DOSYA: Küresel Göçmen Gerçeği: Emeğinin talibi çok, kendisi parya -2 | Kayıtsız işçiyi ‘sömür-at’ düzeni
Dr. Öğr. Üyesi Sibel Karadağ, Türkiye’de göçmen emeğinin güncel koşullarını Türkiye’nin iktisadi yönelimi içinde değerlendirdi.
Fotoğraf: Volkan Pekal/Evrensel
E. AVA
Türkiye’de Suriyeli göçmenlerin yüzde 85.5’inin hanehalkı geliri 6 bin liranın altında. Kendi içerisinde farklı katmanlara da ayrılan göçmen emeği, esas olarak kayıt dışı ekonomide yoğunlaşıyor. İhracata dayalı büyüme modelinin motor gücü sayılan inşaat ve tekstil sektörleri içerisinde kümelenen göçmen emeği, bu alanda dünya ile rekabetin de ana ögesi.
Uluslararası sözleşmelerin hedefi olan göçmenlerin yaşam koşullarını bulundukları ülkenin yaşam koşullarına yaklaştırma hedefine karşın bugün Türkiye’nin gerçeği; göçmen emeği sömürüsü ile Türkiyeli işçi ve emekçilerin yaşam koşullarının göçmenlerin yaşam koşullarına yaklaştırılması. Bu genel sonuca karşın göçmenler açısından detaylı verilere erişmek de çok mümkün değil.
Türkiye’de göçmen emeğinin güncel koşullarını Dr. Öğr. Üyesi Sibel Karadağ ile konuştuk.
Son yıllara baktığımızda Türkiye’de göçmen emeği Türkiye sermayesinin hangi ihtiyaçlarını nasıl karşılıyor, göçmenlerin çalışma koşulları nasıl?
Son 10 yılın tarihsel geçmişiyle birlikte meseleyi ele alırsak daha doğru olur. Bizim Türkiye’de göçmen emeğini konuşmaya başladığımız tarihsel dönem 2013 ve sonrasındaki döneme denk düşüyor. Onun öncesinde göçmen emeği kullanımı azınlıkta kalıyor. Fakat 2013 ve sonrası bir kırılma noktası. Bu süreç Türkiye’de son 10 yılda gerçekleşen iktisadi ve siyasi olaylardan bağımsız değil. Tam tersine göçmen emeği meselesi bu sürecin tam içinde yer alıyor. 2013 yılıyla birlikte dış sermaye girişleri yavaşladı, borç faizi miktarları artmaya başladı. Buna bir reaksiyon olarak da yerli ve milli ekonomik model uygulanmaya başlandı. Kaba tabiriyle ücretli çalışan geniş bir kesimin reel ücretleri düşürüldü, maliyet avantajıyla küresel tedarik zincirinde rekabet sağlayabilmek için ihracata dayalı büyütmeye doğru gidilmek istendi. Bu modelin işleyebilmesini sağlamak için en temelde ihtiyaç olan şey, ucuz emek gücü. Bu da tam olarak göçmen emeği diye tarif ettiğimiz olgunun devreye girdiği döneme tekabül ediyor.
Göçmen emeği derken çok geniş ve katmanlı bir hiyerarşik tabakadan bahsediyoruz. Göçmen emeği meselesi öncelikle bir geçicilik hiyerarşisi. Kayıtlı olan göçmenden kayıtsız olana kadar hepsi geçici ve çocuğunun çalışma izni yok. Her biri toplumsal tabakanın farklı katmanlarında duruyor fakat hepsinin ortak noktası ufak bir azınlık dışında çalışma izinlerinin olmaması. Katmanı açalım çünkü bütün sektörel dağılımları, bölgesel dağılımları ve çalışma koşulları, göçmenlerin legal statülerine göre belirleniyor.
EMEK PİYASASINDA İKİLİ REJİM
Bu geniş katmanın en tepesinde kayıtlı Suriyeliler var, 3.3 milyon kişi. Bunlar kayıt altında olan geçici koruma sahibi olan kişiler ve göreceli olarak daha imtiyazlı olan kitle. İkinci sırada diğer Suriyeliler hariç kayıtlı olan gruplar var. Bu kitle 300 bin civarında. Üçüncü kategori çok geniş. Sayısını bilmediğimiz, bilmenin de mümkün olmadığı kayıtsızlar. Yani literatürde düzensiz göçmenler diye geçen kitle. Bu kitlenin asıl büyük popülasyonunu Afganistanlılar oluşturuyor. Sonra Pakistanlılar, Bangladeşliler ve Afrika ülkelerinden gelen siyahlar gibi.
Tam olarak bu dağılım kitlelerin emek sürecine dahil olmasını da belirliyor. Legal statü dediğimiz şey sermayeyle işçi ilişkileri arasında devlet aygıtının rolünü bize gösteriyor. Bu bahsedilen ihracata dayalı büyüme modeline kimi iktisatçılar yoksullaştıran büyüme modeli diyor. Şimdi sizin bunu yapabilmeniz için yerli işçinin direncini kıran bir mekanizmaya ve siyasi bir aygıta ihtiyacınız var. Göçmen emeği tam olarak da bunun için vazgeçilmez bir noktaya geldi. Emek piyasalarında ikili rejim yaratıldı. Bu ikili rejimde yerli işçiler bir tarafta göçmen işçi dediğimiz büyük tabaka da diğer tarafta.
GÖÇMEN EMEĞİ KAYIT DIŞI EKONOMİDE YOĞUNLAŞTI
Buna tarihsel olarak şöyle bakalım; kayıtlı olduğunuz ilde yaşayacaksınız dendi Suriyelilere, ama örneğin Tokat’ta yaşayan bir Suriyelinin Tokat’ta emek sürecine dahil olması çok zordu. Çalışma izni ise zaten verilmiyor. Dolayısıyla göçmenin kayıt dışı ekonomi nerede daha genişse oraya gitmesi lazım. Bu süreç metropollerde çok yoğun bir göçmen emeğinin oluşmasına neden oldu. Metropollerde özellikle imalat sanayinde, organize sanayi bölgelerinde ve asıl iki temel sektör yani, inşaat ve tekstilde göçmen işçiler yoğunlukla çalışmaya başladı.
Son 10 yılın ihracata dayalı büyüme modelinin iki önemli kolu olarak inşaat ve tekstilin bir anlamı var. Bütün bu mega projelerin yapıldığı inşaat ve tekstil iş yerleri göçmen emeğinin de asıl istihdam edildiği sektörler.
NEREDEYSE ÜCRETSİZ EMEK
Göçmenlerin istihdam edildiği yerler de daha çok kobiler, yani küçük ve orta ölçekli işletmeler, yine bu ihracata dayalı büyüme modelinin bel kemiğini oluşturan yerler. Göçmen işçi tabakası büyüdükçe çeşitli siyasi aygıtlar devreye girdi. Yani yerli işçiyle göçmen işçinin bir araya gelmesini engelleyecek pek çok aygıt devreye sokuldu. Ayrı servislerle gidip gelme, ayrı yerlerde yemek yeme, daha uzun saatler çalıştırılma ve tabii farklı ücretlere tabi olma gibi. Bu mesele yerli işçinin mücadele direncini de kırdı. Çünkü patron “Daha ucuza çalıştırdığım, sigortasız, kayıtsız işçi var, dolayısıyla ses edersen seni çıkarırım” diyor ve bu yerli işçinin bastırılmasına neden oluyor. Bu mesele yerli işçinin göçmen işçiye olan tepkisini ve öfkesini de arttırdı ve rekabet yarattı. Bu rekabet tam olarak da işverenin istediği şey aslında. Bu süreçte bir yandan dil bariyerinin aşılması, Suriyelilerin itiraz etmesinin yolunu açtı. Fakat zamanla Suriyeliler yerine daha zor ve ağır işleri yapabilecek ve çok daha güvencesiz koşullarda çalıştırılabilecek kayıtsız göçmenler geldi.
Mesela çeşitli açıklamalarda “Biz tarım ve hayvancılıkta 150 bin Afgan ithal etmezsek, batacağız” cümleleri çok sembolik değer taşıyor. Tarım ve hayvancılıktaki bu talep ile birlikte 2018-2019 yıllarında Afgan göç hareketinin de rekora ulaştığını görüyoruz.
Düzensiz ve dolayısıyla kayıtsız göçmen dediğimiz kesim ise sömürünün en dibini yaşayan kesim. Kimliği yok, kim olduğu belli değil, hukuki alanda kayıtlı değil ve hakları yok. Şimdi böyle bir kesimi, sınırsız kötü koşullarda çalıştırabilirsiniz. Bir yandan da patronun elinde çok koz var, polise ve jandarmaya her an ihbar edebilir ve göçmenin sınır dışı edilmesini sağlayabilir. Sınır dışı politikasının emek piyasalarında bir devlet aygıtı olarak nasıl devreye girdiğini de burada görüyoruz. Düzensiz göçmen birincisi çok mobil. Örneğin üç senedir Türkiye’de yaşayan bir Afgan ile konuştuğum zaman, “Şimdiye kadar 7 il gezdim” dedi. 7 farklı ilde ve 5 farklı sektörde çalıştığını belirtti. Dinamik ve oldukça hareketli bir emek piyasasından bahsediyoruz. Genelde bu işçiler ağır beden gücü gerektiren ölümcül işlerde çalıştırılıyorlar. Aileleri olmadığı ve tek başına erkek oldukları için maliyet düşüklüğü nedeniyle tercih ediliyorlar. En çok istihdam edildikleri sektörler kağıt toplayıcılığı, tamirat, nakliye, kanalizasyon, hayvancılık ve tarım diyebiliriz.
Geldiğimiz noktada düzensiz göçmen demek, ucuz işçi gücü değil artık neredeyse ücretsiz emek demek.
GÖÇMENİN YAŞAM KOŞULLARINA YAKLAŞILIYOR
Göçmen işçilerin koşullarının yerli işçiyle ayrıştığı noktalar neler? Bahsettiğiniz kümenin içinde göçmen çocukların ve kadınların emek sürecine dahil olması açısından nasıl bir tablo var?
Şimdi her sektörde çalışıyorlar aslında. Büyük oran hâlâ kobiler. Öte yanda mega projeler dediğimiz inşaat sektöründe. Fakat bu projelerin aracı taşeron firmalarında. Tüm bu koşullar iş kazaların arttığı bir tabloyu ortaya koyarken bir yandan sağlık hizmetine erişememe ve hatta iş cinayetinde işçinin öldüğü koşullarda patrona cezasızlık avantajı sağlıyor. Çünkü hukuki olarak herhangi bir kimliği yok ve dolayısıyla bir bedel ödemek zorunda değil.
Şimdi bir sürü protokol ve sözleşmeden bahsedebiliriz. Mesela 1945 Cenevre Sözleşmesi. Uluslararası hukukun temel gayesi neydi? Göçmenin ve mülteci olanın yaşam koşullarını yavaş yavaş doğru vatandaşa yaklaştırmak. Biz artık 21. yüzyılda bunun tam tersi ile karşı karşıyayız. Artık göçmenin yaşam koşulları vatandaşa yaklaşmıyor, vatandaş göçmenin yaşam koşullarına doğru yaklaşıyor.
Her iki kesimde bir yoksulluk kümesinde birleşiyor. Bu kümenin içerisinde artık çok büyük bir oranda çocukların da işçileşmeye başladığını görüyoruz.
ÖFKE GÖÇMENLERE KANALİZE EDİLİYOR
Tüm bu koşullar bir yandan toplumsal öfkeyi de tetikliyor. Siyaset ise tam olarak bu süreçte ortaya çıkarak öfkeyi en güvencesiz olana yani göçmene kanalize ediyor.
Öte yandan toplumsal cinsiyet hiyerarşisi açısından baktığımızda Türkiye’deki kadınların emek sürecine dahil olması halihazırda giderek eriyen bir mevzuya dönüşüyor. Özellikle Türkiye’de bakım emeğinde Suriyeli kadınların istihdamı çok az ve genelde farklı uyruklar yani Filipinliler, Ukrayna, Rusya ve Özbekler tercih ediliyor. Bunun dışında mevsimlik işçi veya mevsimlik tarımda ağırlıklı Suriyeli kadınlar ağırlıklı olarak yer alıyor. Ve yukarıda bahsettiğimiz tekstil atölyelerinde.
Göçmen kadınlar açısından geldiğimiz durum korkunç. Göçmen kadınların girdikleri her alanda istismara ve saldırıya; maruz kaldıklarını biliyoruz.
KAÇ PATRON ÇALIŞMA İZNİ ALDI?
Devletin farklı kurumları bir süredir ‘Çalışma izni almayı kolaylaştırıp, kayıtlı göçmen işçi emeğini yaygınlaştıracağız’ diyor. Siz bu söylemlere ilişkin ne düşünüyorsunuz?
Şimdi ben çok katılmıyorum. Tam tersine sermayenin daha da fazla kemer sıkmaya doğru gideceği ve ücretli emekle çalışan kesimin payının daha da azalacağı ve bütün bu yükün yine en çok göçmen işçilere kalacağı bir döneme giriyoruz. O yüzden vatandaşın zaten göçmenin yaşam koşullarına doğru hızla ilerlediği süreçte sermayenin kayıtlı göçmen işçiye ihtiyacı kalmayacaktır.
Bu patronların da isteyeceği bir durum değil. Çünkü sermaye maliyeti daha da düşürmek zorunda. Biz literatürde buna ‘emeği harca’ yani kullan ve at stratejisi diyoruz. Göçmen emeğinin kullanıp atılması süreci aslında tam olarak da vatandaşın göçmenin yaşam koşullarına indirgenmesiyle oluyor. Bir süre emeğinden faydalanıp ücreti minimum düzeye indirdiğinizde artık vatandaşı da onun koşullarında çalıştırabiliyorsunuz. Şimdiye kadar kaç patronun çalışma iznine başvurduğuna bakarsak bu portreyi görebiliyoruz.
Yarın:
Göçmen, yerli ortak sınıfta ortak mücadele