtçe müzik hâlâ Türkiye müzik sektörüne dahil değil. Türkçe müzik yapanlarla adeta apayrı dünyalarda, apayrı dinleyici gruplarıyla hemhaliz. Koşullar tamamen Türkçe müzik yapanlar için çok daha avantajlı. Büyük konser ve festivallere itina ile Kürtçe müzik yapanlar dahil edilmiyor, profesyonel organizasyon şirketleri ve sponsorlar sadece tek bir dile ve kültüre hizmet ediyorlar. Biz yokmuşuz gibi davranılıyor yani. Elbette buna yıllardan beri aşinayız fakat bunu dile getirmek, protesto etmek zorundayız. Dünyanın başka bir yeri yoktur ki otuz milyonu aşkın bir halkın kendi ana dilindeki müziğinin sunumu bu kadar sinsice göz ardı edilsin. Burada kapitalist reflekslere bile (Para kazanmaya) rahmet okutturacak egemen bir dil ve kültür şovenizmini görebilmek hiç zor değil. Romantik bir bakış açısıyla “Kendi yağımızda kavrulur, halkımızın ‘desteğiyle’ üretimlerimize ve konserlerimize hız kesmeden devam ederiz” diyebiliriz fakat bunun pek de sürdürülebilir bir şey olmadığı aşikar. Müzik üretim ve sunumu pek de ucuz bir şey değil. Bir yandan geçim zorluklarıyla uğraşırken, öbür yandan profesyonel üretimlere imza atmak oldukça güç.
Bu koşullarda sanatçılar ne yapabilir, nasıl başa çıkılabilir bu tür sorunlarla?
Belki de içimizdeki müzik yapmaktan başka bir çaresi olmayan çocuğun idealizmi bizi devam etmeye zorluyor. En iyi bildiğimiz şeye devam etmekten başka bir çare göremiyoruz açıkçası. Bizler bu anlamda yaşadığımız sıkıntıları en çıplak şekilde anlatmak zorundayız. Bununla başa çıkma yöntemlerinden biri, tatlı bir serzenişten öte politik bir yol tutturmak olabilir. Sadece politiklik, polyannacılığı bir kenara bırakıp gerçekliğin tarifini en net şekilde yapabilmemizi sağlayabilir. Gerisini içimizdeki çocuk halledecektir kanımızca.