11 Aralık 2023 04:40

Arap basını: Putin denklemin dışında olmadığını hatırlattı

Arap basınında Putin'in Körfez turu ele alındı. Ukrayna savaşı nedeni ile zor durumda olan Putin’in elinin rahatladığına ve Körfez çıkartması ile kendini yeniden hatırlattığına dikkat çekildi.

Fotoğraf: Kremlin

Paylaş

Yusuf ERTAŞ

Arap basınında, Gazze savaşı, COP28 İklim Zirvesi, Putin’in Körfez ziyareti öne çıktı. Haber ve yorumlarda, Ukrayna savaşı nedeni ile zor durumda olan Putin’in elinin rahatladığına ve Körfez çıkartması ile kendini yeniden hatırlattığına dikkat çekildi.

Ateşkesin sona ermesinin ardından İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarına başlaması Arap basınında öncelikli gündem olmaya devam ediyor. Gözlemciler, bir yanda İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarının tüm şiddetiyle devam ettiğine diğer yandan bölgesel ve uluslararası güçler tarafından ateşkes çağrıları yapıldığına dikkat çekiyor. ABD’nin, ateşkes talebini veto ederek “Katliamın durmasını engellediği” vurgulanıyor.

COP28 ZİRVESİNDE ‘ZAMANLAMA’ TARTIŞMASI

BAE’nin başkenti Dubai’de düzenlenen ve 180’den fazla devlet ve hükümet başkanının katıldığı Birleşmiş Milletler “COP28” İklim Konferansı Arap basınında eleştirilere neden oldu. Konferans, Gazze’de İsrail Filistinlileri katlederken “Bir iklim zirvesi düzenlemenin zamanı mıydı” diye sorgulandı. Körfez basını COP28’in BAE için kâr zarar hesaplarını öne çıkardı. BAE’nin zirveden kazançlı çıktığının altı çizildi. Mısır basınında ağırlıklı olarak her ikisinin de önemli olduğu vurgulandı. Lübnan, Ürdün ve Körfez bağlantılı olmayan Arap basını ise zirvenin zamanlamasına karşı çıktı ve zirvenin gölgesinde bazı bölgesel kartların yeniden karıldığı ve İsrail ile normalleşme girişimlerinin yeniden canlandırılmaya çalışıldığı savunuldu.

PUTİN’İN KÖRFEZ ÜLKELERİ ZİYARETİ

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in geçtiğimiz çarşamba günü Riyad’a, ardından da BAE’ye yaptığı ziyaret ABD ve Avrupa’nın kendisini uluslararası düzeyde yalnızlaştırma çabalarına karşı bir meydan okuma olarak ele alındı. BAE’ye geçişinde kendisine dört Rus savaş uçağının eşlik etmesi ve BAE silahlı kuvvetlerinin Amerikan savaş uçakları ile havada Rus bayrağı çizmesi bir güç gösterisi olarak değerlendirildi. Londra Merkezli Al Arap gazetesi ziyaretin, “Suudi Arabistan’ın izlediği üretimi azaltma politikasına ilişkin anlaşmazlık sinyallerinin ve üye devletlerin, özellikle de BAE gibi nüfuz sahibi ülkelerin paylarına ilişkin sorunların ortaya çıktığı bir döneme” denk gelmesine dikkat çekti.

 SUDAN BÖLÜNMENİN EŞİĞİNDE

Arap basınında öne çıkan konulardan biri de Sudan oldu. Ordu güçleri ile daha önce sivil hareketlere karşı ordu ile birlikte hareket eden paramiliter bir güç olan Hızlı Destek Güçleri arasında devam eden savaşın ülkeyi bölünmenin eşiğine getirdiğine dikkat çekildi. Gözlemciler, çatışmaları “Halkının çıkarlarını feda eden generaller arasındaki bir güç mücadelesi” olarak değerlendirdi. Çok sayıda siyasi gözlemci, Sudan’ın, 30 yıl hüküm süren Ömer Beşir’i deviren aralık 2019 devriminin taleplerini uygulamamanın bedelini ödediği görüşünde. Gözlemciler, “İktidarın koşulsuz halka devredilmesi, ordunun kışlaya çekilmesi ve Hızlı Destek Birlikleri dahil tüm paramiliter güçlerin dağıtılması” olan devrim taleplerinin hiç birisinin yerine getirilmediğine, aksine “Büyümek, çoğalmak ve silahlanmak için arenanın Hızlı Destek Kuvvetlerine bırakıldığına” vurgu yapıyor.


ARAP VE ULUSLARARASI ACİZLİK VE SUÇ ORTAKLIĞI

Beşir El BEKİR
Al Arabi Al Cedid

Arap Birliği; Riyad’da Arap-İslam zirvesi yapmasına, Çin ve diğer ülkeleri ziyaret eden heyetler oluşturmasına rağmen sesi zayıf, konuşması yalvarıcı ve yatıştırıcıydı.

Kardeş bir halkı katleden savaş suçlarından bu kadar uzaklaşmanın nedeni Arap Birliğinin perişan bir duruma gelmesi dışında açıklanamaz. En önemlisi Arapların Gazze’ye yönelik pozisyonlarının bir dizi çöküş, geri çekilme, iç yenilgi ve dar yerel hesapların sonucu olmasıdır. Buna göre Arap dünyasını sadece dayanışmanın çöküşü değil, aynı zamanda bağımsız karar alma yeteneğinin kaybı açısından da neyin beklediği önem kazanıyor.

Halk katılımı düzeyinde de durum, resmi durumda olduğundan daha iyi değil. Bazı Avrupa şehirlerinde en geniş ölçüde dayanışmanın tavan yapması Arap ülkelerinde pek yaşanmadı. Halk desteğinin azlığı Gazze’ye en yakın nokta olan Mısır’dan başlıyor ve bir Arap ülkesinden diğerine aşağı doğru yuvarlanıyor ve hükümetin yasağı nedeniyle tek bir dayanışma gösterisinin bile gerçekleşmediği Cezayir gibi bir ülkede sıfıra ulaşıyor. Resmi söylem gürlerken, savaş karşıtı ses sönüyor.

Cezayir’de Gazze ile dayanışma gösterilerinin engellenmesi, doğrudan rejimin devrilmesini talep eden halk hareketinin geri dönmesi korkusundan kaynaklanıyor. Ancak bazı Arap ülkeleri Gazze ile dayanışmayı açıktan engelliyor ve İsrail’le suç ortaklığı yapıyor. Bu ülkeler, İsrail’in Gazze Şeridi’ni ele geçirmesini ve Hamas’ı ve silahlı direnişi temsil eden her şeyi ortadan kaldırmasını bekliyor.

Acizlik sadece Araplarla ilgili değil. Aksine, Gazze’ye destek için “birleşik alanlar” sloganını öne çıkaran İran gibi sözlü patlamaları durdurmayan ülkeler de aynı aciz tutumu sergiledi.

Acizlikten uzak durmaya ve suç ortaklığına kadar Çin’den Rusya’ya ve bazı Avrupa ülkelerine doğru pozisyonlar değişiyor. Pekin ve Moskova’nın Filistin meselesinde etki denkleminin dışında kaldığı ve doğrudan çıkarlarının sınırları dışında ABD’yle karşı karşıya gelmemeye çalıştığı açıkça ortaya çıktı.


GAZZE... SAVAŞIN DÖNÜŞÜ

Ömer HAMZAVİ*
Al Kuds Al Arabi

Gazze’deki savaş, ateşkes günlerinin ardından geri döndü ve geri dönüşüyle birlikte, sosyal medya ağlarında dolaşan ve Ortadoğu’yla ilgilenen veya çalışan medyanın aktardığı haberlere korkunç cinayet, kan ve yıkım sahneleri hakim oldu.

Son birkaç gündür Ortadoğu ve dünya, COP28 İklim Zirvesinin Dubai’de düzenlenmesi ve bu zirveye sunulan ve görmezden gelemeyeceğimiz birçok acil konu ile de meşgul oldu.

Ancak Gazze’de yeniden başlayan savaşın Ortadoğu’da kamuoyunun ruh hali üzerindeki son derece olumsuz insani, ahlaki ve siyasi etkisi, bölgemizdeki bazı kişilerin iklim zirvesi düzenlemenin gerekli olup olmaması konusunu sorgulamasına yol açtı. Filistin’deki kardeşlerimiz her gün ölümle, evsizlik ve yerinden edilme tehlikeleriyle karşı karşıyayken ve büyük güçler onları korumada başarısız olurken, küresel çevresel değişim ve bunun yansımaları gibi konularla ilgilenmek ne kadar önemli?

Aslında bu tür sesler ve görüşler, tehlikeli bir kafa karışıklığına yol açıyor. Bir yandan çevresel değişimin zorlukları ve tehlikeleri, insan varlığımızı kapsamlı bir şekilde tehdit ettiğinden ertelenemez. Öte yandan COP 28 İklim Zirvesinin daha önce planlanan tarihte Birleşik Arap Emirlikleri’nin Dubai şehrinde yapılması, Gazze’deki savaşa olan bölgesel ve küresel ilgiyi azaltmıyor.

Özel olarak Gazze’ye ilişkin veya genel olarak Filistin meselesine ilişkin COP28’den korkmanın hiçbir gerekçesi olmadığı gibi, çevresel değişimin hepimize yönelik varoluşsal tehdidini unutmanın da hiçbir nedeni yoktur. Hem Filistin halkının meşru ve adil hakları, hem de uyum ve çevresel değişimle mücadele tamamen merkezi olan ve ertelenemeyecek sorunlar arasındadır ve bunları karşı karşıya getirmekten vazgeçmeliyiz.

*Mısırlı Yazar ve Akademisyen


BATI VE ARAP-İSRAİL ÇATIŞMASI!

Jassim Al SHAMMARİ
Al Şark/Katar

Filozof Noam Chomsky, daha önce dünyanın Filistin meselesini ihmal etmesinin nedenlerine ilişkin bir soruyu yanıtlarken şöyle demişti: Yaşadığımız dünya size gücünüz, nüfuzunuz, paranız ölçüsünde haklar veriyor ve Filistinliler bunlara sahip değil!

Görünen o ki Filistin direnişi, uluslararası toplumun dikkatini kendi haklı davasına çekmek için gücünün yeterli olduğu konusunda herkese güvence vermek istiyor.


PUTİN OPEC+’TEKİ SIKINTILARI ÇÖZMEK İÇİN BAE VE SUUDİ ARABİSTAN’DA

Al Arap

ABD’nin petrol üretimini artırması, önde gelen OPEC+ ülkeleri arasında siyasi ve üretim koordinasyonunu gerektiriyor.

Suudi Arabistan’ın izlediği üretimi azaltma politikasına ilişkin anlaşmazlık sinyallerinin ve üye devletlerin, özellikle de BAE gibi nüfuz sahibi ülkelerin paylarına ilişkin sorunların ortaya çıktığı bir dönemde, OPEC+ uyumu meselesi, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in BAE ve Suudi Arabistan ziyaretinin ana konularından biriydi.


RUSYA VE SUUDİ ARABİSTAN: GEÇMİŞTEKİ ORTAKLIK VE GELECEĞE DAİR BEKLENTİLER

İmil EMİN*
Şarkul Awsat

Çar Vladimir Putin, Suudi Arabistan Krallığı ziyaretine “Rusya ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkilerin gelişmesini hiçbir şey engelleyemez” sözleriyle başladı. Ziyarette, günümüzde herkesi çevreleyen felaketler denizinde çalkalanan arzulara ve ruh hallerine rağmen Rusya’nın geçmişe dayanan bir ilişkinin biçimini ve boyutlarını geleceğe dair beklentilerle derinleştirmek yönündeki niyeti açıkça görülüyordu.

Gözlemciler ziyareti özel ve önemli olarak tanımladılar. Ancak gerçek şu ki özellikle bölgenin içinden geçtiği hassas koşullar ve Rusya’nın Ukrayna krizi ve NATO ile çatışma arasında bölgesel ve küresel düzeydeki durumu göz önüne alındığında, ziyaret bundan daha fazlası... Yani bu, bir ziyaretten daha fazlasını ifade eden, hatta ikili ve ortak ilişkilerle ilgili görüş alışverişinin ötesine geçen bir adım.

Başkan Putin ile Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın beden dili, belki de dünyanın soyut pragmatizm veya aydınlanmamış narsisizmden ziyade bir dostluk ve hayal ortaklığı olduğuna dair rasyonel inançlardan kaynaklanan açık bir uyumu gösteriyordu(…)

Putin’in enerji dünyasında büyük çıkarları var çünkü şu ana kadar Batı’nın kendisine uyguladığı tüm yaptırımlara karşı koymayı başarabildiyse de en çok korktuğu şey petrol fiyatlarının çöküşü. Bu durum, kış mevsiminin eşiğinde ülkesi için derin endişeleri temsil ediyor ve Suudi Arabistan ile koordinasyonun sebebi de bu.

Atlantik Konseyinin kıdemli uzmanlarından Rich Outzen, Suudi Arabistan’ın Putin’i kabul etmesini, Rusya’nın ABD’nin dostları arasında bile diplomatik olarak izole olmadığının bir işareti olarak tanımlıyor.

Aslında bu ziyaret birçok ülkeye, dosta da düşmana da çeşitli mesajlar taşıyor. Bu mesajlardan biri de örneğin Arap zihniyetinde bir şeylerin kıpırdadığı ve özellikle Gazze’de yaşanan acının derinliğinin gölgesinde, artık belirli ittifakların tutsağı olmadığıdır.

İlk mesaj, Arap ülkelerinin artık tarihsel siyasi çizgilerin dışında azimle düşünüp kararlı hareket edebildikleridir. Geçmişte özellikle Batı, bölgenin mukadderatına hakimken, artık Arap ülkeleri farklı stratejik eksenlerde sorunlara çözüm üretebilecek kapasitede görünüyorlar.

Mesela Gazze savaşını takip etmek için kurulan Arap-İslam Komitesinin ziyaretlerinin ilk durağı Rusya ve Çin oldu ve bu da, uluslararası toplumun birden fazla güce doğru genişlediğini ve artık sadece Amerikalı ya da Avrupalı ​​olmadığını gösteriyor.

Aynı zamanda Putin’in bu ziyaretle gerçekleştirdiği akıllı hedeflerden biri de dış politikasının etkinliğini vurgulamak. Bu ise Rusya içindeki konumunu güçlendiriyor, zira böyle bir ziyaret, Rusya’nın güvenebileceği dostlarının bulunduğunun, Ortadoğu ve özellikle Arap Körfez bölgesinin, olayların giderek hızlanan seyrini büyük ilgiyle seyreden Rusya ile büyük bir etkileşim ve uyum içerisinde olduğunun yeterli kanıtıdır.

Rusların, diplomasisi ne emperyalist üstünlükçülük ne de mezhepçi ya da etnikçi kotalar bulundurmayan, aksine bugün ve gelecekte ‘kazan-kazan’ formülünü tercih eden Riyad ile dostluk köprüleri ve yaratıcı iş birliği yoluyla ulaşmayı hedeflediği başka ekonomik hedefler var mı?

Rusların, Suudi Arabistan’ın tamamını saran büyük ekonomik uyanışı takip ettikleri kesin. Rusya Doğrudan Yatırım Fonu Başkanı Kiril Dmitriyev’e göre, Fonu’nun önümüzdeki iki yıl içinde Suudi Arabistan’dan 1 trilyon ruble (10.8 milyar dolar) değerinde yatırım çekmeyi ummasının nedeni de bu.

Putin’in Suudi Arabistan ziyareti, Krallığın savunma ve güvenlik deneyimlerinin yanı sıra ekonomik ve bilimsel çıkarların paylaşılmasına yönelik bir ilişkiler ağı aracılığıyla açılıma ve çoğulculuğa inanan farklı bir enternasyonalizm geliştirme düzeyindeki aktif katılımını vurguluyor. Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın, ziyareti sırasında Putin’i çok özel bir konuk olarak ağırlama faaliyetleri kapsamında yaptığı konuşmada değindiği kapsamlı vizyon da işte buydu.

Ortadoğu ve Arap Körfez bölgesinin birçok gerilimi ortadan kaldırmak ve uzun süren krizlerin kozasından çıkmak için daha fazla uluslararası eyleme ihtiyacı var. Bu da ancak samimi ve iyi niyetli kolektif uluslararası eylemle başarılabilir.​


SUDAN KOMÜNİST PARTİSİ: SUDAN HALKININ TALEPLERİNİN ARKASINDAYIZ

Al Taghyeer

Sudan Komünist Partisi, savaşın durdurulması yönündeki çağrıları memnuniyetle karşılamasına rağmen, yakın zamanda Etiyopya’nın başkenti Addis Ababa’da düzenlenen sivil güçler koordinasyon toplantılarının sonuçlarına ilişkin çekincelerini dile getirdi. Uluslararası toplumun bazı tarafları, kendi amaç ve çıkarlarına ulaşmak için, “Ehlileştirilmiş, devrimin amaç ve sloganlarıyla çelişen” bir otorite ve yapıyı dayatmaya çalıştıklarına dikkat çekildi.

Partinin siyasi bürosu tarafından yapılan açıklamada, “Biz, sadece ciddi hataların eşlik ettiği demokratik geçiş sürecini tekrarlamayı değil, krizin yeniden üretilmesini ve zamanın geriye döndürülmesini de reddediyoruz ve halkımızın savaşı durdurmayı devrimi yeniden tesis etmeye ve hedeflerine ulaşmaya bağlayan tutumlarından geri çekilmeyi reddeden tutumumuzu koruduğumuzu ilan ediyoruz” denildi.

Açıklamada, yapılan ciddi hataların, ordu ile Güvenlik Komitesinin iktidardaki ortaklığını meşrulaştıran ve milisleri iktidarda tutan “kusurlu” anayasal belgenin imzalanmasıyla başladığı, barışı sarsan, çatışmaların yayılmasına neden olan Cuba Anlaşması ile devam ettiği ve 15 Nisan 2023 savaşıyla noktalandığı belirtildi. Bu yolun aynı taraflarca onarılması halinde en iyi ihtimalle yeni bir kan ortaklığına yol açacağı ifade edildi.

Açıklamada, Sudan Komünist Partisi’nin, halkın, “Devrim halkın devrimi, otorite halk otoritesi ve ordunun kışlaya çekilmesi ve milislerin (Hızlı Destek Birlikleri) dağıtılması” şiarlarıyla dile getirdiği taleplerinin arkasında olduğu belirtildi ve “savaşın her iki tarafının da siyasi ve cezai açıdan sorumlu oldukları” vurgulandı.

SUDAN’IN ASKERİ DARBELERDE KAYBETTİKLERİ

Hammour ZİADA
Al Arabi Al Cedid

Bazı açılardan Sudan’ın siyasi tarihi, bir dizi “askeri yönetim hakkı” gibi görünüyor. Ülke yarım yüzyıldan fazla askeri yönetim altında yaşadı. Bu nedenle Sudan devletinde askeri kurumun rolü göz ardı edilemez. Sudan, 16 Kasım 1958 akşamına kadar bölgedeki az sayıda demokratik ülkeden biriydi. Bu, bağımsızlığını yeni kazanan devletin ilk sivil yönetim deneyimiydi. Ortaya çıkan her deneyime hatalar ve kötü şeyler eşlik eder. Bu deneyim devam etseydi, yarım asırdan fazla bir süre sonra bugün bölgede vatandaşlarına insana yakışır bir yaşam sağlayacak özgürlüklerin ve adaletin egemen olduğu gerçek bir demokratik devlete sahip olmak mümkün olacaktı. Ancak ordu 1958, 1969, 1989 ve ardından 2021’de her zaman tetikteydi.

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri António Guterres’in tanımladığı gibi, Sudan’ın bugünkü savaşı “Halkının çıkarlarını feda eden generaller arasındaki bir güç mücadelesidir.” Bu savaşa ancak 25 Ekim darbesinin doğrudan bir sonucu olarak bakılabilir. Dolayısıyla ateşkes sonrası yaşanacak her türlü siyasi süreçte ordunun iktidardan ayrılmasının, darbeler döneminin sona ermesinin ve askeri kurumun günahını kabul etmesinin önemi her zaman akılda tutulmalıdır.

İtiraf ilk adımdır, özür ise ikinci adımdır.

Gücü savaş ganimeti olarak gören askeri doktrinin değiştirilmesi, modern tarihinde istikrarı neredeyse hiç tatmamış bir ülkenin istikrarı için gereklidir.

ÖNCEKİ HABER

Murat Özveri’nin Türkiye İşçi Hukuku kitabı yayımlandı: ‘İşçisiz iş hukukuna bir itiraz’

SONRAKİ HABER

Hatırlayamadıklarımız üzerine | Yazar ve Akademisyen Zehra İpşiroğlu ile söyleşi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa