7 Aralık 2023 21:25

Çiçekli günler için Erdal’ın bayrağını hiç düşürmemek

Binlerce gençle aynı yolu yürümek, Erdal Eren’in yoldaşı olabilmek ve bunun haklı gururunu yaşamak, uyandığımız her sabahı daha aydınlık hâle getiriyor.

Çiçekli günler için Erdal’ın bayrağını hiç düşürmemek

Aleksandr Bogdanov, Maksim Gorkiy ve Lenin | Fotoğraf: Lenin Müzesi 

Nisa Sude DEMİREL

Boğaziçi Üniversitesi

Dünyayı çatışmalar kavrulur, emperyalist devletler ellerini kana bularken; ülkemizde de arkadaşlarımız tarikat yurtlarıyla, ihmallerle ölüme/intihara sürükleniyor. Kadına şiddet, yoksulluk, niteliksiz eğitim…Tüm bunlar içimizdeki öfkeyi harlıyor. Ve hepimiz aynı anda düşünüyoruz: Bir şey yapmalı.

Pek çoğumuz sınıfsız, sömürüsüz, savaşsız; adil ve eşit bir dünyanın hayalini kuruyoruz. Denizleri biliyoruz, Erdal’ı biliyoruz. Yürüdükleri yolu yolumuz bilip onlardan aldığımız bayrağı daha yukarı taşımanın yöntemlerini arıyoruz. Devrimci mücadelenin önemini en zorlu zamanlardan birinde düşünürken, bir soruyu da soruyoruz: Biz bu sancağı nasıl en doğru biçimde taşıyabiliriz? Ardından bir soru daha, peki bugün neden bunu tartışmanın ihtiyacını hissediyor ve her gün “gerçek bir devrimci” olmanın yollarını arıyoruz?

ETRAFIMIZI ÇEVRELEYEN DÜNYA

Pratik yaşamın kaygıları arasında, bazen, varacağımız yeri aklımızın arkalarına ittiğimiz, yüklendiğimiz sorumluluğun ne derece kritik olduğunu ve her hareketimizin aslında bizden çok daha büyük bir toplamın parçası olduğunu unuttuğumuz oluyor. Neye öfke duyduğumuzu ve karşı olduğumuzu, nasıl bir yolda yürüdüğümüzü hatırlamak o kadar kolay olmuyor her zaman. O yüzden de en temelinde biz, her gün, her an tüm bunları birbirimize hatırlatmakla yükümlüyüz. Gerçek bir devrimci olmanın yolunu arıyorsak, bunu kendimize saklamanın aksine herkese anlatmak zorundayız.

Etrafımızı çevreleyen dünyada olup bitenler, karşımıza çıkanlar ve gayet bilinçli biçimde propaganda edilenler; mevzimizi korumayı, yukarıda saydığımız şeyleri zorlaştırıyor. “Her koyun kendi bacağından” diyorlar, “yeterince çok çalışırsan” diyorlar, “sen kendini sev” diyorlar. Dünyanın bu yangın yeri hâlinde ses çıkarmayı değil de, usulca kafamızı başka yöne çevirmeyi öğütlüyorlar.

DİMİTROV’DAN NOTLAR

Bundan 89 yıl önce Dimitrov, Bulgaristan Komünist Partisi’ne bağlı İşçi Gençlik Birliği (RMS) için yazdığı bir mektupta tüm bunları aşmak ve çalışmayı en verimli hâline getirmek için “Gerçek bir devrimci nasıl olmalıdır?​” sorusuna bir dizi yanıt veriyor. Bizim de bugünden Dimitrov’un çizdiği çerçevenin belli başlı noktalarına göz atmamız tam da bu ihtiyacımızı karşılayabilir, silkeleyebilir ve yürüdüğümüz yolun sonundaki kudreti görmemizi sağlayabilir.

Dimitrov’un en verimli çalışma için çizdiği bir nokta var: Yönetimde en büyük merkezileşme, çalışmada merkezileşmeden en geniş arınma. Gençlik kesimlerinin taleplerini mümkün olan en kitlesel hâle getirirken, en bütüncül ve güçlü örgütlülüğün peşinden giderken aynı zamanda tüm bu talepleri kendi çevremizde en etkili olacak şekliyle örgütlemek. Her bir kişinin kendi yetenekleri ve ilgi alanları doğrultusunda en ilerden sorumluluğu almaktan çekinmemesi, bunları nasıl örgütüne mâl edeceğini araması ve en önemlisi de kendini, geliştirici bir noktada konumlandırması. Bu yükü sırtlayan her bir gencin kendi rengiyle, kendisini, partisinin geleceğinde de konumlandırarak ilerlemeyi hedeflemekte en ileriden cesareti göstermesi. Kendini, partisinin geleceğinde konumlandırma meselesinin üstünde durmak gerektiğini, asıl sorumluluğu bunun doğurduğunu düşünüyorum. Eksiklikleri tespit etmenin biz gençler için sorumluluk alma hevesini kamçılaması, tüm bunları kapatmak için büyük bir sorumluluk hissetmek; mücadelenin genç kuşakları yani bizim için oldukça önemli bir görevi ifade ediyor.

Bu kapsamda, Dimitrov’un işaret ettiği noktalardan, zamanın en iyi ve verimli biçimde örgütlenmesi akla geliyor. Başta söylediğimiz gibi, dönem, zamanı en akıllıca kullanma, çalışmamızı en verimli hâle getirme dönemi. Yalnızca pratik işlerimizi de değil, zamanımızın her anını aynı zamanda kendimizi örgütlemeye ayırmak, zamanımızı incelikle planlamak, bunu da yine beraber ve yan yana yapmak zorundayız. Belki de yılmamak, yorulmamak, en insani hislerden yılgınlığa kapıldığımızda da yanı başımızdaki binlerce elden birine tutunmak zorundayız.

Dimitrov’un uzunca yer ayırdığı, son derece önemli olarak ifade ettiği bir başka konu ise bir silah olarak bahsettiği teorik eğitimler. Bize öğretildiği gibi bir entelektüel birikimden, kendimize sakladığımız, en fazla hoş masalarda “sattığımız” bilgilerden de öte başka bir işlevle, dünyayı değiştirmenin yollarını bulma ve anlatma konusunda “üzerine çok konuşulan ama çok az şey yapılan” teorik eğitimlerin önemine dikkat çekiyor Dimitrov. “Her işçi, her genç, her köylü önce sosyalizm sonra komünizm için savaşmaya hazır olmalıdır” diyor ve bunun yolunun teorik eğitimlerden geçtiğinin altını çiziyor.

Peki dünyayı değiştirme hedefiyle yola çıkan gençler, tüm gençlik kesimleri içinde nerede duruyor? Bizim de bir parçası olduğumuz gençlik, çokça problemle karşı karşıya kalıyor. En bilinenlerinden barınma, geçim derdi başlıca gelse de, her genç, hayatta kimisi kendine özgü sorunlarıyla boğuşuyor. Bu düzeni ve yarattığı tüm sorunları alaşağı etme amacındaki gençler olarak, yarınımızı teminat altına biçimde, Dimitrov’un da ifadesiyle, çalışmamıza gençliği ve açıkça kendimizi koruma sorumluluğunu biçmemiz son derece önemli duruyor.

MÜCADELENİN BİZE ÖĞRETTİĞİ: “ERDAL OLMAK”

Tüm bu saydıklarımızı anlamlı bir yere oturtmak ve en heyecan verici noktaya gelmek için, bir kez daha Dimitrov’un başlığını ödünç alıyorum: “Çok iyi kadrolar yetişiyor.” Kafamızı çevirdiğimizde etrafımızda aynı bizim gibi, tüm bu çürümüşlüğü ortadan kaldırmak için çabukça çalışmaya koyulmuş, sömürüsüz, sınıfsız bir dünya için elini taşın altına koymuş yaşıtlarımızı, sıra arkadaşlarımızı, çalışma arkadaşlarımızı görmek belki de en motive edici etken oluyor. “Kafasının içi kâinatın en güzel şeyi” olan binlerce gençle aynı yolu yürümek, aynı sorulara cevap aramak tünelin sonundaki ışığı büyüttükçe büyütüyor. Bu soruları sormak, yürüdüğümüz yolu hatırlamak, Erdal Eren’in yoldaşı olabilmek, onun darağacına giderkenki direngenliğini taşıyabilmek için çabalamak ve bunun haklı gururunu yaşamak, uyandığımız her sabahı daha aydınlık hâle getiriyor. Çünkü biliyoruz ki, “Ne kadar iyi çalışırsak, sosyalizme o kadar çabuk geçeceğiz.” Çünkü biz şu cümlelerin mirasçısıyız: “Bu işi hep beraber yürütürsek ancak kazanabiliriz. Omuz, omuza, birbirinden güç alarak, birbirine güç vererek. Ve anam, bu savaşı ne pahasına olursa olsun kazanmalıyız, kazanacağız. Kazanacağız ki çiçekli, mutlu günleri hep beraber görelim, senin torunların görsün ve torunlarının çocukları görsün.”

Evrensel'i Takip Et