Çatırdayan Anayasanın ayak sesleri
Darbe Anayasasının değişmesi vaat edilerek yerine konulacak “yeni Anayasanın” demokratik bir hamle olmayacak aksine dinci-gerici siyasi rejimin inşasını hızlandıracak.
Fotoğraf: Evrensel
Bahar
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Cezaevinde tutukluyken 14 Mayıs 2023’te yapılan seçimlerde Hatay’dan TİP milletvekili seçilen Can Atalay, Anayasanın 83. maddesi uyarınca milletvekili seçildiğinden dolayı tahliye edilmesi gerekirken hala hukuksuzca cezaevinde tutulmakta.
NE YAŞANMIŞTI?
Geçtiğimiz aylarda Can Atalay’ın avukatları bu yasa gereğince tahliye talebinde bulunmuştu. Bu talep Yargıtay tarafından 13 Temmuz 2023 tarihli kararla reddedilmişti. Bunun üzerine Can Atalay’ın avukatları Anayasa Mahkemesine hak ihlali gerekçesiyle bireysel başvuruda bulunmuştu.
25 Ekim 2023'te Can Atalay’ın bireysel başvurusunu değerlendiren hukukun en üst mahkemesi olan Anayasa Mahkemesi, “seçilme ve siyasi faaliyette bulunma” ve “kişi hürriyeti ve güvenliği” hakkının ihlal edildiğini ve bu ihlalin ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasına, yargılamanın durdurulmasına ve hükmün infazının durdurularak Atalay’ın tahliye edilmesine karar verdi.
Anayasanın 153.maddesindeki “anayasa mahkemesinin kararları kesindir” hükmüne rağmen Yargıtay, Anayasa Mahkemesinin verdiği bu karara uymadı, ardından da tahliye kararı alan hakimler hakkında suç duyurusunda bulundu. Yargıtayın bu kararı açıkça anayasal düzeni değiştirme teşebbüsüdür. Zira yargıtayın bu kararı hukukun üstünlüğü ilkesini hiçe saymaktadır.
BU KARAR NEYE SEBEP OLACAK?
Türkiye’de siyasi iktidarın uygulamalarının ve bir hukuk devletinde olması gereken ilkelerden gittikçe kopmasına sebep olduğu uzun süredir tartışılıyor. Uzun zamandır yaşanan birçok hukuksuzlukla beraber halkın adalet kurumuna olan inancını yitirdiğini görüyoruz. Düşünce özgürlüğünü ihlal ederek yapılan tutuklamalar, siyasi partilerin kapatılması, kadın ve çocuklara yönelik şiddet faillerine iyi hal indirimleri verilmesi veya cezasız kalması, mafya liderlerinin serbest bırakılması gibi pek çok uygulamayla birlikte Türkiye’de hukuka dair güven zedelenmiş durumda. Yargıtayın kararı da Anayasayı yok sayıp hukukun üstünlüğüne yok sayarak adalet sisteminde derin bir yara açmakta. Hukukun insanların toplum olarak yaşamasını mümkün kılan kuralların bütünü olarak tarif edersek böylesi bir karar bundan sonraki süreçte de herhangi bir hak arama talebinde veya hukuki süreçte siyasi iktidarın yine doğrudan hukuki sürece müdahil olarak kendi tasarladığı rejimin inşası noktasında fikirlerini karar alıcı kurumlara dayatması söz konusu olacağı açıktır. Nitekim inşa edilmek istenen rejimin önemli bir parçası olarak bu kararı iktidarın mevcut Anayasayı görmezden gelip son süreçte sürekli dillendirdiği “Darbe Anayasası” yerine yeni Anayasanın zeminini hazırlama gayesinin bir sonucu olarak yorumlamak da mümkün.
Mevcut Anayasa ile hukuki kararları zaten istediği biçimde çıkartan siyasi iktidarın şimdi yeniden Anayasa’yı gündem yapmasının, değiştirmeyi hedeflemesinin anlamı nedir? Seçimi kazanan gerici ittifak bu kazançlarını dinci-gerici bir anayasa ile “taçlandırmak” istemektedirler. Zaten fiilen uygulanmayan Anayasada sadece bir cümleden ibaret hale getirilen laikliğin de bu yeni Anayasayla birlikte tamamen göz ardı edilerek yerine dini hükümlerin hakim kılındığı bir forma büründürülmek istenmektedir. Darbe Anayasasının değişmesi vaat edilerek yerine konulacak “yeni Anayasanın” demokratik bir hamle olmayacağını aksine dinci-gerici siyasi rejimin inşasını hızlandıracak ve somutlaştıracak bir basamak olacağını Türkiye halkları AKP iktidarının geçmişteki sözde demokratik çıkışlarından edinilen tecrübelerle bilmekte.
Bu deneyimden yola çıkarak söylenebilir ki Anayasa üzerine mevcut iktidarla yapılacak her türlü müzakere ve istişare süreci, yapılacak her türden işbirlikleri açıkça halka ihanet anlamına gelmektedir. Bu sözde demokratik çıkışların emekçiler, kadınlar ve gençler açısından yeni baskılar, kısıtlamalar ve sansürlerle karşımıza çıkacağı aşikardır.
NE YAPILMALI?
Geleceğin savunması olacak hukuk öğrencilerinin bu konuda sessiz kaldığı, üniversitelerdeki özellikle hukuk kulüplerinin bu konuya dair tepkisizliği kariyer odaklı eğilimlerin ağır bastığını; özellikle hukuk öğrencileri için hâkimlik savcılık mülakatının verdiği gelecek kaygısı gençlerin en temel hak arayışında bulunmasının önüne geçecek kadar baskın hale gelmiştir. Bu mesleki kaygıların kendisi öğrencilerin bu derece önemli bir karara karşı bile tepki göstermelerini ve yan yana gelişlerini her geçen gün daha da zorlaştırmaktadır.
Ancak biliyoruz ki hukuk devleti ilkesi temel hak ve özgürlüklerin korunmasının bir teminatı olarak bu ilkenin zedelenmesi, hiçe sayılması halinde her türlü hak arayışımızın karşılıksız kalacağını ve verilecek olan kararların tarafsız olmayacağını öngörebiliyoruz. Hak verilmez alınır diyerek hukuk devletine sahip çıkmak bu noktada hukukçuların asli görevidir ve tüm hukukçular yaşanan bu hukuksuzluklar karşısında etkin rol almalıdır. Bunun da yolu tüm bu hukuksuzluklarla kolektif bir biçimde mücadele etmekten geçmektedir.