İYİ Partide istifa depremleri: "Muhalefet mecbur" siyaseti yeterli sanıldı
"İYİ Partinin en temel sorunu bir parti olarak kendini konumlandıramamasıydı. Sınıfsal, ideolojik ve siyasi farklar açısından tabanıyla teşkilatlarındaki ilişkinin çalışmadığını söyleyebiliriz."
Kemal Can | Fotoğraf: Evrensel
Birkan BULUT
Ankara
Gazeteci Yazar Kemal Can, İYİ Partinin kuruluşundan bu yana tercih ettiği belirsizliğin yarattığı sorunları artık daha fazla erteleyemediğine dikkat çekerek, “Bu belirsizliğin içerisinde muhalefetin mecbur kaldığı bir adres, bir imkan partisi olarak güç kazanmaya çalıştı. Ayrıca MHP’nin iktidarda yaptığı gibi kendi oy potansiyelinin üzerinde güç elde etmek istedi. İktidarın değişmesinde belirleyici ve etkili bir sağ parti ihtiyacını satmanın kendi varlığı için yeterli olabileceğini düşündü” dedi.
Son seçim başarısızlığından ittifakı sorumlu tutarak ayrılan İYİ Parti, merkezden yerele her yerde istifa depremlerini yaşıyor. Altılı masayı zehir zemberek sözlerle 4 günlüğüne terk eden İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in şimdi de “hür ve müstakil” diyerek girdiği yol, yerel seçimlerde iktidarın lehine hizmet edeceği nedeniyle ciddi tepkiler doğurdu. Parti içinde başta yerel yönetimlerde olmak üzere CHP ile yakın ilişkileri olan kesimler ise ilk istifa edenler oldu. İstifalar, iddialar ve çekişmelerin karmaşasında İYİ Partideki fay hatlarını MHP ve Türkiye’de ülkücü hareketin tarihi üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan Gazeteci Yazar Kemal Can ile konuştuk.
Son seçim tartışmalarına odaklanılsa da İYİ Parti içindeki tartışmalar kuruluşundan beri gündemde. Neden?
Aslında İYİ Partinin problemi, kuruluşundan itibaren bilinçli olarak yarattığı belirsizliğin neden olduğu ertelenmiş bir krizin içine girmesi. Seçim öncesi tartışmalar ve sonrasında ortaya çıkan siyasi atmosferdeki seçenekler zaten riskliydi. İddiasının altını doldurabilecek örgüt, kadro ve politika geliştirmediği için şimdi bir rota belirlemek zorunda kaldı. İttifakta kalsa da ayrılsa da bugün yaşadıklarını yaşayacaktı. İki kötü seçenekten birine mecbur kaldı. Deyim yerindeyse “Kırk katır mı kırk satır mı” seçimi oldu. GİK’te, Akşener’in biçimlendirmediği, partinin seçmeniyle de çok temsili ilişkisi olmayan kadroların ağırlığı belirleyici oldu. Bu çok “hür ve müstakil” bir seçim değildi. Ancak hangisinin kendileri açısından iyi sonuç vereceğini söylemek ise spekülatif olur.
İYİ Partinin kuruluşundan beri tercih ettiğini söylediğiniz bu belirsizliği biraz daha açabilir misiniz?
Çeşitli ve üstelik bir arada tutulması zor beklentilerin Akşener popülaritesi için kullanılması amacıyla muğlak, net bir politik-ideolojik çizgi tarif edilmeden, partiyi bir ihtiyaç ve imkan için adres gösterdiler. MHP’den rahatsız milliyetçiler de CHP’nin memnuniyetsizleri de AKP’den merkeze yakın memnuniyetsizler de gelsin... Muhalefetin bir tür dokunulmazlığı olan önemli bir aktörü olsun ama buna karşılık hiçbir konuda merkez parti olma iddiasının gereklerini yapmasın... Dolayısıyla bir arada taşınması zor imkan ve olasılıkları canlı tutabilmek için Akşener hiçbir konuda net bir tavır almadı. Çok farklı sesler konusunda tarafını göstermedi. İttifak konusunda da benzer bir tutum sürdürdü. Mesela adaylık gibi masada çok açık konuşulması gereken şeyleri dışarıda konuştu, dışarıda konuşulması gereken şeyleri masaya dayattı. Bu belirsizliğin içerisinde muhalefetin mecbur kaldığı bir adres, bir imkan partisi olarak güç kazanmaya çalıştı. Ayrıca MHP’nin iktidarda yaptığı gibi kendi oy potansiyelinin üzerinde güç elde etmek istedi. Hep bir ihtimali politika olarak sattı. İktidarın değişmesinde belirleyici ve etkili bir sağ parti ihtiyacını satmanın kendi varlığı için yeterli olabileceğini düşündü.
Kuruluşunda bu yana tercih ve tercihsizliklerinin yanı sıra İYİ Partide toplanan siyaset erbabı ve tabanındaki sınıfsal ve politik dağınıklık da burada etken oldu mu?
İYİ Partinin politik hattını, ideolojik önceliklerini, kadro tercihlerini netleştirmemesinin doğal sonucu olarak, yani kendisini imkan partisi olarak sunması, İYİ Partiye aslında kendisine iddialı olarak koymadığı bir takım vasıflar atfedilmesine de yol açtı. “Kıyı milliyetçiliği” dediğimiz ve '90’larda ortaya çıkmış, daha seküler refleksleri olan, sınıfsal tabanı MHP’den biraz daha kentli bir kesimi kendine çekti. CHP ile yakın bir zemin bu. Bir yandan da bu belirsizlikte, çeşitli imkanlardan oluşmuş parti yapısı ve taban profili her seviyede birbiriyle ilişkisizdi. Aslında İYİ Partinin en temel sorunu da bir parti olarak kendini konumlandıramamasıydı. Bu anlamda sınıfsal, ideolojik ve siyasi farklar açısından tabanıyla teşkilatları, yani bir partinin dikey ve yatay olarak birbirini belirleyen taban dinamiklerinin çalışmadığını söyleyebiliriz. Sadece Akşener’in popülaritesi ve partinin sunduğu imkanlarla sınırlı kaldığı bu süreçte, MHP’den ayrılarak partileşmek zorunda olduğu için daha çok MHP’li kadrolarla -büyük ölçüde Koray Aydın’ın belirlediği- bir teşkilat kuruldu. Bu teşkilatın kendi tabanıyla bile örtüştüğünü söylemek mümkün değildi. Seçimde açık bir başarısızlık ortaya çıkınca bütün yapısal sorunlar patladı.