11 Aralık 2023 04:30

Fabrikada işçi, dışarıda yönetmen ve senarist

"Günde 8 saat bizi öldürüyor, köreltiyor. Bu derece fiziksel ve mental olarak zorlu işte çalışan insanlar, koşulları uygun olsa, zamanı olsa kendi yeteneklerini de keşfetmez mi?"

Fotoğraf: Pixabay

Paylaş

Gözde Meydan
Kocaeli

Yoksulluğun giderek derinleştiği bir dönemde sadece temel ihtiyaçların karşılanabilmesi için işçilerin günde 8 saat çalışması yetmiyor. Günde 10 saati aşan çalışma süreleri, işçilerin ev ile fabrika arasında kalan alanlarda zaman geçirmesini engelliyor. Sosyal hayatın, görece pahalı olmayan bir kafede arkadaşlarla buluşmadan öteye geçmediği işçiler için kültür sanat faaliyetleri de yok denecek kadar az. “Fırsat verilse işçi yeteneğini keşfetmez mi” diyor fabrikada İşçi, dışarıda Yönetmen ve Senarist Feyyaz. Kocaeli’de bir metal fabrikasında vardiyalı çalışan, kendisi gibi işçilerle bir ekip oluşturarak film çeken Feyyaz, “Sinema bizim için bir meydan okuma hali” diyor.

Bize biraz kendinden bahseder misin?

13 yaşından bu yana çalışıyorum. Yetiştiğiniz toplumdan dolayı belli bir yaştan sonra “Erkek adam ailesine yük olmaz” fikrini kabul etmiş oluyorsunuz ister istemez. İlk başta yaz aylarında çalışmaya başladım, sonra da çok sıkıldığım için lise okumayı bıraktım. Sanıyorum hayata dair öğrendiğim ne varsa bu iş deneyimlerinden öğrendiğimi söyleyebilirim. Filmlerime, hikayelerime de çok katkısı oldu bu deneyimlerin. Mesela, garsonluk yaptığım dönemlerde gelen müşterilere bakar, ses tonuna hitabetine göre bir karakter yaratıp onlarla ilgili hikayeler uydururdum.

Film yönetme hevesimin ne zaman başladığını da hatırlıyorum. Liseye başlayacağım günden bir gün önce Otomatik Portakal filmini izlemiş ve çok etkilenmiştim. Ertesi gün sınıfta herkes sırayla kendi tanıtıp ilerde ne iş yapmak istediğini söylediğinde, ben de önceki gün izlediğim filmin de etkisiyle “Yönetmen olmak istiyorum” dedim. O gün bugündür böyle bir uğraşın içindeyim.

Bir fabrikada, bir buçuk yıla yakındır vardiyalı işçiyim aynı zamanda. Fabrikada İşçi Feyyaz, dışarıda Yönetmen ve Senarist.

Eğitim hayatın orada sonlandı mı peki?

Hayır bitmedi. Liseyi bırakıp tam zamanlı çalışmaya başlamıştım. Bir gün üniversite okuyan arkadaşımı ziyaret ettikten sonra üniversite okumaya karar verdim. İstediğim bir şehirde, okumaktan keyif aldığım bir bölümü kazandım. Okumak için gittiğim şehre ayak bastıktan 4 gün sonra da iş bulup çalışmaya başladım. Ama bu çok yorucu. Aile evinden uzakta üniversite okuyor ve tam zamanlı çalışıyordum. Bu tempoda film çekebilmem imkansızdı. O yüzden aile evinde üniversite okumaya karar verdim ve geri döndüm.

"ÇEKİMLERİ VARDİYALARA GÖRE AYARLIYORUZ"

Film ekibinden bahseder misin?

Çekirdek kadronun tamamı benim gibi fabrikada işçi. Zaman zaman ekibe dışarıdan dahil olanlar oluyor. İki kısa film çektik, festivallere de gönderdik. Oralardan bir geri dönüş olmadı beklediğimiz gibi. Zira o iki film bizim acemiliğimizi üzerimizden atmak üzere yaptığımız filmlerdi doğrusunu söylemek gerekirse. Şimdi ise üçüncü filmimiz için Kültür Bakanlığından yapım desteği aldık, bu bizim beklemediğimiz bir başarıydı. O film için çalışmaya devam ediyoruz. Tabii vardiyalarımızı da ona göre ayarlıyoruz. Mesela gece vardiyası bizim film çekebilme ve diğer eksikler üzerinde çalışabilme haftamız adeta.

Peki hem fabrikada çalışmak, vardiya dönmek hem de film yapmak zor olmuyor mu?

Zor tabii. Garsonluk yaparken bunu yapmak görece daha kolay belki. Şimdi ise fabrikada işten çıkıyorsun, bazen fazla mesaiye de kalıyorsun ve eve gittiğinde de iş bitmiyor aslında. Çünkü bedenin hâlâ iş yerinden getirdiğin yorgunlukla boğuşuyor. Vücudunun her yanı ağrıyor, ayak ve el ağrısından duramıyorsun. Bel ve sırt zaten tahmin ettiğiniz gibi… Bir taraftan da ödenmesi gereken faturalar, kira, geçim derdi ile boğuşuyorsun.

Her şey gibi film çekmek de sınıfsal bir mesele. Bu sektörün içinden, özellikle İstanbullu arkadaşlar tarafından “Sizi de tebrik ederiz, taşrada film çekmeye çalışıyorsunuz” diyen üstenci kişilerle de denk geldiğimiz oldu. Katlanamadığımız bir tavır. Bu durumlar sinemaya bakışımıza da etki ediyor. Sinema önceleri bizim için tutku ve kendini ifade edebilme yöntemiyken artık sadece bunlarla kalmıyor. Sinema bizim için ayrıca sınıfsal bir meydan okuma haline de geldi.

Sürekli sınıfsallık vurgusu yapıyorum çünkü her şey sınıfsal ne yazık ki. Aşk dahi. Hatta belki de en sınıfsal şey o. Bu da elbette başlı başına farklı bir konu.

EKİBİN TAMAMI ÇALIŞIYOR

Bu çok alışıldık bir şey değil. Hem bu kadar yoğun mesaili hem de tempolu bir iş yerinde çalışırken emek ve zaman isteyen başka bir uğraşının olması çok yaygın bir durum değil sanki?

Fabrikada İşçi Feyyaz, dışarıda Senarist, Yönetmen, evde de uyuyan Feyyaz. Tabii bu durum nedeniyle kişilik bölünmesi yaşıyorum, zorlanmıyorum diyemem. Öte yandan yaptığımız şey içinde bulunduğumuz için bizim normalimiz. Yerimizde olan herkes böyle yapmaz mı? Birileri daha zengin doğar, bizim o taraftan olmadığımız belli ve kısıtlı zamanlarda kısıtlı imkanlarla büyük ve etkili şeyler yapmak istiyoruz. Koşulların böyleyse eğer kısa film yapabilmek için uğraşman gereken çokça ayrıntı var; diğer yandan ekibin tamamı çalışıyor, onları da toplamak zorundasın. Evet belki çok alışıldık değil ama biz içinde olduğumuz için normal geliyor.

Peki fabrikaya dönüp baktığında ne görüyorsun?

Herkes makineleşmiş gibi geliyor ama öyle olmadığını da biliyorsun. Genel bir kabullenme hali de var. Dediğim gibi “Birileri zengin doğar, zengin yaşar ve öyle de ölür. Biz zengin doğmadık ve çalışarak para kazanmak zorundayız” düşüncesi var insanlarda. “Bu koşullar normal değil, aldığımız maaş normal değil ama hayat böyle” diye bakıyor insanlar. Belki de bunca zor koşul karşısında kafayı yememek için kabullenmek tek çare gibi görülüyor.

O yoğun tempo içinde bu koşullara dair oturup konuşabileceğin vaktin bile olmuyor, mola vakti olan o 10 dakikada sigara yakıp telefona bakmak, genel geçer şeylerden konuşmak tercih sebebi gibi. Onları da anlıyorsun, kendini de anlıyorsun. Yine de fabrikadaki herkesin ayrı bir hikayesi var, zaman geçirdikçe daha iyi görüyor ve biliyor insan. Biz de buralardan besleniyoruz, bir gün bu hikayeleri anlatabilmeyi umuyoruz.

"ÜRETMEK İÇİN FERAGAT ETMEK ZORUNDASIN"

Okumaya, yazmaya, izlemeye üretmeye nasıl zaman ayırıyorsun?

Feragat ediyorsun uykundan, sosyal yaşamından. 4-12 vardiyası benim için kitap okuma ve film izleme vardiyası ama en son 3 hafta önce kitap okuyabildim, bu durum kendimi çok kötü hissetmeme neden oluyor. Çünkü fabrikada, dışarda bir kaynaktan besleniyorsun evet ama esas besin kaynağın olan kitaplar ve filmlerden mahrum kalıyorsun, köreldiğimi hissediyorum zaman zaman.

Peki iş arkadaşların film izliyor mu kitap okuyor mu?

Bunu iş yerinde konuştuk arkadaşlarla. Çalıştığım iş yerinde genç işçi sayısı çok ve içlerinde en son lisede kitap okuduğunu söyleyenler vardı, okuyanlar da var ama sayıca daha az. Hatta bizim yaptığımız işi duysalar alay konusu bile olabilir çoğu için. Çünkü orada insanların genel gündemi o 8 saati bitirmek ve maaşını beklemek, geriye kalan her şey lüks. Günde yüzlerce defa robot gibi aynı işlemi yapıyorsunuz. Bu koşullarda “Otur kitap oku, kendini geliştir” gibi bir şey beklemek anlamlı gelmiyor. Bu durum fabrikadaki işçinin suçu değil, onu bu koşullara mahkum eden sisteme kızmalıyız esas.

FIRSAT VERİLSE İŞÇİ YENETENEĞİNİ KEŞFETMEZ Mİ?

Genel bir umutsuzluk halinden bahsettin. Peki sizin hayalleriniz var mı ve bu hayalleri gerçekleştireceğinize dair umudunuz?

Hayalim film yapmak, bunu yapabilmek için de fon oluşturabilecek geliri elde edebilmek. Aslında mesele mutlu olmak ya da umutsuz olmak meselesi değil; bunun üzerine düşünmektense çalışıyoruz, ısrar ediyoruz. Belki de bu bizi daha dinamik daha canlı tutuyor. O şartlarda bir şeyler üretmeye çabaladığınızda yalnız olmadığınızı da hissediyorsunuz ve aslında yaptığınız işle geldiğiniz sınıfı da temsil ettiğinizi biliyorsunuz. Yani bir taraftan da işçilerin o kültür sanat alanına dahil olamamasına, “İşçi adam filmden ne anlar?​” algısına da cevap veriyoruz. O yüzden 8-10 saat mesaiden sonra film yapabilecek gücü kendimizde bulabiliyoruz.

İşçilerin kendi yeteneklerini keşfetmesi, yaratıcılığı ya da kültür sanat işlerine ilgi duyması hangi koşullara bağlı, ne olsaydı bu mümkün olurdu?

Fabrika hayatımızın en önemli zamanlarının geçtiği mekan. Hem günümüzün çoğu orada geçiyor hem de hayatta ‘Bize ayrılan bölüm’ orası işte. Çalışmak zorundayız evet ama çalışma sürelerinin bu kadar uzun olmaması gerekirdi, günde 8 saat bizi öldürüyor, köreltiyor. Basit tek bir işi yüzlerce defa yaparsan sakat kalırsın, öyle de oluyor zaten; bir yerleri ağrımayan kimse yok. Bu yoğun temponun da azalması gerek. Böyle olunca kalan zamanda daha çok şey yapmak mümkün olurdu ve elbette bunun yanı sıra maddi koşulların da düzelmesi gerekirdi. Yoksa bu derece fiziksel ve mental olarak zorlu işte çalışan insanlar, koşulları uygun olsa, zamanı olsa kendi yeteneklerini de keşfetmez mi? Bu insanların üstesinden gelemeyeceği, başaramayacağı bir şey yok bence.

Film yapmak mı daha zor fabrikada çalışmak mı dersen fabrika diyebilirim sanırım. Ve tabii bu zorluğun, şimdi genel olarak baktığımda bir filmin yapım aşamasındaki zorluklarda beni güçlendirdiğini hissettiğimi söyleyebilirim.

HİKAYEYİ OLUŞTURMAK AYLAR YILLAR SÜRÜYOR

Çektiğiniz filmlerin ve şimdi çekimlerine başladığınız filmin anlatmak istediği şey ne?

Şimdilik pek detaylı bahsetmek istemiyorum. Ancak kabaca deneysel işler yaptığımızı söyleyebilirim. Önceki filmimde birey ve otorite arasındaki ilişkiyi bir katil üzerinden ele almaya çalışmıştık. Şimdiki film ise… bu sefer orta sınıftan (tabii artık kaldıysa) bir aşk ilişkisini ele alıyoruz. Tüketim kültürünün ilişkilere yansımasını odaklandık. Bizim ait olmadığımız dünyadan bir kesit. Bizim için harika bir deneme.

Bir de filmlerimde ataerkil düzenin eleştirisini de merkeze aldığımı fark ettim. Bunu diyerek “Şöyle farklı ve iyi bir erkeğim” diyor gibi görünmek istemiyorum. Şuna inanıyorum genelde, hikayeler sizi gelir bulur. Siz de o hikayeleri yönetir ve en sonunda bir senaryo haline getirirsiniz. Şimdiki hikayelerimiz de bu ana noktadan, ataerkil sistemden ilerliyor.

Bu filmlerde sizin hikayenizden uzak insanlardan bahsettiğinizi söylüyorsun, aslında en iyi bildiğiniz şey olan işçilerin yaşamına ilişkin filmler neden yapmıyorsunuz?

Elimize kağıt kalem alıp “Şu konuda bir film yapalım” demiyoruz. Bunun yanlış olduğunu söylemiyorum. Sadece bizim yöntemimiz öyle değil. Bir hikaye geliyor aklıma, o hikaye aklımda dönüp dolaşıyor. Bazen aylar sürüyor, bazen belki yıl alıyor. Bütün hikaye oturduğunda artık kağıda dökmeye başlıyorum. Üstelik aynı anda birçok farklı hikaye kafamda dönüyor, şu anda dahi. Hepsini zaman içinde olgunlaştırıyorum. Bu hikayeler arasında işçi hikayeleri yok mu? Elbette var. Bu hikayeler kafamda olgunlaşmaya devam ediyor. Ne zaman bu konularda bir şeyler çekeriz? İleride göreceğiz. Birçok etmen var. Film kariyerimiz nasıl gidecek, bütçe meselesi, hayat… Ama elbet bir gün bizim sınıfımızın hikayelerini çekeceğimiz günler de gelecek. O günlerin uzakta olmadığına inanıyorum...

ÖNCEKİ HABER

DİSK Gıda-İş 34. Olağan Genel Kurulu'nu yaptı: "Engelleri birlikte mücadeleyle aşacağız"

SONRAKİ HABER

Urfa’da 2 yılda en az 32 kadın cinayeti işlendi: Önlemsizlik ve adaletsizlik hukuki şiddete dönüşüyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa