Erdal’a sahip çıkanlar kazanacak!
Denizlerden Erdallara antifaşist antiemperyalist mücadele yerli ve yabancı tekellere karşı bağımsız Türkiye talebiyle geçirdiği tüm sınavlardan güçlenerek çıkıyor.
Görsel: İsmail Cem Özkan
Mert AKYILDIZ
Adana
“Her insan Promethe’nin* kardeşidir.” der Paul Eldard. Bu cümlelerin doğruluğuna inanmak için yakın geçmişimize göz atmak yeterlidir. Eğer bugün boyun eğmenin değil, başkaldırmanın esas olduğunu söyleyebiliyorsak şüphesiz ki bu Erdal ve onun gibi nice devrimcinin eşit, özgür ve daha yaşanılabilir bir dünya için verdikleri mücadeleden kaynaklıdır. Peki, kimdir Erdal Eren?
ERDAL’I ERDAL YAPAN
Bir taraftan öğrenci gençliğin bağımsızlık, demokrasi ve tam bağımsız Türkiye şiarıyla yükselen mücadelesi diğer yandan ülkenin her yerine yayılmış işçilerin grev, boykot ve yürüyüşleri…
Bu dönemde Ankara’da ortaöğrenime başlayan Erdal 14 yaşlarında devrimci mücadeleyle tanıştı. Yükselen bu mücadelenin bir parçası olarak, onun içinde gelişti, büyüdü, öğrendi ve ona önderlik etti. Tam da o yıllar da Ankara Orta Öğretimliler Derneğinde faaliyet yürüten Erdal, liselerde peşi sıra eylemlerin, boykotların ve forumların örgütlendiği bu süreçte mücadeleyi en önde göğüsleyenlerdendi.
Erdal bir yandan gençliğin demokratik ve bilimsel eğitim talepleri için mücadele ederken bunun ancak işçi sınıfının merkezinde olduğu, ezilen bütün halk kesimlerinin mücadelesiyle kazanılacak sosyalizmle mümkün olacağını kavramış genç bir komünistti. Böyle bir düzenin ise bir parti örgütüyle başarılabileceğinin farkındaydı. Öğrenci gençliğin mücadelesi ancak işçilerin mücadelesiyle, sınıfın partisinde birleştiği takdirde kalıcı çözümler elde edebilirdi.
Dönem bir taraftan toplumsal muhalefetin gelişkin olduğu bir süreçken bunun karşısında bir taraftan kolluk kuvvetlerinin hak arama mücadelelerini bastırma çabaları, kontrgerilla yapılanmalarıyla birbiri ardına kanlı 1 Mayıs, Çorum ve Maraş katliamlarının örgütlendiği yıllardı.
Bununla doğru orantılı olarak büyük sanayi kentlerinde sıkıyönetim adı altında dernek ve partilerin kapatıldığı, yürüyüş ve grevlerin yasaklandığı yıllarda devrimci öğrenci Sinan Suner yaptığı bir afişleme sırasında MHP’li koruma müdürü bir polis tarafından önce vurulup sonra ekip aracında işkence edilerek öldürülmüştü. Sinan’ın ölümünün ardından düzenlenen protestoda Erdal, bir jandarma erini öldürdüğü suçlamasıyla gözaltına alındı.
Bundan sonraki süreç ise hukuk kural ve normlarının kimler tarafından ve kimin için belirlendiğinin en başat örneklerinden. Askeri Yargıtay’ın iki kere cezayı bozmasına, hiçbir delil olmamasına rağmen karar hızlıca alınmış, Erdal’ın 17 yaşında olduğunu ispatlamak için kemik testi yapılması talebi olmasına rağmen yargı gözlerini yummuş, kulaklarını tıkamıştır. Bütün bunların sonunda 13 Aralık 1980’de Erdal idam edilirken idamını protesto etmek için pankart asmak isteyen Ercan Koca ise işkencede katledilmişti. Erdal’la birlikte toplam 17 devrimci genç 12 Eylül sonrası idam edilirken, tek gayesi adalet, özgürlük ve eşitlik olan binlerce insan işkencelerde ve cezaevlerinde katledilmişti. Onların ardından son bir şey söylemek gerekirse Fransız sosyalist Jean Jaures’in 1789 devrimcileri için söylediklerini tekrarlayabiliriz, “Fırtınada ayakta kalmışlardı ve büyük kasırgaların şimşeğinde korku izi göstermemişlerdi. Gelecek inancının, mutluluğun, insan kalabilmenin anlamıydılar, onurun kızıl karanfilleri.”
12 EYLÜL’ÜN KARANLIĞI TEKELLERE AİT
12 Eylül ile hedeflenen bir taraftan toplumsal muhalefeti ezmek ve böylece burjuvazinin çıkarlarını koruyabilmek, onun ihtiyaç duyduğu halk düşmanı politikaları gerçekleştirmekti. Örneğin 24 Ocak Kararlarına ve bunların uygulanmasının önündeki engellerin nasıl kaldırıldığına bakıldığında bu amaç kendini bir kez daha gösterir. 12 Eylül’ün açtığı yoldan Demirel-Özal ikilisinin yaptığı yabancı sermayeye, borçlanmaya ve ithalata bağımlı bir ekonomik model oluşturulması, tekellerin karını maksimize etmesi, bunun için IMF ve Dünya Bankası yardımıyla uygulanan neoliberal politikaların önünü açabilmekti. Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) Başkanı Halit Narin darbe sonrasında “Bugüne kadar hep işçiler güldü, şimdi gülme sırası bizde” derken Vehbi Koç yazdığı mektupla Kenan Evren’e ekonomiyi nasıl yönetmesi gerektiğini anlatıyor, “Emrinize amadeyim” diyordu. 12 Eylül, en sade ve öz biçimiyle, devletin sermayenin çıkarlarına göre örgütlenmesinin önünde hiçbir engel bırakmazken, tekellerin en gerici ve en saldırgan biçimde devlet örgütlenmesini sağlayarak gerçekleştirdi.
Tam da bu sebeple, tekellerin egemenliğinin bu en sömürücü ve saldırgan biçimi, Erdal Eren’in idam edilmesinin esas gerekçesiydi. Bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm talebinin örgütlenmesi, gençlik kesimlerinin gündelik yaşam ve eğitim taleplerinin gerçekleşmesinin esas güç kaynağı olarak işçi sınıfının iktidar mücadelesine, siyasal adresini işçi sınıfının siyasetine konumlanmasının yok edilmesi 12 Eylül kadrolarının göreviydi. Bu yok etme görevinin amiri, tam da bu sebeple işçi sınıfının ve gençliğin örgütlü güçlerini dağıtmak üzere konumlandırılır. İşçi ve emekçiler 12 Eylül’ün siyasal baskısıyla, uluslararası tekellerin programı olarak İMF eliyle tüm dünyada dolaştırılan neoliberal ekonomik programın altında ezdirilecektir.
SERMAYENİN DEVİR TESLİMİNDE KESİNTİ YOK!
Yıllar içerisinde neoliberal politikalarla beraber burjuvazi zenginliğine zenginlik katarken emekçi halk kesimi gün geçtikçe yoksullaşmaya devam ediyor. Bugün Özal’ın başlattığı neoliberal politikaların en büyük uygulayıcısı olan tek adam yönetimi ülkenin kaynaklarını yerli ve yabancı sermayeye peşkeş çekmeye devam ediyor. Bu yüzden Türkiye gençliği, Cumhuriyet’in 100. yılında bağımsızlık, demokrasi, özgürlük ve eşitliğin belki de hiç olmadığı kadar acil talepler olduğu günleri yaşıyor. Nitekim tek adam iktidarı, 12 Eylül’de çıkarı olan tekellerin ihtiyaçlarını ve yönelimlerini anlamak ve ülkeyi buna uygun yönetmek konusunda tarihin en yetenekli burjuva iktidarlarından biriyken, tekelci sermaye de değişen uluslararası dengelere de bakarak sömürü ve siyasal gericilik konusunda hiç olmadığı kadar saldırgan. Bu saldırganlıktan hem uluslararası rekabet için en ağır sömürü hem de bağımlılık ilişkilerinin daha da derinleştirilmesi sonucu çıkıyor. Yabancı sermayeye “Gelin burada emek daha ucuz, bizim işçimizi sömürün” diyenler, nerede bir grev varsa kolluk kuvvetlerini yerli veya yabancı kapitalistlerin emrine amade kılıyor. Elbette bu kapitalist saldırganlık savaşçı ve baskıcı politikaları da beraberinde getiriyor. Sermayenin paylaşım savaşları için “vatan millet Sakarya” naraları atanlar ülkenin bütün kaynaklarının uluslararası tekellere peşkeş çekilmesinin baş sorumlusuyken, ülkedeki NATO üslerinden veya örneğin İsrail’le sürdürülen ticaretten çıkarı olanların, emperyalistlerin yerli iş birlikçilerinin düzeninde gençliğe ucuz iş gücü olmaktan, savaşlara gitmekten başka bir gelecek var olamıyor. Bunu kabul etmeyenin payına ise işçi sınıfının ve gençliğin örgütlenmesinin, mücadelesinin önünün baskı ve zor yoluyla kesildiği bir “demokrasi” düşüyor. Ancak, gerçek bir demokrasi mücadelesi de, onun içinde gelişmiş gençlik mücadelesi de kesintisiz sürüyor. 12 Eylül temsil ettiği gerici tekelci sermayenin siyasal takipçisi tek adam iktidarıyla sürdürülürken, Denizlerden Erdallara antifaşist antiemperyalist mücadele yerli ve yabancı tekellere karşı bağımsız Türkiye talebiyle geçirdiği tüm sınavlardan güçlenerek çıkıyor. Güçlenerek ve yenilerek. Sermayenin kesintisiz devamcıları karşısına, gençlik mücadelesinin geleneği ve birikimi dikiliyor.
2023 TÜRKİYESİ
Erdal’ın yaşamına yön veren ve onu toplumsallaştıran olay ve koşullar günümüze hiç uzak değil. Bir taraftan o dönemden beri kazanılan bütün sosyal haklarımıza sistematik saldırılar devam ederken Türkiye gençliği ekonomik cenderenin tam ortasında bulunuyor. Barınma, beslenme ve ulaşım üçgeninde boğuluyor, işsizlik ve geleceksizlikle karşı karşıya bırakılıyor. Bir taraftan işçi gençler esnek, sigortasız ağır mobing ve sömürü koşulları içerisinde önünü dahi göremiyor. Mesleki eğitim adı altında çocuk işçiliği bizzat devlet tarafından meşrulaştırılıyor. MESEM ve meslek liselerinde öğrenciler düşük ücretlere saatlerce çalışmak zorunda bırakılıyor. Üniversite öğrencileri bir yandan okurken diğer taraftan çalışmak zorunda kalıyor. Atanmış rektörlerle birlikte öğrencilerin söz hakkı ve inisiyatiflerinin olmadığı üniversiteler dizayn edilmeye çalışılıyor. Öğrenci topluluk, kulüp ve ÖTK’ların pasifize edildiği, öğrencilerin taleplerinin karşılanmak bir tarafa baskı ve korkuyla sindirilmeye çalışılıyor.
Fakat bütün bu olumsuzlukların yanında bugün Türkiye gençliğinin mücadele etme eğiliminin de arttığı bir tabloyu görüyoruz. Geçtiğimiz ay Zeren Ertaş’ın yaşamını kaybettiği asansör faciasından sonra onlarca şehirde öğrenciler bir yandan ihmaller sonucu gerçekleşen faciayı protesto etmek için hem de yurt koşullarının iyileştirilmesi için yurtlarda, üniversitelerde ve şehir meydanlarında eylemler düzenledi. Diğer taraftan kayyum rektörlere karşı özerk üniversite talepleri, yemekhane-kantin protestoları, üniversitelerde cinsel tacizi önleme birimlerinin kurulması için kadın öğrencilerin mücadelesi tam da bütün bu olumsuz koşulların karşısında konumlanıyor. Son yıllarda gerçekleşen bütün grev ve iş bırakma eylemlerinde genç işçiler en önde yer alıyor.
ERDAL GİBİ ERDAL’IN ÖRGÜTÜYLE
İşte gençliğin bu karanlık koşulları dağıtmasının tek yolu sırtını buralara dayamak ve kolektif bir mücadeleyi buradan oluşturmaktır. Erdallardan alacağımız en önemli miras onların örgütlü mücadelesidir. Bugün gençliğin örgütlü mücadeleye uzak olması kendi yaşamına da uzak olması demektir. Bireysel çözüm yollarımızın, beş senede bir sadece oy kullanmamızın hiçbir gerçekçi çözümünün olmadığını görürken her geçen gün şartların daha kötüye gitmesine yaşantımızla şahit oluyoruz. Bundandır ki gençlik bu çıkmazdan kurtulmak için kendi örgütlerini yaratmalı buralarda bir araya gelmelidir. Bu kimi zaman topluk, kulüp, öğrenci temsilcilikleri, kimi zaman yurt-fakülte komiteleri, meslek örgütlerinin gençlik komisyonlarıdır. İşçi gençlik açısından sendikalar, mahalle dernekleri, işçi komiteleridir.
Diğer yandan Erdallardan öğreneceğimiz bir başka gerçeklik ise bütün bu örgütlerin tek bir siyasal platform etrafında, bilimsel sosyalizm ile birleşmesi gerekliliğidir. Bugün Emek Gençliği bir yandan bulunduğu her alanda gençliğin talepleri, istekleri ve özlemleri doğrultusunda birlikte ve örgütlü mücadeleyi örgütlemeye çalışırken bunun nasıl bilimsel sosyalizmle birleşeceğine dair siyasal bir programa dayanıyor. Türkiye gençliğinin kendi geleceğini nasıl kazanacağının parolasını Erdal’ idamından önce annesine yazdığı mektuptaki bir cümleyle sunuyor, “Omuz omuza, birbirinden güç alarak, birbirine güç vererek.”
Promethe: Yunan mitolojisinde tanrılardan ateşi çalarak insanlığa bağışlayan mitolojik karekter.