Tek adam karanlığını dağıtmak için 25 Kasım’da alanlara!
Yoksulluk, intihar, ihmal, şiddet, cinayet, hırsızlık, hak ihlali, para aklama… Duymaya aşina olduğumuz bu kelimeler artık ülkemiz açısından gündemin kopmaz parçaları hâline geldi. Sosyal medyada gördüklerimizden haberlere kadar nasıl bir ülkenin içerisinde yaşadığımızı sorgulamak ve bu tabloya kendi geleceğimizi iliştirmek, sanıyoruz ki en rutin etkinliğimiz olmuştur. Elbette en ufak bir gelişmeye, bizleri deyim yerindeyse “Orta Çağ’ın karanlığından” çıkardığını hissettiren haberlere dört elle sarılıp en ince detayına kadar övmeyi de sürdürüyoruz.
Şimdi kısa bir hafıza yoklaması yapalım.
OVP ve Kalkınma Planıyla iktidar, ekonomik gidişatın ve derinleşen yoksulluğun faturasını kime keseceğini açıkça ilan etti.
Savaş yanlısı politikalarıyla ve İsrail-Filistin savaşında sözde ahkam kestiği ama gerçekte alamadığı tutumuyla Türkiye’nin, bölgede ve dünyada bağımlılık ilişkilerinin sonucu olarak kıpırdayamayacak noktaya geldiğini gösterdi.
Can Atalay ile ilgili AYM kararını hiçe sayarak hukukun ayaklar altına serilmesini yeni bir boyuta taşıdı ve önümüzdeki dönem açısından kural tanımaz bir viraja girdiğimizi ilan etti.
Son haftalarda sıra arkadaşlarımızın geçim sorunu, ders ve sınavların yoğunluğu, gelecek kaygısının derinleşmesi sebebiyle intihar haberleri art arda geldi.
Güzellik merkezleri, holdingler, şirketler sahibi ve aynı zamanda sosyal medya fenomeni de olan isimlerin ne kadar hızlı ve denetimsiz bir şekilde zenginleştiği, bu paraların kaynağının ne olduğunun belli olmadığı, bu sebeple tutuklansalar da bunların buzdağının görünen yüzü olduğuysa biliniyor.
KYK yurtlarındaki ihmallerin ve asansör faciasının araştırılması önerileri AKP-MHP oylarıyla reddedildi.
Hrant Dink’in katili Ogün Samast serbest bırakılarak bugüne değin devletin bilgisi ve planı dahilindeki cinayetlerin, faili meçhullerin, ırkçı-dinci grupların saldırıları da dahil olmak üzere yeniden yaşanabilecek saldırıların önü açılmış oldu.
Tek adam yönetiminin politikalarını beslediği sermaye kesimleri alınan her kararda kasasını katlayıp, kendi geleceğini garanti altına almaya devam ederken bu politikaların ceremesini çeken bizler karnımızı nasıl doyuracağımıza dair yaptığımız hesaplarla “uzmanlaşıp”, yaşamımızı sürdürmenin derin planlarıyla boğuşuyoruz. Elimizde kırıntılar halinde bulunan demokratik haklarımız dahi kullanılamaz hâle gelirken yasa tanımaz, denetimsiz usulsüz ve ayan beyan iktidar çevrelerinin çıkarlarının garanti altına alındığı politikaların işleyişini görüyoruz. Makasın uçları arasındaki mesafenin gittikçe arttığını hesap edersek şartların daha da çetinleşeceği görünüyor.
ÖNÜMÜZDE 25 KASIM VARKEN MERCEĞİ GENÇ KADINLARA TUTUYORUZ
Şimdi bu gidişatın içerisinde 25 Kasım yaklaşıyor… Her kararın, uygulanan her politikanın kadınların yaşamını, çalışma koşullarını, var olma çabasını ne denli zorlaştırdığını, hak ve özgürlüklerini elinden alan adımları giderek sıkılaştırdığını görmemiz gerekiyor. İktidarın toplumsal yaşamı tasarlama uğraşları “geleneksel aile yapımız elden gidiyor” yalanlarıyla da birleşerek doğrudan kadınların yaşamının, iktidarın çizdiği sınırların içerisine hapsedilmesini hedefliyor. Aynı zamanda bu sınırların şiddet, mobbing, taciz ve tecavüzü barındırması, meşrulaştırılması ve önünün açılmasıyla da genişletilmek istendiğini görebiliriz. Uygulanan ceza indirimlerinden teşvik ve tahrik açıklamalarına, akıl almaz cinayet ve istismarların dini açıklama ve fetvalarla normalleştirilmesine kadar uzanan bu süreçte iktidarın doğrudan başrolü oynadığını ve bugüne dek yaşanan kadına yönelik şiddet, taciz, mobbing ve tecavüzlerin sorumlusu olduğunu unutmamalıyız.
Merceği genç kadınların yaşamına tuttuğumuzdaysa bahsettiğimiz koşulların liselerde, üniversitelerde, işyerlerinde örneklerin her biriyle denk gelme ihtimalleriyle dolu olduğunu görüyoruz. Liselerde giydiği kıyafetten arkadaşlık ilişkilerine kadar müdahale eden okul yönetimleri, kampüslerde ve yurtlarda kendini güvende hissetmeyen ve sürekli taciz korkusuyla yaşayan öğrencilere “sende o saatte...” klişesiyle başlayan cümleleri kuran yönetici ve görevliler, işyerlerinde her türlü mobbingin ve tacizin “katlanılma zorunluluğuna” vurgu yapan işverenler tek adam yönetiminin kadın düşmanı politikalarının ülkenin her bir köşesine nasıl sirayet ettiğinin göstergeleridir.
KAR TOPU GİBİ BÜYÜYEN SALDIRILARA KARŞI GÜCÜMÜZÜ GÖRÜYORUZ
Yaşamının her anını bu korku ve endişelerle geçirmek zorunda bırakılan genç kadınlar sistemin ve iktidarın politikalarıyla her gün daha çok yüz yüze geliyor. Fakat hatırlayacak olursak hem hakları ve özgürlükleri için, hem iktidarın gerici politikalarının püskürtülmesi için son dönemlerin en kitlesel en yaygın eylemleri de kadınların bir araya gelişlerinde vücut bulmuştu. Türkiye gençliği açısından tepki ve öfkenin yükseldiği, dönemsel olarak bunun eyleme dönüştüğü ve hem gücümüzü gördüğümüz hem de nasıl ilerleyeceğimize dair nüvelerin belirginleştiği dönemlerin benzerini yaşıyoruz bu günlerde. Geçtiğimiz haftalarda Zeren Ertaş’ın ihmaller sonucu düşen asansörde yaşamını yitirmesiyle ve her yurdun kendi talepleriyle de birleşmesiyle yayılan eylemler tepki ve öfkemizi katlarken bir araya gelme deneyimlerimize bir yenisini daha ekleyerek güçlü bir mücadele hattını işaret ediyordu.
Şimdi tablo bize şunu söylüyor: “Ya bu karanlığın içerisinde yaşamımızı sürdürmenin zorluklarıyla boğuşacağız ya da bir araya gelip karanlığı aydınlatacak meşaleyi elden ele dolaştırarak koşulları lehimize çevirmenin mücadelesini vereceğiz.”
“ÖLMEYE DEĞİL YAŞAMAYA GELDİK”
Bizlere bu koşulları dayatan iktidarla onun müttefiklerinin bileşimine ve saldırıların kar topu gibi büyüyerek geldiğine bakarsak bütün bu sorunlarla tek başımıza baş edemeyeceğimizi görürüz. Karşımızdaki güce geri adım attırmayı başarabildiğimiz dönemlere bakacak olursak da orada bir araya gelişimizi ve gücümüzü göreceğiz.
Tam da bu noktada KYK eylemlerinde “Okumaya geldik, ölmeye değil” diyerek nasıl bir araya geldiysek, 25 Kasım’da da “Ölmeye değil, yaşamaya geldik” diyerek birlikteliğimizi güçlendirmeliyiz. Taleplerimiz etrafında birleşmeye ve büyümeye devam ettiğimiz örnekleri sürdürmeye, bulunduğumuz alanlarda bu kazanımları çoğaltmanın bütün bir mücadeleye sunacağı katkıyı da görerek yaygınlaştırmalıyız. Bunu yaparken sınıflarımızdan, topluluklarımızdan, bir yanımızdakinden güç alarak, örgütlenerek birlikteliğimizi büyütmeliyiz. 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nde şiddete, yoksulluğa, tacize, mobbinge, tecavüze karşı “haklarımız ve hayatlarımız” için mücadeleyi sokağa taşımalı, taleplerimizi en güçlü biçimde haykırmalıyız.
Evrensel'i Takip Et