Yazar Nalan Yılmaz: Öykülerimin hareket noktası ‘öteki olmak’
Öykülerinin hareket noktasının “öteki olmak” olduğunu ifade eden Nalan Yılmaz, “Eğer kafamızda ‘ötekiler’ varsa unutmayalım ki biz de karşı tarafın ötekisiyiz” diyor.
Mopesto kitabının kapağı
Handan Gökçek
İzmir
Nalan Yılmaz’ı, ilk öykü kitabı “Köz” ile tanıdık. Kendisi, insanın içine dokunan, toplum içindeki bakışlarımızı kişilerin iç dünyalarına çeken öyküleri ile dikkat çekmişti. Nalan Yılmaz, edebiyat dergilerindeki öyküleri ile Kurşun Kalem edebiyat dergisindeki köşesi Beyaz Karga’da yazdığı incelemelerle öykü dünyasından hiç kopmadı. Bu arada bir de çocuk kitabı Dron Aysel yayımlandı.
Çok yazarlı bir ilk gençlik kitabı hayalini gerçekleştirerek, on altı kadın yazar tarafından yazılan Düşpeşe-Taşların Sırrı kitabının yazarlarından biri oldu. Yeni öykü kitabı Mopesto ise geçtiğimiz günlerde okurlarıyla buluştu. Mopesto’nun öyküleri daha toplumcu gerçekçi öyküler, zaman zaman toplumsal olaylara dokunuyor, zaman zaman bu olayların kişiler üzerindeki izlerine bir büyüteç tutuyor.
‘HUZURSUZLUK HEP VAR’
Mopesto öykülerini okuduğumda ilk fark ettiğim şey güncel olayları iyi takip ettiğiniz. Özellikle kitaba ismini veren Mopesto, Oteldeyiz, Kaza Kurşunu, Zorunlu Ateşkes öyküleriniz... Ülke gündemi sizi nasıl etkiliyor ve öykülerinize nasıl yansıtıyorsunuz?
Ülkemizde ve içinde yaşadığımız coğrafyada gündem inanılmaz hızlı değişiyor. İzlediğimiz/dinlediğimiz bir haberin etkisini yaşarken, acı-hüzün-öfke-şaşkınlık hallerinin birinden diğerine savrularak anlamaya, hazmetmeye ya da atlatmaya çalışırken ve henüz bunu başaramamışken yine kötü haberlere açıyoruz gözümüzü. Bu nedenlerle yazmak iyi geliyor. Yeni biçem arayışları, peşinde olduğum bir öykünün kafamda dolaşma, kurgusunun oluşma süreci oldukça huzursuz ama beni dış dünyadan kısa süreliğine olsa da uzaklaştırıyor. Anlayacağınız huzursuzluk ne yaparsanız yapın az ya da çok hep var. Bu da yazdıklarınıza yansıyor.
“Zorunlu Ateşkes” son anda yazılarak kitaba giren iki öyküden biri. İşin ilginci, o günlerde savaş gündemimizde değildi. Kitap okurla buluştuğunda, maalesef burnumuzun dibinde savaş çıkmıştı ve kitap hiç istemeyeceğim “savaş” olgusuyla gündemi yakalayıp tarihe not düşmüş oldu. “Mopesto”nun yazılma sebebiyse tarihe not düşme çabasıydı. 2011 yılında okurla buluşan Köz isimli kitabımda yer almış olan “Oteldeyiz” öyküsü unutulmasını istemediğim için girdi kitaba. Ne yazık ki aradan geçen yıllara rağmen güncelliğini hiç kaybetmemiş bir öykü.
‘KARAKTERİN HER ŞEYİ ONA AİT OLMALI’
Kısacık öykülerde kahramanlarınızı son derece derin işliyor, üç boyutlu hale getiriyorsunuz. Bunun için bir ön hazırlık yapıyor musunuz? Öykü kahramanlarınıza nasıl hazırlanıyorsunuz?
İnsan çok karmaşık bir canlı. O nedenle farklı bir karakter için çalışırken gözlemlerimi, sezgilerimi açık tutmaya özen gösteriyorum. Karakterin her sözü, bakışı, mimiği ona ait olmalı. Okur uyumsuzluğu hemen yakalar. İşlediğim her tipte insanı tanımış olmam olanaksız ancak anlar ve duygu parçaları birbirine çok benzer diye düşünüyorum. Yani bazen el yordamıyla ilerliyorum diyebilirim.
İyi kotarılmış, ete kemiğe bürünmüş karakterler metni sırtlayıp götürebilir, uzun yıllar akıllarda kalmasını sağlayabilir. Ancak karakterler, tipler kafamda oluşmamışsa düşünmek ve gözlemlemek için kendime zaman veririm. Filmler, oyunlar, diziler ve kitaplar bu sürecin ayrılmaz parçası olur.
‘BİR KADIN OLARAK SİSTEMİN İÇİNDE ÖTEKİYİM’
Yıllar Geçse de 1, Yıllar Geçse de 2 öyküleri belki de en cesur öyküleriniz. Bazen toplumun bakışını küçücük de olsa yerinden oynatma düşüncesi ile sarılırız kaleme. Böyle bir düşünceniz var mıydı bu öyküleri yazarken yoksa kendiliğinden mi gelişti?
Bu öykülerin hareket noktası “Öteki olmak” … Toplumsal cinsiyet eşitliğinin olmadığı toplumlarda erkeğin doğuştan getirdiği cinsiyeti en büyük statü ve bu durum, uzun yıllar devam edecek gibi görünüyor. Kadının sahip olduğu hiçbir şey -kariyer, eğitim, kazanç- bu statünün üstüne çıkamıyor. Ben de kadın olarak, sistemin içinde bir ötekiyim. Sadece cinsiyet üzerinden değil pek çok açıdan öteki olmak çok kolay. Giyiminiz, kuşamınız, anadiliniz, etnik kökeniniz, dininiz, mezhebiniz… Bu liste toplumlara göre değişiklik gösterse de uzayıp gider. Bir şeyleri yerinden oynatmak gibi bir isteğim yok ama öteki olmak üzerine düşünülmesini isterim. Eğer kafamızda “ötekiler” varsa unutmayalım ki biz de karşı tarafın ötekisiyiz.
Öyküler her gün karşılaştığımız ama hikayelerini bilmediğimiz insanların yaşamına dokunuyor; okurun ön yargılarını kıracak denli güçlü. Bunlar iyi bir gözlemci olduğunuzu gösteriyor. Yazarken içinde bulunduğunuz ruh hali öykülerinize yansıyor mu?
Dediğiniz gibi iyi bir gözlemci miyim bilemiyorum ama olmak istediğim şeyi işaret ediyorsunuz. Beden dilinin söyledikleri, ağzımızdan dökülen sözcüklerden daha önemlidir diye düşünüyorum. Öte yandan empati de çok kıymetli bir kavram. Karakterin bir eylemini, öyküdeki o anın gerçekliğine uygun verebilmek için karakterin davranışlarındaki motivasyonu doğru tespit edebilmek gerekir ki bu da empatiyle mümkün olabilir.
Öykülerinizi kurgularken, okuyucularınızda güçlü bir etki bırakmayı planlar mısınız?
Kesinlikle. Zaten öykünün temel amacı, okur üzerinde yoğun etki bırakmaktır. Yoksa anlatılmamış konu yoktur. Benim için ne yazdığım önemli ama nasıl yazacağım çok daha önemli. Bu nedenle Poe’nun deyimiyle “tek etki” ya da Cortazar’ın bize Arjantinli bir yazardan aktardığı, “Okuru nakavt etmek” önemli. Öykü yazarken aklımdaki tek şey metnin, okurun üzerinde bırakması hedeflenen o yoğun etkidir.