Daha iyisini umut ederken gerçekçi olmak
Geleceğe dair umuttan ve kurtuluştan bahsedebilmek için örgütlü bir çabanın, toplumsal kurtuluş mücadelenin parçası olunmalıdır.

Görsel: Pixabay
Burak BAĞÇECİ
İstanbul
“Toplum bir an için durağanlaştığında, içinde yaşayan insanlar daha fazla değişim olmayacağını zannederler, tıpkı, telefonun doğuşuna tanık olmalarına rağmen uçağa inanmayı reddetmeleri gibi.”*
İçinde yaşadığımız sosyal gerçekliğin, Proust’un tarif ettiğine benzer bir ruh halini de içerdiğini bugün için de söylemek mümkün. Değişimin, dönüşümün ve ilerlemenin, toplumun gündelik yaşamının parçası olmakta zorlandığı zamanlar. Bazen kişisel yaşamımızdaki sorunlar, durumlar ve engellerin aşılabileceğine; ama daha çok toplumsal, yani siyasal olana dair iyimserliğin, inancın, geleceğe dair umudun ayakta tutulmasının zor olduğu zamanlar.
Eğer geleceğe dair ümit bir temenniden, iyimser olmaya ve umut etmeye dair ısrar içi boş bir hayalden ibaret olmayacaksa, bu umudu doğru yerde aramamız gerekir. Gelecek güzel günlere dair umudu ayakta tutmanın zorluğunu aşacak ilhamı bize verenleri hatırlayalım. Bir umut ararken doğru kararın ne olduğunu sadece kendisi gören değil, bize de gösteren Erdal Eren’in ölüm yıl dönümündeyiz çünkü.
Geleceğimiz için ayakları yere basan, yani gerçekçi, bir umuttan bahsedeceksek bu kararın ilk adımı, kişisel yaşamımıza ait sorunlarla toplumsal sorunlar arasında bir bağ olduğunu görmektir. “Hiçbir şey değişmeyecekmiş gibi” hissettiğimizde, eğer kendi durumumuzu değiştirmek istiyorsak, içinde varlık kazandığımız toplumsal ilişkilere bakmaya, onları değiştirmek için çıkılacak yolculuğa buradan başlamaya ihtiyacımız var.
“GERÇEKÇİ” GÖRÜNENİN HAYALPERESTLİĞİ: BİREYSEL KURTULUŞ
İnsanlık tarihi, ta en başından beri, doğal ve toplumsal zorunluluklar tarafından yönlendirilmiştir. Nitekim böylesine bir ilişkiler bütünü içinde yaşıyorsak, buraya bir “zorunluluklar alemi” de diyebiliriz. Peki tarihte hangi doğal veya toplumsal engel bir kişinin tek başına çabası ile aşılabilmiştir? Hangi doğa yasasının bizi kısıtlayan etkisinden tek başına kaçabilmiştir? Örneğin, yer çekimi. Bir insanın bunu aşmak için, tek başına uçak yapıp uçabileceğini iddia etmek deliliktir: Bir uçağın yapımı için gerekli olan bilimsel bilgi, toplumun birikmiş bilgisidir ve o üretim binlerce işçinin koordine çalışmasının sonucudur. Ancak bu faaliyetlerin en ayırt edici özelliği, örgütlü faaliyetler olmalarıdır. Bilimsel bilgi üretimi de endüstriyel üretim de; iş bölümünü, görev ve sorumlulukları, disiplini, zamanın ve kaynakların bilinçli yönetimini, yani planlı bir eylemi zorunlu kılar. Bir uçak ancak böyle, muazzam örgütlü bir emek sürecinin sonucu olarak üretilebilir. Ancak o zaman kütleçekim yasasının insan eylemi üzerindeki sınırlayıcı etkisine müdahale edebilir ve özgürlük alanımızı genişletebiliriz.
Tek bir insanın uçak yapabileceğini iddia etmenin delilik olduğuna kimse itiraz etmeyecektir. Özünde, toplumsal zorunluluklar karşısında da bir başımıza özgürleşebileceğimiz, tek başımıza onlardan kaçabileceğimiz iddiasının da bundan bir farkı yoktur. Toplumların geçirdikleri tarihsel dönüşümler, ilerlemeler, toplumsal mücadelelerin bir sonucudur. Bugün sahip olduğumuz hak ve özgürlükler de yakın tarihin mücadeleleriyle kazanılmıştır. O zaman onları korumak ve genişletmek, ileriyi talep etmek de ancak kolektif bir mücadeleyi gerektirir.
Ama bize bireysel kurtuluşun ışıltılı hayallerini satanlar, bir yandan da bizi, toplumsal kurtuluşumuzdan alıkoymak için adım atarak, buraya açılan yolları kapamaya çalışırlar. Bireysel kurtuluşa mahkûm hissederiz; sonuçta, bizi bir başımıza, örgütsüz ve yalnız kaldığımızda çaresizizdir de. Hiçbir şeyi değiştirebilecek gücümüz yokmuş gibi gelir. İşte Türkiye gençliğinin içinde bir an içi boş umutlar bulduğu, başka bir an umudunu tümden yitirdiği karanlık tablo budur; “kendine yatırım yaptığında” arzuladığı yaşama ulaşabileceği iyimserliğiyle hiçbir şeyin değişmeyeceği, berbat bir geleceğin karamsarlığı arasında gidip gelmenin yorgunluğu.
Zıt gibi görünseler de, bu iki duygu durumu, yalnızca birlikte anlam kazanırlar. Bir başına olmak, bireysel bir kurtuluşun mümkün olduğuna inanmak baştan yenilgiyi ve hiçbir şeyin değişmeyeceğini kabul etmektir. Belki bir gün yurtdışına kapağı attığında, yazılım öğrendiğinde, birkaç sertifika daha topladığında, bir torpil bulduğunda, şirketlerin sponsor olduğu meslek liselerine gittiğinde, kumarla ya da bahisle köşeyi döndüğünde… Bireysel çabalarıyla her şeyin değişeceğine inanmak. Asıl gerçekçi olmayan kurtuluş yolu budur. İçi boş umut buradadır, o yüzden, içi dolu ve son derece gerçekçi bir umutsuzluğa ve karamsarlığa dönüşmesi an meselesidir. Öyle de olur.
Ancak bireysel olanla toplumsal olan arasındaki ilişkiyi kurmak bu kara bulutları dağıtan yegâne şey olacaktır ve bizi şu sonuca götürür: Geleceğe dair umuttan ve kurtuluştan bahsedebilmek için örgütlü bir çabanın, toplumsal kurtuluş mücadelenin parçası olunmalıdır.
Bize, umutsuzluğun ve bireysel başarı masallarının aksini, en zor zamanlarımızda dahi içinde gerçekçi bir umudu bulabileceğimiz mücadeleyi miras bırakan Erdal Eren’in yıllar öncesinden bugüne ulaşan çağrısının en önemli yanı budur. Çünkü Erdal, genç bir komünist olarak, daha lise yıllarında kendi sorunlarının toplumsal yapıdaki temellerini kavramış ve bu yüzden, kendisi ve başka herkes için özlem duyduğu yaşamın ancak herkesle birlikte kurulabileceğinin bilincine varmıştır. Öyleyse bu başka herkes bir araya gelmelidir, ama örgütlü bir biçimde.
DEĞİŞTİRMENİN YOLU ÖRGÜTLÜ MÜCADELE
Örgütlü olmak, değiştirebilecek bir özne haline gelmek demektir. Parasız, bilimsel, demokratik ve anadilde eğitimden insanca çalışma ve yaşama koşullarına kadar, acil ve ortak taleplerin kazanılması, aktüel sorunların çözülmesi gibi meselelerin politik öznesi hâline gelebilmektir. Aksi halde, örgütlü bir şekilde mücadele etmekten, ortak çıkarlar için birleşik bir hareketten imtina edildiğinde, bu kapitalist gerçekliğin duvarları daha da üzerimize gelmeye başlar. Çünkü Proust’un tarif ettiği toplumsal durağanlık yalnızca bir görüngüdür: Çünkü bir şey ileri gitmiyorsa, geri gidiyordur. Sömürü, işsizlik ve yoksulluğun giderek büyüdüğü yerde siyasal gericiliğin, baskı ve saldırıların büyümesi de oldukça doğaldır. Koşullarımızın geriye gidişiyle birlikteliğimizin zayıflığının paralelliği, olağandır.
Gelgelelim, toplumsal mücadelenin bu kadar geriye çekildiği, sınıf mücadelesinde emeğin gücünün belki de tarihin en zayıf döneminde olduğu günlerde “rasyonel” çözüm gerçekten yine de burada mıdır? Bu duvarların ötesine bakabilmek, bize dayatılan düşünme ve yaşam biçiminden sıyrılabilmek için örgütlü bir mücadelenin parçası olunduğunda görülecek olan; aynı zamanda, binlerce yıllık insanlık tarihinin nasıl bir gelişim seyri izlediğidir. Yani, içinden çıkılmaz gibi gözüken tarihsel periyotların insanlık tarihi için aslında ne kadar kısa anlar olduğu ve bu anların nelere yol açabildiği. İnsanlık tarihini ve yöneldiği yeri kavramaya gayret eden bu bakışla, kimilerimize alternatifi yokmuş gibi görünen kapitalizmin de, kendi egemenliğini sağlamasının yüzlerce yıl sürdüğünü görmek zor değildir.
TOPLUMSAL HAREKETLER KALICI KAZANIM ELDE EDEMEDİ Mİ?
Öyleyse toplumsal koşulları değiştirmek iddiasıyla bir mücadelenin parçası olmak, bunun için gereken yeni araçları yaratmanın da iddiasıdır. Bu değişim için gereken araç ve kurumların henüz olmaması, onlardan vazgeçip aynı zincirlerin içinde yaşamaya devam etmenin değil; onları kurmanın, büyütmenin, bir mücadeleyi örgütlemenin iddiası olmalıdır. Çünkü hayal satmak bireysel kurtuluş hikayelerinin yazarlarının işidir. İşçi sınıfı hareketinin, onun örgütlülük düzeyinin, gençlik hareketinin bu denli zayıf ve güçsüz olduğu koşullarda, hareketin parçası olmadan ve bireysel yeteneklerini kolektif bir çabanın unsuru haline getirmeden değişmesini beklemek, değişimi görmediğinde hayal kırıklığına uğramayı beraberinde getirir yalnızca. Kolektif çabanın parçası olmak, işte hayallerden ibaret olmayan gerçekçi bir kurtuluşun ve rasyonel bir umudun yeri ancak burasıdır.
Bertel Ollman sınıf mücadelesinde taraf olmanın, mücadeleyi seçmenin, bir tercih olduğuna dair var olan yanılgıdan bahseder. Ona göre toplumun sınıflara bölünmüşlüğü bütün ilişkilerimizi belirlediğine göre, bu mücadelede zaten tarafızdır, çoğu zamanda yanlış tarafta, egemen sınıfların tarafındayızdır. İnsanlığın bugününü yaratırken geleceğini de şekillendiren buradaki mücadelede taraf olmak tercihe bağlı değildir, tercihe bağlı olan, yanlış tarafta olduğumuzu fark ettikten sonra buna uygun davranmayı seçmektir: Kendi çıkarlarımız için mücadele etmeyi, örgütlü ve mücadeleci bir yaşamı seçmek. Erdal Eren, bütün genç komünistler gibi, bu tercihte bulunmuştur. Örgütlü bir mücadelenin parçası olmuş, bütün yeteneklerini ve çabasını bulunduğu her alanda toplumsal kurtuluş mücadelesini örgütlemek için kullanmıştır. Bugün Türkiye gençliği için de onu anmak, yanlış yerde duran toplumsal varlığını olması gereken yerde konumlandırmayı seçmektir. Örgütlü siyasal mücadelenin saflarında.
*Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde (Kayıp Zamanın İzinde) – Marcel Proust
Evrensel'i Takip Et